05/06/2023 | Yazar: Aslı Alpar

Yeşil Sol Parti Diyarbakır Milletvekili Sevilay Çelenk KaosGL.org’a akademiden Meclis’e mücadelesini ve 28. yasama döneminde neler yapacaklarını anlattı.

“Kadın düşmanlığını destekleyen vekillerin çoğunlukta olduğu bir Meclis hayal etmiyorduk ama yeniden konumlanacağız” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

14 Mayıs seçimleri hem Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalması hem de Meclis çoğunluğunun seçim propagandalarında açıkça insan hakları ihlallerini savunan siyasi partilere geçmesi nedeniyle birçok insan hakları aktivisti için unutulmayacak bir tarih.

Ancak bu tarihte yapılan seçimler aynı zamanda demokrasi ve insan hakları için çalışacak milletvekillerini de Meclis’e taşıdı. Onlardan biri 6 Şubat 2017’de yayınlanan bir Kanun Hükmünde Kararname’yle barış imzacısı olduğu için Ankara Üniversitesi Radyo ve Televizyon Bölümü’nden ihraç edilen akademisyen Sevilay Çelenk. 

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil ve Sol Parti) Diyarbakır Milletvekili Sevilay Çelenk KaosGL.org’a akademiden Meclis’e mücadelesini, siyasetin başka türlüsünü ve yirmi sekizinci yasama döneminde izleyeceği politikayı anlattı. 

Çelenk, LGBTİ+’ların ihlal edilen haklarının takipçisi olacaklarını ancak öncelikle iktidar partisi ve ortaklarının LGBTİ+’lara yönelik nefret siyasetine karşı bir siyaseti güçlendirmek gerektiğini söyledi.

Barış imzacısı olduğunuz için ihraç edilen akademisyenlerdensiniz, ihraç sürecinden bu yana siyasetle daha yakın ilişkilendiniz. Bu süreci anlatır mısınız?

Evet, barış imzacısı olarak ihraç sürecimle, hatta genel olarak yüzlerce meslektaşımla birlikte ihraç edilme süreçlerimizle, siyasetle başka türlü ilişkilenme sürecim arasında derin bir ilişki var. Bir başka söyleşide bunu ‘Normal bir dünyada yaşıyor olsaydık ben şu anda Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinde ya da belki yurt içi ya da yurt dışındaki başka bir üniversitede akademisyenliği sürdürüyor olurdum’ demiştim. Çünkü çok severek yaptığım, kendimi şanslı hissettiğim bir işim vardı. 

Zaten akademik çalışmalarımı sürdürürken politik bir söz de kaçınılmaz olarak üreterek siyaset alanına da belirli bir katkı sunmaya çalışan biriydim. 

“Yeniden kurarken neyi bağışlayacağız?”

Çalıştığınız alanla bağlantılı sanırım?

Evet, sosyal bilimci iseniz kaçınılmaz olarak bu böyledir. Örneğin en son yazdığım ve yakında yayımlanacak “Bağışlamak”la ilgili bir kitapta yer alan bir yazım var. Orada bir noktada, “Başka türlü bir dönem yaşayıp yaşamadığımız sorusunu askıya alarak içinde bulunduğumuz dönemde maruz kaldığımız ya da başkalarının maruz kaldığını gördüğümüz zulüm ve adaletsizlikler üzerine düşünebiliriz. 

Bu adaletsizlikler öncelikle derin bir kutuplaşmaya yol açtığı gibi bağışlama meselesini de çeşitli biçimlerde gündemimize getiriyor. Zira bu sürecin bir gün son bulacağını ve bir hesap/yüzleşme ya da ‘yeniden kurma’ dönemi yaşanacağını umuyoruz. 

