03/06/2022 | Yazar: Ali Erol

Mayıs ayında LGBTİ+’lar için gökkuşağı “köşe”leri Evrensel, Duvar, Sözcü, ArtıGerçek yazarlarından geldi

LGBTİ+’lar için Mayıs ayı gökkuşağı “köşe”leri Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Gökkuşağının hakkını veren, LGBTİ+’lara (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans, İnterseks) selamı esirgemeyen, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı yapmayan, en azından homofobik ve transfobik nefret söylemlerinden medet ummayan Mayıs ayı pozitif “köşe”leri Evrensel, Duvar, Sözcü, ArtıGerçek, EnBursa Haber, Malatya Söz Gazetesi ve WorknWomen yazarlarından derledik.

Evrensel, Şebnem Korur Fincancı: “Türkiye işçi sınıfına selâm!”

Evrensel yazarı Şebnem Korur Fincancı, “1 Mayıs”ı selamlıyor: “Biz hekimler, biz sağlığı üreten sağlık emekçileri… Biz hekimlerin örgütlü sesi, Türk Tabipleri Birliği olarak… Bu topraklarda sömürünün katmerlisini yaşayan kadınlara, şiddeti en derinden hisseden LGBT+ insanlarımıza bir soluğu çok gören, İstanbul Sözleşmesi’nden bir çırpıda vazgeçenlere karşı o Danıştay salonunu hıncahınç dolduran, onuru için dimdik ayakta duranlar, asla boyun eğmeyenleriz. Ağırlaştırılmış müebbetlerinizi sol memesinin üzerine madalya yapanlar, o sol memesi altındaki cevahiri ışıldayanlarız. Dillerimizi sürgün ederken yüzleşemedikleriniz ama elbet suçlarınızla sizi yüzleştirecek olanlarız.”

Evrensel, Ayşen Şahin: “Onur Yürüyüşü barikat aşmalı direnişe dönüştü”

Evrensel yazarı Ayşen Şahin ise “La Vita è Bella” başlıklı köşe yazısında, “Zulmün varabileceği nokta konusunda sürekli ezberimiz bozuluyorken bir araya gelirken de ezberleri bozabilsek keşke” diyor ve ekliyor: “Biz önce bir yaşamdan tat aldığımızı hissetsek de ağzımızda bal tadı, dizlerimizdeki tozu silkeleyip, “Evet hayat güzel bir şeymiş, bunun için kavga etmeye değer” diyebilsek.”

“Eskişehir Valiliği müzik festivalini yasaklamış, bunun üzerine çeşitli tarikat ve cemaatler kendisine “İçki içilen ve çadırlarda kızlı erkekli kalınan fuhşi etkinliğe karşı tavrı” yüzünden teşekkür etmişti… Eskişehir’de bildiri dağıtılıyormuş... Konya merkezli livata adlı bir web sitesine de referans veren bildiri, LGBTİ+’ların katline dayanan dini alıntılar yazıyor, eğer 2 kere recm mümkün olsa bu livata yapanlara uygulanmalı diyor, katli gerekir çağrısı yapıyormuş… Onur Yürüyüşü’ne saldırıldığında pankartlarda yazanlarla dalga geçenler vardı. Şimdi Onur Yürüyüşü de 8 Mart da bir festival havasından barikat aşmalı direnişe dönüştü.”

Evrensel, Sinan Birdal: “Dönüştürme terapisinin özel harbe mahsus psikolojik harp teknikleriyle birebir örtüşen özellikleri olduğunu…”

