09/12/2023 | Yazar: Kaos GL
17 Mayıs Derneği Güçlenme Konferansı’nın ilk günü toplumsal cinsiyet karşıtlığı ve dijital şiddet oturumuyla sona erdi.
17 Mayıs Derneği’nin hafta sonu boyunca devam edecek güçlenme konferansı bugün (9 Aralık) başladı. Ruh sağlığı, hukuk ve sosyal hizmet alanlarından uzmanların katıldığı konferans, derneğin güçlenme programının 2023 kapanış etkinliğiydi.
Konferansın ilk oturumunda “Deprem ve Lubunyalar” tartışıldı. Oturumun moderatörlüğünü GALADER’den Nedime Erdoğan yaptı. Konuşmacılar ise Kaos GL Koordinatörü Umut Güner, SGYD’den Ceren Gürocak ve Hayata Destek Derneği’nden Didem Kalafat’tı.
Kaos GL Genel Koordinatörü Umut Güner’in moderatörlüğünde yapılan “Aileler Değişebilir mi?” oturumunda GALADER’den Nedime Erdoğan ve Atilla Dirim, TED Üniversitesi’nden Aile Sosyoloğu Gülçin Con Wright konuştu.
TIKLAYIN - “Aile, değişmek zorunda”
İlk günün son oturumunda ise “Nefret söylemi ve dijital şiddetin LGBTİ+lara yansımaları” tartışıldı. Oturumda; Kadının İnsan Hakları Derneği’nden Berfu Şeker, dünyada toplumsal cinsiyet karşıtlığının söylemsel arka planını, KaosGL.org Genel Yayın Yönetmeni Yıldız Tar dijital şiddetin siyasal şiddetle ilişkisini, 17 Mayıs Derneği’nden Psikolog Alp Kemaloğlu ise tüm bu nefret ve şiddetin LGBTİ+’ları nasıl etkilediğini anlattı.
“Toplumsal cinsiyet karşıtlarının dezenformasyon kampanyaları ‘patriyarkal restorasyonu’ hedefliyor”
İlk olarak Şeker; Vatikan, Rusya ve ABD başta olmak üzere birçok ülkede “toplumsal cinsiyet” kavramının nasıl tahrif edildiğini ve bir ideoloji olarak gösterildiğini aktardı. Toplumsal cinsiyet karşıtı politika ve söylemlerin “patriyarkal restorasyon” hedeflediğini söyleyen Şeker, sözlerine şöyle devam etti:
“Uluslararası insan hakları normlarına saldırıyorlar ve Birleşmiş Milletler de dahil birçok yerde çok örgütlüler. Failleri, mağdur olarak gösteren, dini araçsallaştıran, feministleri ve LGBTİ+’ları tehdit olarak işaretleyen söylemler ve bu söylemleri örgütleyen kesimlerden bahsediyorum. Türkiye’de nafaka karşıtı grupların dezenformasyon kampanyaları bunun en önemli örneklerinden birisi. İstanbul Sözleşmesi’ne saldırılar da bu bağlamda görülmeli.”
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme sürecinde sosyal medyada örgütlenen kampanyaları hatırlatan Şeker, bu sene Büyük Aile Buluşması’nda Rus tipi faşizmin kurucularından, Putin’in ideoloğu Alexandr Dugin’in konuştuğunu söyledi ve ekledi:
“Bir yanda böyle küresel bir işbirliği var. Diğer yanda ise LGBTİ+’lar ve feministlerin ‘dayanışma yaşatır’ diyerek bir araya gelerek dayanışması. Sağ faşist yönetimler, patriyarkayı geri almaya çalışıyor.”
