08/01/2016 | Yazar: Kaos GL

İğrence varlık kazandıran kişi, özdeşleşmek, arzulamak, ait olmak ya da reddetmek yerine (kendisini) yerleştiren, (kendisini) ayıran, (kendisini) konumlandıran ve dolayısıyla da gezip dolaşan bir dışlanmıştır.

Georges Bataille, İğrençlik ve Anne(m) Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

İğrence varlık kazandıran kişi, özdeşleşmek, arzulamak, ait olmak ya da reddetmek yerine (kendisini) yerleştiren, (kendisini) ayıran, (kendisini) konumlandıran ve dolayısıyla da gezip dolaşan bir dışlanmıştır.

Çağdaş Gümüşoluk, Kaos GL Dergisi’nin ‘Queer Çalışmaları’ dosya konulu 144. sayısına yazdı:

Bu yazıda, Julia Kristeva’nın Korkunun Güçleri –İğrençlik Üzerine Deneme– kitabı üzerinden bir Georges Bataille okuması yapılmakta ve yazarın Annem adlı öyküsünde iğrençlik ve iğrenme ile kurduğu ilişki incelenmektedir.

İğrenç ve İğrenme

İğrenç nedir? Neyi, neleri, kimleri, ne tür eylemleri iğrenç diye tanımlar insan, toplum, kültür? “Felsefe, dilbilim, semiyotik, yazınsal kuram, feminizm ve anti-Freudcu psikanaliz gibi çeşitli bilim dallarını birleştirerek kuramını geliştiren Bulgar akademisyen Julia Kristeva, disiplinler arası bir yaklaşımla psikanalizden dilbilime, semiyotikten edebiyata uzanarak dehşeti, iğrenç olanı, utancı ve pisliği irdelediği” (Öğüt, 2004) Korkunun Güçleri; İğrençlik Üzerine Deneme adlı kitabında, iğrenmenin “hem bireysel hem de kolektif düzlemde toplumsal ve simgesel düzene içkin olduğunu” belirtir. “Bu açıdan bakıldığında, iğrenmenin de ensest yasağı gibi evrensel bir fenomen olduğunu söyleyebiliriz: İnsanın simgesel ve/veya toplumsal boyutu oluşur oluşmaz iğrenmeyle karşılaşırız ve iğrenme tüm uygarlıklarda mevcuttur” (Kristeva, 2004:88-89). Tek solukta ifade etmek gerekirse, insan iğrenir. Peki, ben neyden iğrenir? İğrenç gördüğü nedir? Bu noktada, yine Kristeva’dan alıntılayacak olursak, iğrenç, yani iğrenilen ne bireyin karşısında duran, adlandırdığı veya tahayyül ettiği bir nesnedir [ob-jet], ne de bir oyun nesnesidir [ob-jeu]. “İğrenç, nesnenin niteliklerinden yalnızca özne-ben’in [je] karşıtı olma niteliğine sahiptir” (2004:14). Yani, iğrenç, özne-benin karşıtıdır, dıştır; fakat asla özne değildir. Yani, iğrenmedeki ilişki iki özne arasında değildir. Bununla beraber, iğrenme esasen ne de tam anlamıyla nesnedir.

Sınır Olarak Beden ve İğrenç Bedensel Atıklar

İğrenç, kişiyi karşıtından, dışından, o olmayandan ayıran ve koruyan sınırdır. Dünya, Ben ve Öteki ayrımından/ikiliğinden doğru okunduğunda, algılandığında, maddesel olarak bu ikiliğin tam ortasında kaskatı duran sınır, ‘ben’in bedenidir. Ve ‘ben’in bedeninin iğrenmenin sınırını oluşturduğu bu algı evreninde bedenden atılanlar da yine kaçınılmaz olarak iğrençtir. Kan, sidik, dışkı, sümük vd.; bedensel atıkların iğrençliği, bedenin sınırlarını aşmaları, bedenin dışına taşmalarından kaynaklanır. Gelgelelim, ‘ben’de yaşanan bu iğrençten arınma bir yanıyla da bedenin azalması, eksilmesidir. Beden her seferinde hem arınmaktadır hem de eksilmektedir. Bu eksilme, iğrençten, kirden arınmanın, temizlenmenin bedelidir. Dolayısıyla, burada çoklu bir iğrenmeden söz etmek mümkündür; “ben” hem sınırını aşan, dışına taşan atıklarından iğrenmektedir hem de sürekli azalmayı, eksilmeyi, ebedi bir eksiklik halini yaşayan bedeninden, benliğinden iğrenmektedir.

