29/05/2021 | Yazar: Kaos GL
“LGBTİ+’ların İfade Özgürlüğü ve Sansür” konferansı başladı: LGBTİ+’lara linç kampanyalarıyla paralel olarak filmlerde diyalogların dahi sansüre uğraması geldiğimiz noktayı özetliyor.
Kaos GL Derneği ve Susma Platformu’nun medya, yayıncılık ve sanatta LGBTİ+’lara uygulanan sansür ve LGBTİ+’ların ifade özgürlüğünü tartışmak için düzenlediği konferans açılış konuşmalarıyla başladı.
Elliden fazla kişinin izlediği konferansta ilk olarak Susma Platformu’ndan Alican Acanerler konuştu. Acanerler, konferansın detaylarını açıkladığı konuşmasında; 2015’ten beri daralan sivil toplum ve kamuoyu içinde Susma Platformu olarak sansürün ve otosansürün kaydını tutmaya çalıştıklarını hatırlattı.
“Adeta topyekûn bir savaş haline gelen kültür savaşını elbette en çok hissedenlerden oldu LGBTİ+’lar”
“İfade özgürlüğü, medya, kültür, sanat her alandaki üretimin elzem taşıyıcısı hepimizin bildiği gibi. Yapıp ettiklerimizi görünür kılmak için, hakikatimizi yarına taşımak için ihtiyaç duyuyoruz” diyen Acanerler, konferansın amacını ise şöyle açıkladı:
“Bugün de burada bir araya gelmemizin sebebi aslında bu. Daha görünür bir mücadele için çabalayan iki platformun kesişim noktasındaki bir izleği farklı dallardan takip etmek.”
“Ne kadar değişti?” sorusunu yönelten Acanerler, toplumun bilgiye erişiminin gitgide daha da kısıtlanması ve değişen gerçekliklerimizin sansürü ve otosansürün belirdiği noktaların farklılaşmasına yol açtığını vurguladı ve şöyle devam etti:
“Adeta topyekûn bir savaş haline gelen kültür savaşını elbette en çok hissedenlerden oldu LGBTİ+’lar. Bugünkü oturumlarda bu kültür savaşının kültür ürünlerine yansımasını ele alacağız. LGBTİ+’lara yönelik korkutma, sindirme, yıldırma politikalarıyla artık bir kültür eserinde, açtığımız televizyonda, girdiğimiz internet sitesinde LGBTİ+lerin var olduğu her noktanın kesilip kırpılması şeklinde değil, artık “var olamaması” noktasına evrilen bir sansürden bahsedeceğiz. LGBTİ+ üreticiler, sanatçılar bundan nasıl etkileniyorlar, özetlemeye çalışacağız.”
“Sansür LGBTİ+’larla ilgili konularda yaşanıyor”
Acanerler, Susma Platformu’nun 2019-Kasım 2020 arasını kapsayan yıllık raporuna da değinerek, şöyle devam etti:
“Resmi açıklamalar içerisinde “genel ahlak” nadir olarak geçmiş olsa da; cinsellik, toplumsal cinsiyet ve LGBTİ+’lar ile ilgili kitapların, görsellerin ve etkinliklerin sansürlenip yasaklandığı vakaların bazen açık bazen de üstü kapalı bir şekilde “genel ahlak, milli ve toplumsal değerler”e atıfla gerçekleştirildiğini gördük geçtiğimiz yıl. Yani eylem/etkinlik, yayıncılık, müzik, sinema, internet yayıncılığı ve diğer alanlarda yaşanan ifade özgürlüğü engellemeleri ve sansür vakalarının bir şekilde toplumsal cinsiyet eşitliği, LGBTİ+ ve kadına karşı şiddet ile ilgili konular dolayısıyla yaşandığını görmemizdi. Diyanet’in hedef göstermesi ile beraber LGBTİ+’lar sansür ve yasaklarla daha da çok karşılaşmaya başladığına zaten birazdan başlayacak oturumlarda değinilecek.