Evrensel yazarı Sinan Birdal, “Gayrinizami harp tekniği olarak homofobi” başlıklı yazısında, 13 Mayıs’ta Ana Muhalefet Lideri ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun SADAT’ın kapasına dayanması ve “SADAT bir paramiliter kuruluştur” açıklamasının ardından devam ediyor: “Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği SADAT’ın gayrinizami harp eğitimi konusu yaklaşık beş yıl kadar önce propaganda ve gayrinizami harp konusunda araştırma yaparken ister istemez önüme çıkmıştı… Araştırmalarıma devam ederken tanıdık bir isme denk geldim: Prof. Nevzat Tarhan. Eşcinselleri heteroseksüllere dönüştüren terapiler uyguladığını iddia eden bu şahsın ismini LGBTİ+ camiası iyi bilir. ABD’li aşırı sağcılardan ithal edilen bu teknik insan sağlığı üzerindeki tahrip edici etkisi nedeniyle bugün birçok ülkede yasaklanmış durumda. Nitekim araştırmalarım sırasında dönüştürme terapisinin özel harbe mahsus psikolojik harp teknikleriyle birebir örtüşen özellikleri olduğunu keşfettim. Her ikisi de hedefe koydukları insanları ruhsal olarak dönüştürerek kontrol etmeyi amaçladıkları için uygulamada prensipleri benzeşiyor. Bu anlamda Tarhan’ın da hem psikolojik harp hem de dönüştürme terapisi uzmanı olan emekli bir askeri psikiyatr olmasına şaşmamalı.”

“Eşcinselliğin, siyasi muhalefetin ve nihayetinde her türlü toplumsal farklılığın (Sınıfsal farklılık hariç, orada farklılık doğal kabul ediliyor!) ruhsal bir hastalık olarak kabul edildiği ve tıbbi müdahale gerektirdiği düşüncesi türlü özel harp tekniklerinin ortak temelini oluşturuyor. Toplumu bir insan bedenine benzeten bu yaklaşım her insanı toplumda gördüğü belirli bir işlevle tanımlıyor (Cem Karaca’nın deyişiyle “İşçisin sen, işçi kal”). Böylece mevcut toplumsal iş bölümü doğallaştırılarak buna itiraz eden herkes beden sağlığına (yani hakim toplumsal düzene) bir tehdit olarak algılanıyor ve böylece hem “cerrahi” hem de “psişik” müdahalelere zemin hazırlanıyor.”

“LGBTİ+lara yönelik artan baskılar ve saldırılar içine girdiğimiz döneme ilişkin önemli işaretler veriyor. Ülkemizde demokrasi talep eden tüm kesimlerin LGBTİ+ konusunu salt bir kimlik talebi veya bir yaşam tarzı meselesi olarak görmekten vazgeçmesi ve iktidar kavgalarıyla doğrudan bağlantılı bir alan olduğunu idrak etmesi için kaybedilecek zaman yok.” Evrensel yazarı Birdal’ın, 17 Mayıs Uluslararası Homofobi, Bifobi, Transfobi ve İnterfobi Karşıtı Günü kutlayarak bitirdiği köşe yazısına Duvar da yer verdi.

Evrensel yazarı, bir sonraki yazısında “Eskişehir’de eşcinsellerin taşlanarak veya yakılarak öldürülmesini telkin eden broşürlerden” bahsedeciğini duyururken ekledi: “12 Eylül tutsakları ve LGBTİ+ların “ruh hastaları" olarak tanımlanıp, benzer psikiyatrik işlemlere tabi tutulması şu çıplak gerçeği kavramamızı mümkün kılıyor: “Anlatılan senin hikayendir!””

Eskişehir'de ne oluyor?” başlıklı köşe yazısında, Evrensel yazarı Sinan Birdal, Eskişehir’de dağıtılan ve ““Lut kavmi” olarak tanımladığı LGBTİ+ların recmedilerek ve yakılarak öldürülmesi çağrıları içeren” broşürü ele alıyor: “Yıllar önce Konya’da kitap olarak basılmış olan broşür aslında yeni kaleme alınmış bir metin değil. Metin içinde livata.net adlı bir internet sitesi de referans olarak veriliyor. Bu sitede broşüre ek olarak 2000’li yılların başından bazı gazete haberleri ve LGBTİ+ aktivistleriyle o dönemde yapılmış röportajlar yer alıyor. Ne müstear isimle imzalanmış broşürde ne de internet sitesinde herhangi bir künye bulunuyor. Benim dikkatimi öncelikle bu gizlilik çekti. Her türlü faşist ve gerici söylemin iştahla ifade edildiği böyle bir dönemde bu gizliliğin nedeni ne ola ki? Hedefe konan LGBTİ+lar kamusal alanda siyaset yaparken broşürü dağıtanların kendilerini gizleme ihtiyaçları nereden kaynaklanıyor olabilir?”