Psikanaliz, anal atıkların insan tarafından denetlenebilir ilk maddi ayrılma olduğunu yerinde bir şekilde tespit etmişti. Ayrıca psikanaliz, bu anal dışarı atmada daha arkaik bir ayrılmanın (anne bedeninden ayrılmanın) egemenliği altındaki tekrar ve bölünmenin (aşağı-yukarı), ayrıksılığın [discretion], farkın ve geri dönüşün koşulunun, başka bir deyişle simgeselliğin temellerini atan işlemlerin koşulunun mevcudiyetini ortaya çıkarmıştır (Kristeva, 2004:133).

Atık Olarak Doğan Beden, Ölerek Atık Olan Beden

Psikanaliz açısından bakıldığında, bedenin (‘ben’?!) iki atılma arasında geçen bir hayat yaşadığını söylemek mümkündür. Anne rahminden atılarak başladığı hayatı beyhude bir çabayla bu atılmışlık travmasından kurtulmaya çalışarak ve bunu asla başaramayarak geçiren ‘ben’in macerası nihai olarak, ölümle, varoluşun dışına atılmasıyla sona erer. Anne rahminden atılarak yaşadığı geri dönüşsüz kopuş, telafisi mümkün olmayan eksiliş, yine tıpkı bedensel atıklarından arınırken yaşadığı eksikliğe ve buna bağlı olarak yaşadığı kendinden iğrenmeye benzer şekilde, benliğinden iğrenmesini beraberinde getirmektedir.

Bataille, İğrençlik ve Anne(m)

Kristeva’nın, iğrenme düzleminin, özne/nesne ilişkisi düzlemi olduğuna (dolayısıyla özne/bir başka özne ilişkisi değil) […] dikkat çeken de ilk kişi (2004:85) olduğunu belirttiği, Hande Öğüt’ün tasviriyle “kötülüğün metafizikçisi” (2004) Georges Bataille iğrenmeyi şöyle betimlemiştir:

İğrenme, basitçe, iğrenç şeylerin dışlanmasına ilişkin buyurucu edimi (ki bu edim kolektif varoluşun temelini oluşturur) yeterince güçlü bir şekilde yerine getirmeye muktedir olamamaktır. […] Dışlama edimi hükümranlık gibi kişilerin alanında değil, tam olarak şeylerin alanında konumlanır (Bataille’dan akt. Kristeva, 2014:75).

Yazarın Annem adlı uzun öyküsünün ana izleği bu iğrenme tanımıdır. Annem, bu şekilde tanımlanmış iğrenmenin genç bir erkeğin ömürlük mücadelesi halini aldığı bir metindir. Esasen, yazarın hemen öykünün girişine büyük harflerle iliştirdiği açıklama, tam da yukarıda sözü edildiği gibi, anne rahimden dışlanmış, dışarı atılmış bir atık olan ‘ben’in bütün bir yaşamını bu atılmışlığın telafisine adayacağını ve tabii nihai sonunu açıkça göstermektedir:

MEZARIN KENARINDA GÖRÜR GİBİ OLDUĞUM BAŞLANGIÇ, İÇİMDE NE ÖLÜMÜN NE DE HAKARETİN ÖLDÜREBİLECEĞİ DOMUZ’DUR. MEZARIN KENARINDAKİ DEHŞET KUTSALDIR VE BEN ÇOCUĞU OLDUĞUM BU DEHŞETİN İÇİNE GÖMÜLÜYORUM” (Bataille, 2004:139).

17 yaşına kadar sakin ve mutlu olarak tanımlanabilecek bir hayat yaşayan Pierre babasının ölümüyle birlikte, aşkla karışık bir sevgi beslemeye başladığı annesiyle birbirlerine tutunurlar. “Ana rahmine geri dönüşteki yapışma halidir, bu. Pierre annesini ‘Freudyen’ biçimde massederken Helene de oğlunu, penis eksikliğinin bir ikamesi olarak görür. Pierre’in iç dünyasını bir ‘nekropolis’e çeviren ve kendi iğrençliğini sakınmadan dile getiren Helene oğlunu, bu saf kötülüğün içine, yani özgürleşime çeker” […] Tiksinmenin derinliğinde, kendini tanrıya benzeten, tanrıya ulaşma arifesinde bu kutsallığa annesi kadar yaraşır olmak için batağa saplanma saplantısındaki Pierre, ölü dünyada, annesi kollarının arasındayken aşkın bir mutluluk yaşar.” (Öğüt, 2004).