“Bir başka üzerinde durulması gereken sansür uygulayıcısı da RTÜK’tü. İlk oturumda medyadaki sansürün boyutları ele alınırken değinileceğini umuyorum. Sene boyunca RTÜK başkanının da katıldığı LGBTİ+’lara yönelik linç kampanyalarıyla paralel olarak televizyonlarda yayınlanan filmlerde diyalogların dahi sansüre uğraması bize geldiğimiz noktayı bence çok iyi özetliyor.
“Herkes işine gelince ‘sansürü’ söylemlerinde kullanıyor”
“Ayrıca raporda üstünde durmaya çalıştığımız noktalardan biri yeni sosyal medya düzenlemesi. Başlangıçta bunun LGBTİ+’larla ilgisi olmadığı düşünülebilir ancak İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un daha çok yakın 6 Mart’ta yaptığı bir konuşmada dijital faşizmle suçluyordu sosyal medya mecralarını. Fahrettin Altun’a göre, dijital faşizm, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun cinsiyet kimlikleri nedeniyle hemen hemen her gün yurttaşlarının bir kısmını sosyal medya üzerinden “sapkın” olarak damgalaması değil, Twitter’ın Süleyman Soylu’nun Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine yönelik “LGBTİ sapkınları” paylaşımının yanına “Twitter kurallarını ihlal ettiği” açıklamasını koymasıydı. Bu bence kendi içinde bir ironiyi de barındırıyor. Rapora göre de sansürün en fazla uygulayıcılarından olan İçişleri Bakanlığı bir bakıyoruz ki sansürden dem vuruyor, yani herkes işine gelince “sansürü” söyleminde kullanabiliyor.”
Kaos GL, Dilek Kumcu’yu andı
Ardından Yıldız Tar, konuşmasına hayatını kaybeden çocuk hakları savunucusu Dilek Kumcu’yu anarak başladı:
“Dilek, uzun yıllar boyunca çocuk hakları için mücadele etmiş değerli bir dostumuzdu. Uluslararası Af Örgütü’nde ve kapatılan Gündem Çocuk Derneği’nde de yer alan Dilek’le yollarımız 2000’lerin başında kesişti ve çocuk hakları alanında birlikte mücadele etme şansına sahip olduk. LGBTİ+ çocukların hakları için yaptıklarından dolayı kendisine minnettarız. Birlikte özgürleşme düşümüzde bizle birlikte yürüyen değerli bir hak savunucusunu kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyoruz.”
2015’ten bugüne neler oldu?
Tar, sansür ve ifade özgürlüğünü anlayabilmek için LGBTİ+ hareketinin geçtiğimiz yıllarda nelerle karşılaştığını hatırlamak gerektiğini şöyle vurguladı:
“Aslında söze 2015’ten bahsederek başlamak istiyorum. Ben o yıl İstanbul Onur Yürüyüşüne polis saldırdıktan sonra yayına konuk olup “bu apaçık bir savaş ilanıdır” demiştim. O zaman gülenler olmuştu, “aman canım bir tane yürüyüşe polis saldırdı diye savaş ilanı mı olur” diye. Maalesef ki haklı çıktık; 2015'ten itibaren hükümetin adım adım gerçekten de bir plan dahilinde LGBTİ+’lara saldırdığını gördük. Sadece belli dönemlerde akla gelince yapılan açıklamalar değil, organize ve sistematik bir şekilde LGBTİ+ düşmanlığını topluma yerleştirmek istediler, onların çok sevdiği “algı operasyonu” kavramını gerçekleştirmeye çalıştılar. Böylece tehlikeli bir şekilde toplum mühendisliğine soyundular. Fakat devletin toplum mühendisliğine soyunduğu her konuda olduğu her gündemde olduğu gibi devlet kaybetti, kaybedecek. Esas olan toplumdur, toplumsal ilişkilerdir.
