17/10/2018 | Yazar: Aslı Alpar
Uluslararası Cinsiyet ve Hukuk Konferansı’nın üçüncü oturumunda toplumsal cinsiyet kaynaklı farklı ayrımcılık biçimlerinin hukuki süreçlere etkisi konuşuldu.
Uluslararası Cinsiyet ve Hukuk Konferansı’nın üçüncü oturumunda toplumsal cinsiyet kaynaklı farklı ayrımcılık biçimlerinin hukuki süreçlere etkisi konuşuldu.
Kaos GL Derneği’nin İzmir’de düzenlediği Uluslararası Cinsiyet ve Hukuk Konferansı’nın ilk günün son oturumu “Toplumsal cinsiyetin ve çoklu-ayrımcılığın hukuki süreçlere etkisi” başlığı ile gerçekleşti.
Moderatörlüğünü Ankara Barosu’ndan Senem Doğanoğlu’nun üstlendiği bu oturumda toplumsal cinsiyet kaynaklı farklı ayrımcılık biçimlerinin hukuki süreçlere etkisi konuşuldu.
Oturuma Pozitif-İz Derneği’nden Tekin Tutar, Karadağ’daki Juventas örgütünden Jelena Čolaković, Engelli Kadın Derneği’nden Avukat Özlem Kara ve Mültecilerle Dayanışma Derneği’nden Eda Bekçi katıldı.
Jelena Čolaković: “Çoklu ayrımcılığın tespiti için vakanın tüm boyutlarının dikkate alınması gerekiyor”
Karabağlarda çoklu ayrımcılığın yasaklandığını belirterek konuşmasına başlayan Jelena Čolaković, ilgili yasanın aynı zamanda yaş, mali-medeni durum, cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliği, politik, etnik ve dini gerekçeler gibi ayrımcılığın farklı zeminleri tanımladığını söyledi.
2010 yılında kabul edilen kanunun savcılık makamında sorunlar yaşandığını söyleyen Čolaković ayrımcılık suçunu işleyen yüksek rütbelerdeki kişilerin cezalandırılmadığını söyledi. Kanunun uygulanabilir olması için 2014 yılında kanun değişikliğine gidildiğini ekleyen Čolaković, yeni düzenleme ile ayrımcılığın kaydının tutulmaya başlandığını belirtti.
Yasaya rağmen çoklu ayrımcılığın çoğu zaman görmezden gelindiğini Čolaković şöyle anlattı: “Yasa uygulanırken hem biz hem de uygulayıcılar çoklu ayrımcılığı gözden kaçırıyorduk. Ayrımcılık mağdurları da kendilerini çoklu ayrımcılığa uğradım diyerek tanımlamıyordu.”
Čolaković, Karadağ’da HIV ile yaşayan geylerin çoklu ayrımcılığı oldukça derin yaşadığını vaka örnekleriyle anlattı. Çoklu ayrımcılığı saptamak için kullanılabilecek yöntemlerden de bahseden Čolaković “Çoklu ayrımcılığın tespiti için vakanın tüm boyutlarının dikkate alınması gerekiyor” dedi.
Tekin Tutar: “HIV insan hakları meselesidir”
Pozitif-İz Derneği’nden Tekin Tutar konuşmasına HIV ile AIDS arasındaki farkları anlatarak başladı. AIDS’in bir sendrom olduğunu belirten Tutar HIV’in uygun tedavi ile kişilerin hayatını sağlıklı bir şekilde sürdürebileceğine dikkat çekti. Tutar, “Yapılan araştırmalar, 20 yaşında HIV tanısı alan kişinin ortalama yaşam süresinin 70 ve üzeri olabildiğini söylüyor” dedi. Tutar, bulaş yollarına da değindi, “HIV korunmasız cinsel ilişkinin yanı sıra, kan transfüzyonu ile de bulaşmakta. Ancak HIV ter, gözyaşı ile ya da sarılmak gibi eylemlerle bulaşmıyor.”
Dünyada 36.7 milyon insanın HIV ile yaşadığını ancak yalnızca 20 milyon kişinin tedaviye erişebildiğini hatırlatan Tutar, Son 10 yılda artışın HIV artışının en hızlı olduğu ülkenin Türkiye olduğunu söyledi.
Tutar toplumun HIV’e bakışını yapılan araştırmalarla aktardı. Tutar, “2014 yılında İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Kliniği tarafından yürütülen ve 41’i doktor 85’i hemşire olan 126 sağlık personeli ile yapılan bir araştırmaya göre katılımcıların %50’sinin HIV ile yaşayan hastaları takip etmeyi tercih etmediğini görüyoruz” dedi.
Basında HIV’e yönelik önyargı yaratan haberlerden örnekler paylaşan Tutar, sağlık hakkına erişimde, iş yaşamında, basında ya da cezaevinde tecritte ayrımcılığa uğradığını söyledi.
HIV’le yaşayanların ayrımcılıkla karşılaştığı durumdaki hukuki yollardan bahseden Tutar, ayrımcılığın olduğu kurumlarda HIV’e dair bilgilendirme yaptıklarını ancak hak ihalelerin ispatının güç olduğu, damgalanma korkusu ve maliyet nedeniyle ayrımcılık mağdru kişilerin haklarını aramak için başvuru yapmakta çekindiğini belirtti.