‘Yeniden kurarken’ neyi bağışlayacağız ve bağışlanamaz olan konusunda ne yapacağız?” demiştim. Bir tıp profesörünün ya da mühendislik alanından bir akademisyenin çalışma alanında yaptığı seçimlerde ve bu seçimlerin sonucunda bile derin bir politik etki açığa çıkıyorsa, sosyal bilimciler için bu çok daha güçlü biçimde böyledir. Bu tür sorular aracılığıyla düşünen bir sosyal bilimci kaçınılmaz olarak politik bir söz de söylüyor demektir. 

Politikanın dışında kalmak pek mümkün değil bu durumda…

Tabii ki, aktif siyaset çok farklı ve belki bu tür birçoğu etik çerçevedeki sorular aracılığıyla düşünüyor olmak güncel siyaset bakımından bir zaaf da üretebilir. İhraçlardan sonra bunların tümünü düşünmek için ve bu konularda çalışmak için zamanımız oldu. Üniversitenin insanın heyecanını ve tutkusunu tüketen bürokrasisinden kurtulmak, “bize her yer üniversite” diyen akademisyenlerin yaşamında (çok zorlu süreçleri de birlikte getirmiş olmakla birlikte) siyaset alanına daha etkili yollarla dahil olmak, toplumun başka kesimleriyle buluşmak, hem oralardan beslenmek hem de sözünün erişim alanını genişletmek gibi 

bir etkiye de yol açtı.

“Siyasette yer alan kadınlar, o eril dil, kıyafetler, beden dilini vs. en başından oraya getirmiyorlar, siyasetin mevcut dili ve pratiklerinin sertliği seni oraya hızla çekiyor”

Peki, Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Yeşil Sol Parti’yle ilişkiniz nasıl gelişti?

Benim için de ihraçlardan sonra daha evvel fırsat bulamadığım ölçülerde kadın örgütlerinden arkadaşlarımla, gazetecilerle, aktivistlerle bir araya gelmek mümkün oldu, ki bütün bu mecralarda HDP, şimdi de Yeşil Sol’da yer alan arkadaşlarımız da çok vardı. 

Eskiden de HDP’nin kuruluşundan bugüne, alanımla ilişkili konularda katkıda bulunabileceğim düşünülerek davet edildiğim bütün buluşma ve çalışmalara katılarak elimden geldiğince destek verirdim. İhraç sürecinde Gazete Duvar, Medyascope gibi mecralarda her hafta yazdım ve siyaset analizine odaklanan video programlar yaptım. Tam yedi yıl. Bunların önemli bir kısmında Kürt siyasi hareketine yönelik baskı politikaları, Kürt sorunu ve özellikle güncel politikada HDP ile ilişkili ilişkilenme ya da dışlama pratiklerinin anlamını bir iletişim bilimci olarak anlama ve anlatma çabası önemli bir yer tuttu. Yazılarımın büyük kısmında politik mizah da yaptığım için siyasetin başka türlü bir dille sürdürülebilme ve düşünülebilme imkanı için de bir pencere araladığımı ve bu pencerenin boğucu bir iklimde kimi okura gerçekten iyi hissettirdiğini bana yazılan mesajlardan biliyorum.

Okurunuz olarak yazdıklarınızın bana hissettirdiği duygunun da tam olarak “başka bir yöntem daha var” olduğunu söylemeliyim. Adaylık sürecinizde bunu nasıl deneyimlediniz?

Sanırım bir şekilde daha aktif biçimde siyaset alanında yer almak ve mümkünse başka türlü siyasetin mümkün olabileceğini kendime de göstermek istedim. Fakat bir yandan da şunu da daha kampanya sürecinde gördüm. Siyasette yer alan kadınlar, o eril dil, kıyafetler, beden dilini vs. en başından oraya getirmiyorlar. Siyasetin mevcut dili ve pratiklerinin sertliği seni oraya hızla çekiyor. Varlığını ve kararlılığını ancak böyle kabul ettirebileceğini düşünüyorsun sanırım. 