“2016’da Ankara’da yürüyüş yasaklandı. IŞİD Kaos GL’yi tehdit ettiğinde bizi koruyacak kadar polisleri olmadığını söylediler. Bir dönem yasaklar için gerekçeleri kamu güvenliği iken şimdi niyetlerini açık açık ortaya dökmüş durumdalar. Sapkın kelimesi havalarda uçuşuyor. 2017’de Türkiye’nin başkenti Ankara’da süresiz bir yasakla karşılaştık, böyle bir şey olabilir mi? İçinde LGBTİ+ geçen tüm etkinlikler, yürüyüş de değil film gösterimleri ve atölyeler dahil, yasaklandı. OHAL bile üçer aylık periyotlarla ilan edilirken, LGBTİ+ yasağı süresizdi. OHAL bitti, ikinci yasak geldi. Dava açtık, 2020’de kazandık ki bu kez pandemi çıktı.”
“Yeri geliyor medya siyasete direktif veriyor, yeri geliyor tam tersi”
Yıldız Tar, inşa edilmek istenen LGBTİ+ düşmanlığının beş ana hattan ilerlediğini söyledi ve bu hatları şöyle sıraladı:
“Oturup karşıtlık politikasına dair analiz yaptığımızda bunları 5 ana başlıkta topladık, ki çok orijinal bir karşıtlık politikası da değil bu. İlki LGBTİ+ ve din karşıtlığı. Elmalarla armutlar birbirine karşı olabilirmiş gibi. Cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve din birbirinden farklı eksenlerde meseleler. İkincisi, LGBTİ+ ve aile. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına kadar giden süreçte medyada siyaset eliyle LGBTİ+ dernekleri kapatılsın kampanyası var 5 yıldır. 2020 Medya İzleme Raporumuza göre yazılı basındaki haberlerin %61’i nefret söylemi ve ayrımcı dil içeriyordu. Artık siyasetten bağımsız bir medyadan bahsetmek mümkün değil. Yeri geliyor medya siyasete direktif veriyor, yeri geliyor tam tersi. Üçüncü söylem, en klasiklerden: “Bunlar batı özentisi, batıdan geldiler, zaten AB fonları alıyorlar.” Yani el insaf, AB uyum süreci kapsamında hangi bakanlıkların hangi fonlarla hangi projeleri yaptığı ortada. Mültecilerin hayatları pahasına yapılan pazarlıklar varken bu mudur mesele? Homofobi zaten böyledir, herhangi birisi bir eylemi yaptığında sorun değilken LGBTİ+’lar yaptığında soruna dönüşür. En kırılgan, yüklenilebilir gruptur çünkü. Dördüncü söylem çocuk istismarı, en onur kırıcı söylemlerden biri. “LGBTİ+ çocuklar vardır” deyince, siz çocuklara cinsellik, cinsiyet mi atfediyorsunuz diyorlar. Hayır, bu toplumda çocuklara daha doğmadan cinsellik ve cinsiyet atayan asıl heteroseksizm ve ikili cinsiyet rejimidir. Ben çocukken sırf kimliğimden ötürü benle alay edildiğinde, dayak yediğimde varım. Büyüdüm. Şimdi de sen çocukken yoktun diyorlar. Böyle bir şey olabilir mi? Beşincisi, artık LGBTİ+ ve terör meselesi. LGBTİ+ olmak bir suçmuş gibi gösteriliyor. Senelerdir evirip çevirip gündeme göre bu beş konu sistematik olarak devreye giriyor.