“Yüksek dijital şiddet oranı ve bu şiddetin boyutu, hükümet politikalarının bir yansıması olarak değerlendirilebilir”
Yıldız Tar ise Kaos GL’nin dijital şiddet araştırmasından bahsetti. “Dugin ve onun gibi isimlerin yarattığı siyasal şiddet, internette kendisine çok hızlı alıcı bulabiliyor” diyen Tar, şöyle devam etti:
“Çevrimiçi nefret kampanyaları, LGBTİ+’ları yalnızlaştırıyor. Nefret kampanyalarını körükleyen siyasi güç ise hayatta kalanların resmi şikâyette bulunması önünde bir engel. Fail hükümetle bağlantılı olduğunda, resmi şikâyet mekanizmaları işe yaramaz hale geliyor. Katılımcıların dijital şiddete maruz bırakıldıklarında çoğu zaman herhangi bir mekanizmaya başvurmadıklarını; ancak konu sansür olduğunda sosyal medya platformlarına itirazlarını dile getirerek haklarını aramaları çarpıcı bir bulgu. Dijital şiddetin yüksek oranı ve niteliği, hükümet politikalarının bir yansıması olarak yorumlanabilir. Yetkililerin söylemleri, LGBTİ+’lara ayrımcılık yapan kamu politikalarına dönüşüyor. Yaptığımız görüşmeler ve anket esnasında katılımcılar, hükümet yanlısı medya kuruluşlarından fail olarak defalarca bahsetti. Türkiye’de LGBTİ+ haklarına ilişkin son duruma aşina olmayanlar için bu durum şaşırtıcı olabilir. Ancak 2015’ten bu yana hükümetin Türkiye’deki LGBTİ+ hakları konusunda net bir tutumu var: LGBTİ+ etkinliklerinin yasaklanması, Onur Yürüyüşlerine yönelik polis saldırıları ve toplumu hedef alan bir karalama kampanyası. Yüksek dijital şiddet oranı ve bu şiddetin boyutu hükümet politikalarının bir yansıması olarak değerlendirilebilir.”
Nefret söylemi ve suçlarının LGBTİ+’ların ruh sağlığına etkileri
Son olarak Psikolog Alp Kemaloğlu, literatürde “önyargı suçları” olarak da geçen nefret suçlarına maruz kalan LGBTİ+’ların ruh sağlığı açısından da ciddi sorunlar oluştuğunu vurguladı:
“Bizler ve onlar farkı ne kadar net gösterilirse; buradan önyargının çıkması o kadar kolaylaşıyor. LGBTİ+’lara yönelik nefret söyleminin en bariz etkisi LGBTİ+’lara yönelik önyargıyı beslemek şeklinde oluyor. Dolayısıyla bir toplumu önyargı üzerinden gruplara bölen ve polarize eden bir edim nefret söylemi. Bununla birlikte hedef gösterilen bir gruba aidiyet otomatik olarak bir sıkıntı yaratır demek iddialı olur. Ama bu nefret söylemine verilen olumlu ya da olumsuz tepkilerden bahsedebiliriz belki. Olumsuz bir tepki olarak LGBTİ+’lar kimliklerini gurur duydukları ve aidiyet hissettikleri bir şeyden ziyade bir stres kaynağı, bir sorun ya da bir hata olarak deneyimlemeye meyledebilir, söylemlerin içerikleri sebebiyle zorlayıcı duygular deneyimleyebilir, söylemlerin yaygınlaşması nedeniyle kimliklerini gizleme ihtiyacı duyabilir ve bunun sonucunda yalnızlaşabilir, güvenlik endişesiyle LGBTİ+ toplumundan uzaklaşmak isteyebilir ve sosyallik içerisinde kimliklerine yönelik herhangi bir saldırı (sözel, fiziksel, dolaylı vb.) olması endişesiyle sürekli tetikte olma ihtiyacı hissedebilirler. Özellikle LGBTİ+ kimlikleriyle henüz yeteri kadar konforlu hissetmeyen LGBTİ+’lar açısından dolaşıma sokulan nefret söylemlerinin onların ruh sağlığını olumsuz etkileme ihtimalini küçümsememek gerekiyor.”
Konferans, yarın cinsiyet uyum süreci ve yoksulluk oturumlarıyla devam edecek.
Etiketler: insan hakları, kadın, medya, nefret suçları, sağlık, dünyadan, danışmanlık, dijital şiddet