Daha birinci haftada çekilen videolara baktım, önden önden ve hızlı hızlı yürüyorum. Sanki benim yürüyüşüm değil gibi... Bunlar elbette bir ölçüde doğal, her mecranın dinamiklerine göre konum alıyoruz. Ama işte birbirimize benzemek, siyaset erkek hakimiyetinin alanı olduğu için erkek siyasetçilere benzemek zorunda olmadığımızı da her an kendimize hatırlatmamız da gerekiyor. Çünkü o dil ve o bedenin içine girdiğinde düşüncelerin de yapıp ettiklerin de dönüşüyor ve sınırlandırılıyor diye düşünüyorum. 

Tabii ki yine de bu sözleri belirli bir profile sahip okuru olan bir mecra için yaptığım bir söyleşide söylüyorum. Güncel siyasette her dakika bu paradoksları vs. düşünerek hareket etmek mümkün değil. Daha sade, daha hızlı ve daha anlaşılır olmak zorundayız. En önemlisi de kulak vermek, kime konuştuğunu bilmek ve çok dikkatle dinlemek çok önemli. Bunlar imzacılığımdan bugüne gelen süreci anlatmıyor gibi görünse de aslında imzalardan sonra kampüslerden daha fazla çıkarak “kulak verme” imkanı bulduğum için de bugün aktif siyaset içinde yer alıyorum.

“AKP-MHP iktidarı için de hiçbir şey kolay olmasın diye uğraşacağız”

Meclis’teki yeni dağılım sizin Meclis’teki mücadelenizi nasıl etkileyecek?

Bu dağılımın Meclis’te bizler için zorlu bir mücadeleyi getireceği açık. Ama siyasette kadın varlığının Meclis’te de toplumda da hiçbir zaman “kolaylık” bulmadığını biliyoruz. Bu kadar çok kadın siyasetçi boş yere cezaevlerinde değil. O zorlu mücadele içinde boyun eğmeyen, vazgeçmeyen kadınlar muhakkak ki bu kompozisyonla karşımıza çıkan bir Meclis için de zordur. Bu yüzden de Figen Yüksekdağ, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel ve birçok kadın arkadaşımız cezaevinde. 

Ama AKP-MHP iktidarı için de hiçbir şey kolay olmasın diye uğraşacağız. Gelir gelmez Kürtleri ve Yeşil Sol’u, gelir gelmez 6284’ü, gelir gelmez LGBTİ+ları hedefe yerleştireceklerini biliyorduk. Nitekim balkon konuşmasında bunların ipuçları verildi. 

Meclis’teki kadın temsiliyetini nasıl buluyorsunuz?

Medyada dünden bu yana 28. dönem Türkiye’de en yüksek oranda kadının Meclis’te olduğu bir dönem olarak tanıtılıyor. Meclis’in yüzde 20’si kadın. Yani 120 kadın milletvekili var. Bir yandan da aslında eşit temsilden ne kadar uzaktayız. Bu sayı içinde kadınların eşit temsil imkanı bulduğu tek parti Yeşil Sol Parti oldu. Kuşkusuz “kadın” perspektifinin siyasette ağırlık kazanmasının sadece kadınların sayısıyla ilgili olmadığını biliyoruz. Ama partimizdeki kadın arkadaşlarımın çoğu kadın hareketinden gelen kadınlar. Türkiye ölçeğinde de yerellerde de kadın örgütlerinde yer almış, mücadele etmiş, birçoğu birbirini bilen kadınlar. Birbirlerinin varlığından, Türkiye kadın hareketinden olduğu kadar Kürt kadın hareketinin özgün mücadelesinden güç alan kadınlar. Ayrıca diğer muhalefet partilerinde de bizimle aynı mecralarda aynı sorunlara karşı mücadele etmiş kadınlar var. Birbirimizden güç alıyoruz. 