Özlem Kara: “Çoklu ayrımcılık engelli kadınların hayatını büyük ölçüde etkiliyor”
Engelli Kadın Derneği’nden Avukat Özlem Kara konuşmasına engelli kadınların yaşadığı ayrımcılığın görünmez olduğuna dikkat çekerek başladı. Kara, “Toplumda hem engellilerin yaşadığı ayrımcılık görünmez hem de engelli hakları alanında yapılan çalışmalarda toplumsal cinsiyet görüşü eksik. Bu sebeple hem kadın hem engelli olan kişiler çifte ayrımcılık yaşıyor” dedi.
Birleşmiş Milletler Engeli Hakları Komitesi’nin yayımladığı genel yorum ve Engelli Kadın Derneği’nin hazırladığı rapora değinen Avukat Kara, “Engelli ve kadın olmanız sizin hak sahibi birey olduğunuzun görmezden gelinmesine sebep oluyor” dedi.
Av. Kara, Türkiye’nin engelli kadınların hak ihalelerini önleyecek tüm uluslararası sözleşmeleri imzaladığını ancak pratikte engelli kadınları çoklu ayrımcılığın beklediğini belirtti.
Engelli kız çocuklarının eğitim hakkına erişemediği, meslek sahibi olamadığı ve ekonomik özgürlüğü olamadığını belirten Av. Kara kadınların emzirme odalarından, tuvaletlere dek erişime uygun olmadığın söyledi.
Kara sözlerine “Çoklu ayrımcılık engelli kadınların hayatını büyük ölçüde etkiliyor. Engelli kadın ve kız çocuklarının hak sahibi birey olarak kabul edilmeleri için idari tasarrufta bulunan mekanizmaların yükümlülüklerini yerine getirmesi olduğunu düşünüyorum” diyerek son verdi.
Av. Eda Bekçi: “LGBTİ mültecilerin sınır dışı edilme tehdidi hak arama mekanizmalarının önüne geçiyor”
Mültecilerle Dayanışma Derneği’nden Eda Bekçi iki büyük dünya savaşında yaşanan insan hakları ihlallerinin tekrar yaşanmaması adına 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde en temel insan haklarının düzenlendiğini söyleyerek başladı konuşmasına. “Maalesef uluslararası hukukta en temel insan haklarının tarihi oldukça yeni. Buna rağmen bu bildirgede yaşama hakkı gibi birinci kuşak insan hakları arasında sığınma hakkını görüyoruz” dedi.
Bekçi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin bir çatı sözleşme olduğunu hatırlattı ve sığınma hakkını düzenleyen alt protokollerden bahsetti. Türkiye’nin de imzacısı olduğu 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin de sığınma hakkını düzenlediği ancak sözleşmedeki zamansal ve mekânsal sınırlamalar nedeniyle günümüzde mültecilerin ihtiyacını karşılamadığına şu sözlerle dikkat çekti: Cenevre Sözleşmesi’ndeki mülteci tanımı 1951 öncesinde ve Avrupa’da meydana gelen olaylar nedeniyle sığınma hakkını düzenler. Ancak bu kısıtlamalar günümüzde sığınma hakkını düzenleme açısından yetersizdir.”
Ülkelerinden cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği nedeniyle Türkiye’ye gelen mültecilerin aynı gerekçe ile bu ülkede de mağduriyet yaşadığını ifade eden Av. Bekçi Türkiyeli LGBTİ’lerin ve Türkiye’de yaşayan LGBTİ mültecilerin karşılaştığı ayrımcılığın benzer olduğunu söyledi. Av. Bekçi aradaki farkın sınır dışı edilme riski olduğunu ve bu riskin hak arama mekanizmalarının önüne geçtiğini belirtti. Bekçi, “Ancak LGBTİ mültecilerin sınır dışı edilme riski var. Bu risk nedeniyle ne yazık ki LGBTİ mülteciler yaşadıkları çoklu ayrımcılığa karşı haklarını aramak için başvurmuyorlar” dedi.
Konferans 19 Ekim'e dek sürecek
Uluslararası Cinsiyet ve Hukuk Konferansı’nın ilk günü sona erdi. 19 Ekim’e dek sürecek olan Konferans yarın 10:30’da “LGBTİ müvekkiller ile avukatların iletişimi nasıl olmalı?” oturumu ile başlayacak. Konferansın tüm programına buradan ulaşabilirsiniz.
İlgili haberler:
“Toplumsal mücadele mahkeme salonlarında da sürüyor”
“Şimdi buradayız ve haklarımızı şimdi istiyoruz”
Cinsiyet temelli şiddet ve nefret suçlarına ilişkin hukuki zeminde ne durumdayız?
LGBTİ'lerin İnsan Hakları İçin Farkındalık ve Savunuculuk Projesi Avrupa Birliği tarafından desteklenmektedir. Bu, proje etkinliklerinin içeriğinin AB'nin resmi politikasını yansıttığı anlamına gelmez.
Etiketler: insan hakları