Eskişehirli kaynakların Vali Erol Ayyıldız’ın kente atandığından beri baskıcı uygulamaların arttığına dikkat çektiğini belirten Evrensel yazarı Birdal, devam ediyor: “LGBTİ+ların katledilmesini vaaz eden sahte imzalı broşürler işte bu ortamda kimliği henüz tespit edilmemiş kişiler tarafından dağıtıldı. Kızlı erkekli içki içilmesini kamu güvenliğine tehdit sayan yetkililer yurttaşların taşlanarak ve yakılarak öldürülmesini teşvik eden yayınları güvenlik meselesi saymamış olmalı ki henüz bu konuda bir açıklama ya da tedbir duyulmadı. Şimdilik Anadolu Fest hazirana ertelendi ama Eskişehir kaygı verici bir sürece girmişe benziyor. Ülke kamuoyunun Eskişehir’i yakından takip etmesi gerekiyor.” Evrensel yazarının “Eskişehir” yazısı, Diken ve Medyaport sitelerinde de yer aldı.

Duvar, Berrin Sönmez: “Esasen hezeyanlarına, kışkırtıcılıklarına fıkıh tarihinden tek bir örnek ceza hükmü verebilecek olsalar o broşüre yazarlardı bundan kimsenin şüphesi olmasın”

Duvar yazarı Berrin Sönmez, Mayıs ayından, “Cinsiyetçilik, ırkçılık, homofobi ve siyasetin aymazlığı” başlıklı ilk köşe yazısına, “Bayram gündeminden akıllara yerleşenler hiç iç açıcı değil. Ve uzun süre zihnimizi meşgul edeceği anlaşılan zehirli karışım: cinsiyetçilik, ırkçılık, homofobi.” diye başlıyor.

“Her biri kesinlikle cinsiyetçi ve homofobik olan ırkçıların sanki kendileri hiç yapmıyormuş gibi “kadınlarımız kızlarımız” yaveleriyle göçmenlerin tacizciliğinden söz ederek cinsel şiddeti araçsallaştırması, çok yönlü tehlike barındırıyor içinde. Cinsel şiddet, eril şiddet türleri arasında mücadelesi en zor olan ve ne zaman siyasal gerilim aracı haline getirilse mücadele daha zorlaşıyor. Kabataş yalanından biliyoruz. Şimdi göçmen karşıtı ırkçı eylemlerin ana teması olarak kullanılması, cinsel şiddetle mücadeleye engel olacak nitelikte. Irkçıların kendi işledikleri cinsel şiddet suçlarından aklanmak için göçmenleri işaret ediyor olduklarını söylemek hiç abartma sayılmaz.”

Duvar yazarı, “Ve bayramın ilk günü Taksim’de travestiler sokağına bir grup göçmen akını da akıllardan çıkacak gibi değil. Bir gün önce 1 Mayıs için girişlere izin verilmeyen, gözaltına alınanların olduğu Beyoğlu’nun arka sokaklarına göçmen akını sırasında polis süt dökmüş kedi gibi bir köşeye mi gizlenmişti? 8 Martlarda İstiklal’i kadınların gece yürüyüşünden korumak isteyen Emniyet, Valilik neredeydi? Travestiler sokağına göçmen akınını salt seks talebiyle ilişkilendirmek biraz safdillik olur” diyor ve devam ediyor: “Demem o ki hepimiz göçmeniz amenna, ırkçılık yapılmasına karşı durmak erdemdir kesin. Bunun yanı sıra ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi gibi gizli servis operasyonları için kullanılabilecek elverişli araçlara karşı uyanık olmak lazım. İktidar olanların, iktidara gelmek isteyenlerin çok benzer şekilde bu zehirli karışımı kullanması en kötü ihtimallerden. Özellikle iktidarın sosyal uyum ve içerme yönünde hiç politika üretmediği, göçmenlerin salt kölelik düzeyinde ucuz iş gücü olarak kullanıldığını, hatta ihtiyaca binaen dış politikada şantaj unsuruna dönüştürüldüğünü unutmamak gerek. E ihtiyaç halinde iç politikada da benzeri şekilde elverişli araçlar olarak görülmeleri pekâlâ mümkün.”