Ezici çoğunluğu kadın düşmanı politikalara destek veren sağ siyasetlerden vekillerin oluşturduğu bir Meclis hayal etmiyorduk. 21 yıllık ağır hasar ve tahribattan sonra bir “yeniden inşanın” parçası olacağımız muhalefetin güçlü olacağı, partimizin de çok daha fazla sayıda vekille Meclis’te yer alacağı bir Meclis kompozisyonu hayalimiz vardı. Yeni bir Cumhurbaşkanı’nı desteklemiştik. Erdoğan’ın gitmesini istiyorduk. Birçok nedene bağlı olarak bunlar gerçekleşmedi. Peki yılgınlığa mı düşeceğiz, yeniden konum mu alacağız? Elbette yeniden konum alacağız. Yıllar evvel bambaşka bir mecrada yaptığım bir konuşma bu sabah karşıma çıktı. Şöyle söylemişim; “Kadınlar hayatta var olabilmek için sürekli kendilerini yeniden konumlandırmak, dogmalardan, kırmızı çizgilerden, değişmez büyük laflardan değil -ki bunların hiçbiri kadınların yardımına koşan olgular da değildir zaten- bağlamlardan, mekanlardan, erkek aklının her gün karşılarına çıkardığı büyük engeller yüzünden yeniden ve yeniden kurulması gereken bir kadın dilinden güç almak zorundadır. Kendini koruyabilmek için kendisine hangi yanlışın yapıldığını anlamak kadar, nerede yanlış yaptığını da durup düşünmek zorundadır kadınlar.” Kısacası bu Meclis aritmetiğinin oluşmasındaki -bütün eşitsizlikleri, baskıyı, zoru, seçim ve sandık güvenliği zaaflarını ve şaibeleri akılda tutarak da olsa- olası hatalarımızı da değerlendirmek zorundayız. Yeni ortak mücadele hattının nasıl kurulacağını, ağırlığın nereye verileceğini hesap edeceğiz. 

“Dillerine doladıkları LGBTİ+ tehdidi bütünüyle çarpıtma, yalan ve manipülasyon üzerine kurulu”

Açık kimlikli LGBTİ+’lar Meclis’e giremedi. Bu dönemde LGBTİ+ toplumu için neler yapacaksınız?

LGBT+ toplumunun her şeyden evvel, Türkiye koşullarında ve bu siyasi iktidar yapılanmasında karşı karşıya oldukları sorunun bir “varoluş” sorunu olduğunu anlatmamız, yaşam haklarına saldırıyla karşı karşıya olduklarının anlaşılması çabasına katkı sunmamız gerekir. 

Elbette bütün diğer ötekileştirilenler gibi LGBTİ+’ların da kendileri için talep ettikleri eşit hakların ve özgürlük mücadelesinin tartışmasız yanında olmak gerekir. Taleplerine ses katmak önemli. Kendi kimliği ile yaşama hakkından ve özgürlüklerden eşit biçimde yararlanma talebi toplumun hiçbir kesimi için tartışılmamalı. 

Fakat Türkiye’de LGBTİ+’lar bugün için yaşama barınma, istihdam ve sosyal hayata eşit özgür imkanlarla katılmak gibi en temel hakların mücadelesini veriyor. AKP-MHP iktidarı yıllardır bir türlü seçim atmosferinden çıkamayan Türkiye’de en ağır istismarı bu noktada yapıyor. Dillerine doladıkları LGBTİ+ tehdidi bütünüyle çarpıtma, yalan ve manipülasyon üzerine kurulu. Düşünebiliyor musunuz bu ülkenin İçişleri Bakanı LGBTİ+’ları ağır bir nefret diliyle mütemadiyen hedef gösteriyordu. 

Bu noktada açık kimlikleriyle Meclis’te yer alamayan LGBTİ+ toplumu için her birimizin yapması gereken en başta bu yakıcı ve bu hayati sorunlarını, bu çarpıtmayı görünür kılma çabasına destek vermektir. Görünür kılmaktır. Bu gerçekten bir onur mücadelesi.


Etiketler: insan hakları, siyaset
İstihdam