“LGBTİ+’lar özneden çok nesne olarak görülüyor”
“2020 Medya İzleme Raporu’nda gazete bazlı izleme de yaptık. En çok LGBTİ+ haberini yapan gazete Yeni Akit. Hemen arkasından gelen BirGün ve Cumhuriyet’i topladığınızda dahi Yeni Akit’e ulaşamıyorsunuz. LGBTİ+ karşıtlığı onların haber odasının ve yayın politikasının en önemli parçalarından biri hâline geldi. Muhtemelen Yeni Akit okurları Kaos GL’yi de orada çalışan bizleri diğer herkesten daha yakından tanıyor artık. Sorun şurada: AKP ile ilgili bir mesele olduğunda çok haber yapıp sonra unutmak. Siz unutuyorsunuz ama LGBTİ+’ların hayatları, maruz kaldıkları ayrımcılık ve nefret söylemi devam ediyor. Hayatlarımız yalnızca Onur Haftasında, Cumhurbaşkanı ya da İçişleri Bakanı bir açıklama yaptığında piyasaya çıktığımız anlardan ibaret değil. Hayatı görmek zorunda olan, hayattan beslenmesi gereken medyanın bunu görmemesi üzüyor. Bu gazeteciliğin niteliksizleşmesi anlamına da geliyor. Senede bir kez Onur Haftasında LGBTİ+ haberi yaptığınızda hata yapmak, yanlış kurmak kaçınılmaz. Çünkü bu, bu konu senin yayın politikanın merkezine yerleşmemiş anlamına geliyor. İzleme raporunda baktığımız bir diğer şey, LGBTİ+’lar hakkında en çok kim konuşmuş, kime mikrofon uzatılmış? Birincisi köşe yazarları, tabii kaynak belirtmeden. Çünkü Türkiye’de köşe yazarlığı kaynak belirtmemek anlamına gelir. İkincisi uzmanlar ve akademisyenler. Üçüncüsü LGBTİ+ karşıtı STK’lar. En son LGBTİ+’lar ve LGBTİ+ örgütleri. LGBTİ+’lar hakkında en az LGBTİ+’ların konuşması çok çarpıcı, nefret söylemi oranından dahi daha çarpıcı bir veri bence. Demek ki sizin habercilik pratiğiniz mikrofon uzatmayı, sesi olmayanın sesi olmayı benimsemiş bir noktada değil. LGBTİ+ haberi yaparken LGBTİ+’lar özneden çok nesne olarak görülüyor demek ki.”
Tar son olarak; toplumsal dönüşüm ve eşitlik mücadelesine dair şunları kaydetti:
“Toplum genel olarak muhalefetin de, ne yazık ki sivil toplumun da çok daha önünde bir yerde duruyor şu an. Benim güvendiğim ve umut bağladığım yer burası, LGBTİ+ hareketinin ilmek ilmek ördüğü o toplumsal dönüşüm. Günün sonunda toplumsal mücadeleler, tüm eşitlik ve özgürlük mücadeleleri, sadece haklı oldukları için değil, bir yandan da haklılığın kazandırdığı meşruiyetle ve örülen ittifaklarla er ya da geç haklarına kavuşurlar.”
Açılış konuşmalarının ardından konferans şu oturumlarla devam etti:
Medyada ifade özgürlüğü ve sansür: 13.30-15.00
İdil Engindeniz: Kimin İfade özgürlüğü? Medyadaki Nefret Söylemi LGBTİ+’ları Nasıl Etkiliyor?
Av. Kerem Dikmen: İfade Özgürlüğü Denizinde Nefret Adası Olabilir mi?
Moderatör: Yıldız Tar
Yayıncılıkta ifade özgürlüğü ve sansür: 15.15-16.45
Oya Burcu Ersoy: Bir İfade Özgürlüğü Alanı Olarak Aşkın L* Hali
Hatice Kapusuz: Çocuk Edebiyatında Sansür ve Muzır Kurul
Moderatör: Umut Güven
Sanatta ifade özgürlüğü ve sansür: 17.00-18.30
Aylime Aslı Demir (Ankara Queer Sanat Programı): Zor Zamanlarda Sanat
Özgür Can Taşçı (TAPA): Sansüre Karşı Sanatta İfade Özgürlüğü Alanlarını Çoğaltmak?
Arya Zencefil (Kuirfest Kuir Sanatçılar Dayanışma Ağı): Toplumsal İyileşmeden Mahrum Kalma
Moderatör: Kültigin Kağan Akbulut
Etiketler: insan hakları, medya, nefret suçları