Oedipus versus Pierre

Kral Oedipus’un trajedisi, babasını öldürüp annesiyle evlenmektir. En büyük günahlardan birini işlemektir kaderi: Ensest. Trajedi bu ya, “Oedipus arzusunun ve cinayetinin nesnelerini (karısının, yani annesinin, çocuklarının yüzlerini) görmeye dayanmak zorunda kalmamak için kör olur. […] Körlük, utançtan uzaklaştıran bir duvar örmeye, bu uzaklığı sağlayan sınırı güçlendirmeye yarayan simgesel bir ikamedir” (Kristeva, 2004: 105).

Oedipus’a utançtan uzaklaştıran bu duvarı/körlüğü bahşeden şey, tam da Oedipus’un bu aklı, ahlâkı, Tanrıyı, yasayı ve yasağı tanıyor, kabul ediyor oluşudur. Bu kabul ediş, bu boyun eğiş yaşadığı trajedi karşısında Oedipus’un kendini günahsız ve talihsiz bilmesini ve belki de görece içini (ve tabii okurun/izleyicinin/toplumun da içini) rahatlatmasını sağlar. Zira başına gelenlerde onun bir kusuru, kabahati yoktur.

Edimlerim, onları gerçekleştirmekten ziyade onlara maruz kaldım (dize 268).

Bilmeden vurdum, öldürdüm.

Bunları bilmeden yaptım, yasa önünde temizim (dize 548).

Diğer taraftan, Pierre’in yaşadığı, geleneksel aklın, kısıtlayıcı ahlâkın, eril bakışın, Tanrı’nın günah buyurduğunun trajedisi değildir. Pierre’inki, “olduğu haliyle hazdan başka hiçbir şeyin var edemeyeceği” (Kristeva, 2004:22) iğrençtir.

İğrence varlık kazandıran kişi, özdeşleşmek, arzulamak, ait olmak ya da reddetmek yerine (kendisini) yerleştiren, (kendisini) ayıran, (kendisini) konumlandıran ve dolayısıyla da gezip dolaşan bir dışlanmıştır. Bir anlamda sitüasyonisttir [durumcu] ama gülmeyi bilir; çünkü gülme tiksinmeyi konumlandırmanın ve konumundan etmenin bir biçimidir. […] Ayrıca genellikle kendisini tiksintiye dahil eder, ayrımlarını gerçekleştiren neşteri böylece kendine de vurur (Kristeva, 2004:20).

Pierre’inki  “iğrenç şeylerin dışlanmasına ilişkin buyurucu edimi yeterince güçlü bir şekilde yerine getirmeye muktedir olamamanın” iğrençliği ve hazzıdır. Artaud’un demesiyle, “insan haline geldiğini bilerek insan olmayı yalnız başına asla becerememiş kişi” (Artaud’dan akt. Kristeva, 2004:39) olmanın sadece acısı, sızısı değil, hazzı ve kahkahasıdır da.  “Varlığın belki çarpık ağzından çıkardığı, ama çıkardığı çığlık sürekli bir sessizlik içinde kaybolmuş sonsuz bir alleluia’dır” (Bataille, 2004:16). Ve bundan daha iğrenç tek bir haz kaynağı vardır: ölüm.

Bu dünyayı seveceğini biliyordum. Şimdi benimle birlikte kendinden geçmeni istiyorum. Seni ölümümün içine sürüklemek istiyorum. [...] Her türlü arzudan daha tam, daha korkunç bir uçurumun gerçekliği olan bu neşe içinde seninle birlikte titrememe izin ver. İçine gömüldüğün şehvet şimdiden o kadar büyük ki…(Bataille, 2004:233-234).

Kaynakça

Bataille, G., Annem (Çev.: Yaşar Avunç), Ayrıntı Yay., İstanbul, 2004

Kristeva, J., Korkunun Güçleri; İğrençlik Üzerine Deneme (Çev.: Nilgün Tutal), Ayrıntı Yay., İstanbul, 2014.

Hande Öğüt, “ ‘Tiksinti’nin Lordu: Georges Bataille”,

http://kritisyen.blogspot.com.tr/2008/05/tiksintinin-lordu-georges-bataille.html. Erişim Tarihi: 20.03.2015

Hande Öğüt, “Karanlığımızla Yüzleşmek”, Radikal Kitap,

http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=haberyazdir&articleid=856443 Erişim Tarihi: 20.03.2015.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam