29/08/2012 | Yazar: Umut Güner
Yoldaş Söyleşilerimizin bu haftaki konuğu İstanbul’dan Berfu Şeker,

Hem feministim hem de LGBT aktivistiyim. Kendimi feminist olarak tanımlamaya başlamam en fazla 5 yıl öncesine dayansa da aslında küçüklükten beri feminizme yakın oldum. Duygu Asena kitaplarının çoğunu ortaokul hazırlık döneminde okumuştum ve çok etkilenmiştim. Cinsiyet mevzularıyla da baya başım dertteydi. Dayatılan heteroseksüellik ve kadınlık normlarıyla ilgili hep bir “yerim dar” hissi içerisindeydim. Yüksek Lisans yapmaya beni iten en önemli nedenlerden biri de feminizme daha çok kafa yorma isteğimden kaynaklandı diyebilirim. Daha sonra da Amargi’ye girdim. Oradan İFK, Lambda ve İllet’in içinde de olmaya başladım ve biraz daha aktivizm alanım genişledi.
Kadın-erkek ikiliğine dayalı egemen feminist söylem içinde LGBT bireyleri konumlandırmanın bir yolu var mıdır? Yoksa bu ikiliği aşmak mı gerekir?
Ben feminizmin kuramına o kadar vakıf olmadığım zamanlarda dahi feminizmi hiçbir zaman bir ikilik üzerinden algılanması gereken bir teori ve pratik olarak görmedim. Hele ki kuramla daha fazla hemhal oldukça böyle bir yaklaşımın mantığı bana daha da abes gelmeye başladı. Hiç Foucault/Butler ekseninden yola çıkmadan, yani biyolojik cinsiyetin inşa olduğu meselesine girmeden bile—yani feminizmin sırf toplumsal cinsiyetin bir inşa olduğu tespitinden yola çıksak bile—cinsiyet tezahürlerinin böyle bir ikilik üzerinden konuşulması ya da mücadelenin bu ikiliğin üzerinden verilmesi gerektiği düşüncesi o tespitin kendisinin içinin boşaltılması anlamına geliyor bence. Kaldı ki, bu ikiliğin üzerinden konuşalım diyen feminizm sadece transgender özneleri değil, aynı zamanda eşcinselliği de dışarıda bırakıyor. Cisgender heteroseksüel kadınlarla, cisgender heteroseksüel erkekler arasındaki hiyerarşiden yola çıkılarak politika yapılıyor, dolayısıyla eşcinsel/biseksüel kadınların sırf kadınlıklarından dolayı değil ama eşcinselliklerinden dolayı iktidarla girdikleri çatışma ve ezilme biçimleri görmezden geliniyor. Aynı şekilde bu kadınların cinselliklerinden ötürü toplumsal cinsiyetle girdikleri başka ilişkilenme biçimleri çok indirgemeci bir yerden yani patriyarkanın yeniden üretimi olduğu düşüncesinden yola çıkılarak değerlendiriliyor. Feminist hareketin içerisinde fazlasıyla lezbiyen ve biseksüel kadın bulunmasına rağmen feminizmin eşcinsellikle ilgili hala bir iki slogandan ve destekçi olmaktan öte bir siyaset yürüttüğünü düşünmüyorum. “Bunu da LGBT’ler yapsın, konu cinsellik ne de olsa, bizim daha mühim işlerimiz var,” diye düşünülüyor sanki.