Duvar yazarı Sönmez’in Mayıs ayından ikinci köşe yazısı, “İstanbul Sözleşmesi yürürlükte: Kimsenin canı kimseye helal değil!” başlığı altında, “İstanbul Sözleşmesi hakkında yargı süreci devam ediyor ancak Sözleşme karşıtı ataerkiller, devletin şiddetten korumakla yükümlü olduğu LGBTİ+lara yönelik saldırıları, hukuksuz karardan aldıkları cesaretle yükseltiyorlar” diye başlıyor.

“Sözleşme’nin hala yürürlükte olduğunu hatırlatmak özellikle önemli. Sözleşme, detaylı tarif ettiği ayrımcılık yasağına ataerkil zihniyetin karşı çıkışından etkilenen iktidar tarafından kaldırıldı. Ayrımcılık yasağına itiraz, erkek şiddetinin eşcinsellere yöneldiğinde cezasız bırakılmasını istemek anlamına geliyor. Eşcinselliğe taraf değil şiddete karşı olmak İstanbul Sözleşmesi’nin konusu. Eşitsizlikten kaynaklanıp, eşitsizlikle beslenen erkek şiddetiyle mücadele için kadın erkek eşitliğinin yaşama geçirilmesi gerekiyor. Aile içi/ev içi ve kamusal alandaki şiddetle mücadele edebilmek için toplum hayatının her alanında cinsiyet eşitliğinin kurulması gerektiği belirtiliyor. Cumhurbaşkanı ve iktidar çevrelerince gayet iyi bilindiği şekilde Sözleşme, aileye taraf ya da karşı değil; burada konu şiddet.”

“Sözleşme hakkındaki hukuka aykırı karar sonrası hem kadınlar hem LGBTİ+lar için yaşam hakkına, hayat tarzına, seçimine, giyimine yani tümüyle insanlık onuruna yönelik saldırıların artması, erkek şiddetinin yükselmesi üzerinde şiddetle mücadele alanında çalışan kamu görevlilerinin dikkatle düşünmesi gerekir. Hem İstanbul Sözleşmesi hem taraf olunan bütün İnsan Hakları Sözleşmeleri hem de alenen suça teşvik olduğu için ceza kanununun ilgili hükümleri doğrultusunda Eskişehir’de dağıtılan LGBTİ+ bireylere yönelik “katli vacip” anlamındaki broşürleri basan, yayınlayan, dağıtan kişi ve kurumlar için kamuya açık yargı süreci başlamalı. Etkin soruşturma ve kovuşturma yürütülmeli. Hukuk devleti olmanın gereğidir bu olayın soruşturulup, kovuşturulması. Lakin yazık ki Valilik tarafından getirilen etkinlik yasağı kamu görevlilerinin görevlerini yapmak yerine özgürlükleri engellemek eğilimini bir kere daha gösterdi.”

