24/05/2022 | Yazar: Ayçe İdil Ağca
“Komplo teorilerine tutunup dış güçler tarafından bu “sapkınlıkların” getirildiğini iddia edenler, sinsice bir psikolojik şiddetin parçasına dönüşmüştür bile…”
Türkiye’nin ilk internet ve teknoloji izleme kuruluşu Gözlemevi İnternet ve Toplum Araştırmaları Merkezi, 2022 Mart ayında kuruldu. Gözlemevi Kurucusu ve Direktörü Handan Uslu ve Proje ve Politikalar Sorumlusu Fatmasu Demirci ile platform ve LGBTİ+’ların internetteki güvenli alanları hakkında konuştuk.
Gözlemevi; kadinhaklari.org yani Kadın Hakları Dijital Veri Platformu’nun çalışmalarını genişletmesiyle kuruldu. Handan Uslu, stratejileri sayesinde yaptıklarını şöyle açıklıyor:
“Kullanıcıların arama motorlarındaki “arama niyetleri” üzerinden hedef grubumuza proaktif olarak ulaştık, ve 4 yılda, 49 ülkeden ve Türkiye’nin 81 ilinden 5000’den fazla şiddet gören kişinin hukuki yönlendirmeye erişimini sağladık. Edindiğimiz veriyi inceleyerek, şiddet aramalarından edindiğimiz içgörüleri paylaştık.”
Handan Uslu
“Gözlemevi, teknoloji firmalarının hesap veren aktörlere dönüşmesini amaçlıyor”
Handan Uslu ve Fatmasu Demirci, Gözlemevi’nin “Teknoloji şirketleri ve toplum arasında güç ve bilgi dengelerinin bozulduğu günümüzde insan merkezli, demokratik bir internet ekosistemi hayal ettiğini” belirterek başlıyor konuşmalarına.
Gözlemevi teknoloji firmalarının hesap veren ve pratiklerinden sorumlu olan aktörlere dönüşmesini amaçlıyor. Kullanıcıları yani bizleri de bilgiye ve teknoloji okuryazarlığına sahip, sivil güdülerle teknoloji firmalarından hesap sorabilen dijital vatandaşlara dönüştürmek için çalışmaktalar. Gerçekçi olarak ve değişime inanarak, olanı anlamaya ve insanlara anlatmaya odaklılar.
Fatmasu Demirci
“İnternet ve sosyal medya, LGBTİ+’lara hem cinsel kimliğini özgür yaşama alanı tanırken hem de haklarını ihlal edebiliyor”
LBGTİ+’ların internet ve sosyal medya kanallarında karşılaştıkları sorunlar ile ilgili tespitlerini sorduğumuzda ise, “İnternet, teknoloji şirketleri ile kullanıcılar arasında güç dengesinin bulunmadığı bir alan. Bu güç dengesi, kişisel verilerimizi toplamaya başladıklarında bozuldu. LGBTİ+’lar, cinsel kimliklerini özgürce yaşayabilme konusunda dezavantajlı durumda. İnternet ve sosyal medya, LGBTİ+’lara hem cinsel kimliğini özgür yaşama alanı tanırken hem de haklarını ihlal edebiliyor. Gözlemevi olarak, internet sahasında dezavantajlı her grubun hak ihlallerinin arkasındaki sebebi araştırıyoruz. LGBTİ+’ların internet kanallarında yaşadığı sorunları dört başlıkta inceledik; veri güvenliği, algoritmik sansür, dijital şiddet ve ifade özgürlüğü bağlamında değerlendirebiliriz” cevabını alıyoruz.
“Güvenli alanlarımız yeterince güvenli mi?”
Handan Uslu ve Fatmasu Demirci, internet ekosisteminde LGBTİ+’ları düşünürken şu soruyla başlayabiliriz diyor: “Güvenli alanlarımız yeterince güvenli mi?”. Cevapları ise şöyle:
“Örneğin Grindr, bildiğimiz gibi çoğunlukla LGBTİ+’ların kullandığı bir tanışma uygulaması. Bu app’ler LGBTİ+’ların bir ağ kapsamında buluşmasını sağlıyordu, ancak bu alanın düşündüğümüz kadar güvenli olmadığı ortaya çıktı. 2017’de 27 milyona yakın kullanıcısı olan Grindr’ın yakın zamanda kullanıcı verilerini sattığını gördük. Bu verileri, kullanıcının yaşadığı yerler, kullanıcı hareketleri, çalıştıkları yerleri ve kimliklerini kapsıyor. Bu bilgiler oldukça mahrem, ve bazı kişileri tehlike altında bırakabilir. LGBTİ+2ların güvenli alanları, teknoloji şirketlerinin ekonomik çıkarlarından dolayı tehdit altında. Ancak savunuculuk yaparken ve güvenli alanları konuşurken teknoloji şirketlerinin denetimsizliğini göz önünde bulundurarak ve kullanıcılar olarak haklarımızın farkında olarak haklarımızı savunabiliriz.”