Benim feminizmim hak temelli bir feminist politika değil. Aynı şekilde LGBT aktivizmine de hak temelli bir yerden bakmıyorum. Bu işlerle ilgilenen başka örgütlenmeler olabilir. Bence anayasa çalışmaları da çok değerli… Kadın hakları ve LGBT hak ve özgürlükleri savunucuları devletle böyle bir ilişki içersine girip, Türkiye’de yerlerde sürünen kadın ve LGBT hakları ve eşitlik mevzuları ile ilgili iyileştirici çalışmalar yapabilirler. Buna bir itirazım yok. Ama benim yürütmek istediğim direniş biçimi farklı. Ben feminist mücadeleyle de LGBT mücadelesiyle de queer bir yerden ilişkileniyorum. Çok dar alanlara kısıldık, bence iktidarın elinden almamız gereken çok şey var ve bunları “devlet adamları”yla masaya oturarak elde edemeyiz. Hak temelli bir siyaset sonucunda belki bazılarımız için bir şeyler iyileşir ama bu daha özgür bir dünyaya giden kapıların açılacağı anlamına gelmez. Sonuçta böyle bir mutabakatın bir ucu da asimilasyona gider. Benim içimde çok daha radikal şeyler yapma isteği var. Elimizdeki ufacık kalelerimizi bile düşürmeye çalışan kocaman bir yapı var karşımızda ve ona karşı mücadeleyi mümkünse en ters hareketi, en kıl hamleyi, en büyük ihlali gerçekleştirerek başarabileceğimizi, bizi köşeye sıkıştırmaya, asimile etmeye çalışanlarla böyle mücadele edebileceğimizi düşünüyorum. Hiç pasifist değilim, cidden bu yapıları militan bir siyasetle ve in your face varoluşlarla “yoz”laştırabileceğimizi düşünüyorum. Bu aslında “Cinsiyet sizin değil beyler, ayrıca iki tane de değil, beş tane de değil, başa çıkamayacağınız kadar fazla”yı tecessüm halinde görünür kılmak. Ya da sürtüklüğü, ya da “am”ı toplumsal olarak, hetero-patriyarka içerisinde konumlandırıldığı yerden alıp, cinselliğin çokluğunu iktidarın suratına çarpmak. Benim dönüştürücü politika anlayışım böyle.
Ben farklı deneyimlerin ayrı örgütlenmesinin değerli olduğuna inanıyorum. Ama aynı zamanda farklı deneyimlerin, farklı politikalar yürüten örgütlenmeler içerisinde de yer alarak, o alanları dönüştürme çabalarının da aynı derecede önemli olduğunu düşünüyorum. Örneğin anarşist hareket içerisinde feministlerin varlığı ya da LGBT’lerin Kürt hareketi içerisinde yer almaları önemli örnekler. Yani farklı deneyimlerin farklı örgütlenmelerde olmalarını politik açıdan gerekli görsem de ben mutlak ayrılıkçı bir siyasete de inanmıyorum. İktidar çok merkezli ise, işlediği kanallar sadece cinsiyet, cinsellik vs. üzerinden de değil. Daha doğrusu başka iktidar mekanizmalarının cinsiyet ve cinselliğin oluşumunda nasıl rol oynadıklarını görebilmek de çok önemli… Dolayısıyla iktidarın bazı kimlikleri, bazı varoluşları dışkılamak üzere örgütlediği mekanizmaların kesişim kümelerinin farkında olmak lazım. Irk, din, sınıf, sakatlık, göç, militarizm vs. gibi unsurların yol açtığı diğer ezilme biçimlerinin bizi nasıl cinsiyetlendirdiği ve bunun toplumsal cinsiyet veya farklı cinsel pratiklere nasıl etki ettiği konusunda da geniş bir farkındalık ve eylemlilik vizyonuna sahip olmamız gerekiyor. Yani farklı ezilme biçimlerinin, sadece dirsek temasında bulunarak değil, daha iç içe bir “queer yoldaşlık” anlayışı içerisinde örgütlenmesinin daha yıkıcı ve dönüştürücü bir direnişe imkân tanıyacağını düşünüyorum. Dolayısıyla farklı örgütlerin böyle bir farkındalık içerisinde oldukları noktada birlikte hareket etmelerinin mümkün olabileceğini düşünüyorum.
Değil diyebilirim sanırım. Nasıl “feminist hareket LGBT politikası yapar, homofobik ve transfobik değildir,” diyemiyorsak, “LGBT hareketi feministtir,” diyemeyiz bence. LGBT hareketi içerisindeki pek çok lezbiyen ya da biseksüel kadın kendilerini feminist olarak konumlandırıyor olsalar da ya da aynı şekilde pek çok trans kadın/erkek de kendilerini feminist olarak adlandırsalar da, yine de hareket içerisinde geylerin baskın çıktığını görüyoruz. LGBT hareket içerisinde taciz, şiddet vs. gibi konularda yaklaşım değişebiliyor, ya da belki de nasıl davranacağını bilememe gibi durumlar olabiliyor. Ben hatta hareket içerisinde olsalar dahi bazı gey erkeklerin örtük de olsa bir misojiniye sahip olduklarını da düşünüyorum. Ama dediğim gibi feminizm de homofobi/transfobi meselelerini aşmış değil, dolayısıyla iki hareketin birbirinden öğreneceği çok şey var. Keşke bu kadar ayrı gayrı durulmasa da, daha çok ortak politikalar üretilmeye gayret edilse.
Etiketler: kadın