“Diğer yandan eşcinseller için katli vacip anlamına gelen suça teşvik broşüründeki dinden dayanak getirme gayretine de bir çift laf etmek gerekir belki. Ancak o broşürü hazırlayanlar, Müçtehit İmam adını da eklediklerine göre 1400 küsur yıllık fıkıh tarihinden, iki elin parmak sayısınca değil bir elin parmak sayısınca kesilmiş ceza hükmü örneği getirsinler de ondan sonra konuşalım. Çıkarsa bu yönde örnekler o zaman asırlar içinde yaşanmış olan ceza hukukunda insanileşme süreci ve dini hukuk alanındaki yorum farklılıkları ile birlikte tartışırız. Esasen hezeyanlarına, kışkırtıcılıklarına fıkıh tarihinden tek bir örnek ceza hükmü verebilecek olsalar o broşüre yazarlardı bundan kimsenin şüphesi olmasın. İslam’a ve İslam’ın peygamberine cana kıyıcı sözler isnat edip “vurun kahpeye” hezeyanlarını Müslümanlık zanneden gafillere hatırlatalım: “Canı veren Allah alır canı.” İnsan hakları hukukunun evrenselleşmesinden 1400 yıl önce söylenmiş temel haklar hadisi kulaklara küpe olmalı: “Ey insanlar canınız, malınız, ırzınız mukaddestir.” İslam’ın Peygamberi insan hakları sözleşmelerinden bin küsur yıl önce temel haklar hadisinde yaşam hakkının, mülkiyet hakkının, kişilik haklarının dokunulmazlığını hem de hiçbir ayrım yapmadan tüm insanlar için geçerli olan şekilde “Ey insanlar” hitabıyla açıkça ortaya koymuştu. Şimdi kimi siyasi otoritenin nüfus ve beden politikası için ve kendini din otoritesi saydırmak isteyen kimilerinin Allah’ın hükmüne ortak olmak ister gibi yaptıkları yorumlara, verdikleri buyruklara aldananlar varsa onlara da hatırlatalım: “O hükmüne kimseyi ortak etmez. (Kehf/26)”

Sözcü, Deniz Zeyrek: “Tıpkı LGBT'yi düşman ilan edip…”

Sözcü köşe yazarı Deniz Zeyrek, “Psikolojik harp yasakları” başlıklı yazısında, AKP'li belediyeler ve valilikler tarafından konserleri yasaklanan sanatçıları ele alıyor ve ekliyor: “Geçmişte MGK'nın gizli psikolojik harp genelgelerini ortaya çıkarmış gazeteci olarak söylüyorum: O belediye başkanlarının, rektörün ve valilerin dahi uyguladıkları yasakların gerçek kaynağı ve amacı konusunda fikri olmayabilir."

Sözcü yazarı, söz konusu yasakları iki kategoride sıralıyor: “1- İktidardaki aşırı milliyetçilikten/muhafazakarlıktan kaynaklı olarak farklı etnik kültürlere gösterilen tahammülsüzlüğün ortaya konulması, otoriteyi ispatlama çabası. 2- Mevcut otoritenin kendi ahlak normlarını bütün topluma dayatma çabası. (Burada karar verici makamlarda oturan bütün erkeklerin kadınlara hangi gözle/kafayla baktığının ortaya çıktığını unutmayın lütfen.)”

Bu iki kategorinin “baskıcı yönetimlerin en temel özelliği” olduğunu ekleyen Sözcü yazarı, “Otoritenin kendi arzuladığı toplumu yaratma çabasının, bir tür toplum mühendisliğinin ürünüdür. Türkiye Cumhuriyeti'nin bir asırlık geçmişine bakın, bu tür yasaklar bu yoğunlukta hep baskıcı dönemlerde getirilmiştir. 12 Eylül rejiminin benzer yasaklarını sıralasak sayfalar yetmez” diye devam ediyor.

“Bu tür yasakların hepsi planlıdır ve bütün sonuçlarıyla hesaplanarak tek merkezden hayata geçirilmiştir. Kimi zaman bir siyasetçi, kimi zaman bir sivil toplum kuruluşu, kimi zaman bir tarikat/cemaat fitili ateşler. Bunun literatürdeki adı 'psikolojik harp'tir.”

“Mosso'nun dekoltesinden rahatsız olanların, ahlakları bozulanların, dekolte işinde zirve yapmış Seda Sayan ve Hülya Avşar gibi kadınları devletin zirvesinde dahi baş tacı etmesinin bir mantığı var mıdır? Bu çifte standardın en alası değil midir? Tıpkı LGBT'yi düşman ilan edip, LGBT'nin T'sinin ülkemizdeki ünlü örneklerinden biri olan Bülent Ersoy'u Saray'daki bütün etkinliklerde baş köşede ağırlamaları gibi.”

ArtıGerçek, Erol Köroğlu: “Utanç duyacak bir şeyimiz yok… LGBTİ+’ları insanlığından soymaya kalkan heteronormatifliğin ta kendisi utanç duymalı”

ArtıGerçek yazarı Erol Köroğlu, “Devletin gör dediği: Düzeni bozan canavarlar” başlıklı yazısında, Boğaziçi Üniversitesi’nde LGBTİ+ öğrencilere dönük baskı ve şiddeti ele alıyor: “20 Mayıs Cuma günü, Boğaziçi Üniversitesi ana yerleşkesi, bir buçuk yıldır benzerlerini gördüğü ama yine de kayyım rektörlük tarafından önceden planlanması ve soğukkanlı icrasıyla vicdanlarımızı sızlatan bir şiddete tanık oldu. Olay, en basit anlatımıyla Boğaziçi’ndeki LGBTİ+ öğrencilerin her yıl bu zamanlarda yaptıkları Onur Yürüyüşü’nün engellenmesi ve bu sırada bir akademisyen ile 70 öğrencinin gözaltına alınmasıydı.”

“Homofobi, yahut eşcinsel olana dönük korku, modern düzcinsel normalliğin kuruluşunda olmazsa olmaz bir unsur oldu. Homoseksüellik, hatta homoerotik ve homososyal olan her şey tehlikeli resmedildi. En bulaşıcı hastalık, en büyük utanç ve toplumu yerle bir edecek muazzam bir tehlike olarak yansıtıldı. LGBTİ+ kimliğe sahip olanların “Onur” sözcüğünü kullanmaları, tam da bu süreçte kendilerine yaşatılan büyük eziyet ve haksızlıklara bir gönderme. “Utanç duyacak bir şeyimiz yok” diyorlar. “LGBTİ+ bireyleri insanlığından soymaya kalkan heteronormatifliğin ta kendisi utanç duymalı” da demiş oluyorlar.”

“Hani çeşitli komedi filmlerine de konu olmuş, televizyon ilk geldiğinde insanlara tanıtılırken söylenen “karşınızda Zeki Müren’i görebileceksiniz” sözü var ya. Karşılığında oradakilerden biri “Zeki Müren de bizi görebilecek mi?” diye soruyor. Biz de bu komik soruyu ciddiye alarak buna benzer bir soru sormak zorundayız. Çünkü baskıcı hâkim söylemleri, kendini norm olarak dayatan anlayışları görmek, ne yaptıklarını anlamak gerek… O zaman soralım: Onlar da bizi görecekler mi? Evet, görüyorlar, izliyorlar. Anlamak için değil de, ne yaptığımızı kaydedip kendi gündemlerini dayatmak için. Buna da tamam ama öyleyse nasıl görüyorlar? Yani önceki haftalardaki yazılarıma atıfla, karşılarında demokratik mücadele verdiğimiz anlayış ve söylemler bizleri hangi çerçeve ya da çerçeveler aracılığıyla görüyorlar?”

Yerel basından homofobi karşıtı köşeler

Bursa yerel basınından EnBursa Haber yazarı Melisa Öztürer, Bursaspor stadyumunda oluşan gökkuşağının fotoğrafını, kişisel twitter hesabından, “Az önce statta böyle bir şey oldu” notuyla paylaştı. Öztürer, paylaşımına “gökkuşağı bayrağı” ile “gülümseyen yüz” emojisi de ekledi. EnBursa yazarı Öztürer, stadyumdan paylaştığı gökkuşağı fotoğrafına gelen tepkileri, “'Top Bursa diyeceklermiş' mazur görün cahili!” başlıklı köşe yazısına taşıdı: “Bilim ve sanattan uzak kalanın aklı her şeye çalışır maalesef. Bursaspor-Ümraniyespor maçını kameraman arkadaşım Emre Çelik ile birlikte takip ediyoruz; maç başlamadan hemen önce statta harika bir görüntüye tanık olduk. Hemen fotoğrafladım. Sizin de görmüş olduğunuz şu fotoğraf, çok hoştu hakikatten…”

“Gökkuşağı fotoğrafı altına ne yorumlar ne yorumlar gelmiş… Yok ‘LGBT özendiriciliği yok 'Ay Ayol Bursaspor' diyenler, 'Gökkuşağı açacağı yeri iyi biliyor' diyerek aklınca söz sanatı yapmayı çalışanlar, sorsan tariz nedir? Bakar kalır suratına… Siyasi propaganda yapmakla bile itham edildim. Pes doğrusu... İyi, beni eşcinsel ilan etmedi bunlar… Gökkuşağı paylaşıyor, kesin lezbiyen bu… Hayır, en üzüldüğüm nokta da; fotoğrafa gelen yorumlardan etkilenerek ‘Abla lütfen sil, top Bursa diyecekler’ şeklinde yazıp, üzülen taraftarlar. Bizim artık buraları çoktan geçmiş olmamız gerekiyor. Yanarım yanarım buna üzülen taraftara yanarım. Sen ne üzülüyorsun benim canım kardeşim. Bu onların ayıbı. Sporla, futbolla falan ilgilenmiyor bunlar. Bırak şu cahille muhatap olmayı... Gökkuşağı yahu bu! Biz çocukken gökkuşağı gördük mü basar çığlığı, yolda durup saatlerce ağzımız açık, kulaklarımız ağzımızda gökyüzüne bakardık. Ama dümdüz, kültürsüz ve boş insanlar; coğrafya bilmezler, fotoğraf bilmezler, ışık bilmezler, sporu sadece futboldan ibaret sanarlar, sanatla zaten uzaktan yakından alakaları yoktur. Ee bi de uzanamadıkları ciğere de mundar derler…”

“Feminizm Eşitlik İster, Üstünlük Değil!” başlığı altında, Malatya yerel basınından Malatya Söz Gazetesi yazarı Fatoş Karaoğlu yazdı: “Feminizmin temel objektifleri eğitim, iş, çocuk bakımı gibi konularda eşit haklara sahip olmaktan, yasal kürtaj hakkından, kadın sağlığı konusunda ilerlemelere, tacizin ve tecavüzün engellenmesinden, lezbiyen haklarına kadar uzanır. Asıl amaçları hak eşitliği, insanlık şerefi ve kadınlara karar verme özgürlüğüdür. Cinsiyetle ilişkisi olan unsurları araştırır ve analiz eder. Cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmak, genel kadın sorunlarını araştırmak ve çözmektir. Yani feminizm hareketini savunan feministler kadınların üstünlüğünü değil, sahip olmaları gereken olanakları, fırsat eşitliğini ve toplumsal adaleti savunur…”

“Anadolu Müzik Festivali’ni (AnadoluFest), hassasiyetler vs gerekçelerle yasaklayan valilik; dileriz ki konu Lgbti+’ların can güvenliği olunca kulağının üzerine yatmaz” diye yazan WorknWomen isimli internet sitesinden Esra Ece Kutlu, devam ediyor: “Hassasiyetler sadece toplumun bir kesiminin, daha doğrusu mütedeyyin kesimin hoşnutluğunu mu kapsar bilinmez ama; cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi farklı yurttaşları hayatlarına kast etmek isteyenler olduğu açık.”

WorknWomen yazarı Kutlu, 17 Mayıs Homofobi Karşıtlığı Günü ile Onur Ayı’nı da andı: “Bırakın eşit yurttaşlığı, cinsiyet kimliklerini; halen can güvenliğini, milletin kılını tüyünü, bacak arasını konuşmakta, konser iptal etmekteyiz… Gel gör ki halen ters kelepçeyle, işkenceyle göz altına alınan insanların geçen senelerden süren davaları devam etmekte; üzerine de bu sene açılacak davalar da cabası… Onurumuz, kimliklerimiz kimselere tabii değildir. Sizlerin onaylamanıza, olumlamalarınıza da ihtiyaç duymuyoruz… Siz vermeyeceksiniz; bizler yasal haklarımızı, eşitliğimizi yine de alacağız… İnsan; haklarıyla, onuruyla insandır!”

***

LGBTİ+’lara selamı esirgemeyen, en azından homofobik nefret söyleminden medet ummayan “köşe”leri okumaya devam edeceğiz: “Hep kahır, hep kahır, hep kahır, hep kahır” nereye kadar…


Etiketler: insan hakları, medya
2024