“Uluslararası Af Örgütü’nün, ODTÜlü LGBTİ+’ların davası için Instagram’da yaptığı paylaşım, algoritma sebebiyle sansürlenmişti”
Teknoloji şirketlerinin LGBTİ+lara karşı ayrımcı uygulamalarını sorduğumuzda ise ilk olarak “Teknoloji şirketlerinin neyi bize gösterdiği, neyi göstermediği çok önemli bir mesele.” yanıtını alıyoruz. Her gün nefret ve şiddet içerikleriyle karşılaştığımız internet ekosistemi içerisinde yer alıyoruz. Bunların yanı sıra, bir de gözle görülmeyen ayrımcılık var. Her birimizin algoritması ve sosyal medya akışımızda karşımıza çıkanların farklı olduğunu vurgulayan Handan Uslu ve Fatmasu Demirci şöyle devam ediyor:
“LGBTİ+ bayrağı olan içerikler ya da ürünler bir anda karşımıza çıkmayı bırakabilir. Algoritmik sansür olarak bahsettiğimiz bu durum, sosyal medya platformları tarafından istenmeyen içeriklerin yapay zeka ya da manuel inceleme sonucunda daha az görünür olması olarak özetlenebilir. Uluslararası Af Örgütü’nün, ODTÜ’lü LGBTİ+ların davası için Instagram’da yaptığı paylaşım, algoritma sebebiyle sansürlenmişti. Nefret ya da tetikleyici söylemler görünürken, LGBTİ+ haklarına dair bu içerik algoritma tarafından nasıl sansürlendiğini tespit etmek ise zor. Instagram’da gönderi yüklerken, Instagram içerikleri cinsel içerik, şiddet gibi nedenlerle sansürleyebilir. Gönderiyi şikayet etme seçeneğiyle de her türlü içerik yapay zekada hedef haline getirilebilir. Bazı durumlarda ise nefret söylemi içeriği eğer yeterince şikayet almamışsa ifade özgürlüğü sayılabiliyor. Yani aslında ortadaki filtreleme çok belirsiz.”
İnternet kanallarında, cinsel kimliğimizi özgürce yaşamak şiddet ile sonuçlanabilir; trans cinayetleri, LGBTİ+ intiharları, fiziksel şiddet gören keza her gün sosyal medya aracılığıyla psikolojik şiddet gören birçoklarımız, her gün yeni bir mücadeleye uyanıyor.
Nefret söylemi ve dijital şiddet alanında çalışan kadınlar ve LGBTİ+’ların da özellikle şiddet gördüğünü belirten Fatmasu Demirci, “Doğrudan ya da dolaylı olarak nefret söylemiyle karşı karşıya kalabiliyoruz. Çünkü aslında sinsice gelen bir şeyle karşı karşıyayız. Nefret söylemini teknoloji firmaları eğer ifade özgürlüğü olarak değerlendirirse, şiddet ortaya çıkıyor. Teknoloji firmalarına, hangi noktada şiddetin başladığını çizebilmek görevi düşüyor. Aynı zamanda politik de bir konu. Sosyal medyada nefret söylemi üreten binlerce insanın bazen tek motivasyonu politika yapıcıları hedef gösteren söylemleri olabiliyor” diyor.
Sosyal medyadaki LGBTİ+’ların maruz kaldığı nefret söylemi araçları ve arka planını sorduğumuzda ise Uslu ve Demirci homofobik söylemi ataerkinin kendi krizinden kurtulmak için kendisini yeniden ürettiği yer olarak tanımlıyor ve ekliyorlar:
“Erkeklik değerine uymayan her şeyi “öteki” yapmak. Hatta nefret söyleminin bir biçimi olarak karşınıza çıkar: “Erkeklerin kendini kurbanlaştırması”. Kadınların ve LGBTİ+’ların hak mücadelesi vermesi eril tahakkümün güç dengesini bozuyor. Bu yüzden asıl kurban erkeklermiş gibi söylem üretimiyle karşılaşabiliriz. Bir diğer araç da aile ve nostaljiye tutunmaktır. Bu söylemler LGBTİ+’lara ayrımcılık yaparken “aile” kavramı için bir tehdit olduğunu dile getirir. Bazen “ahlak” kurallarına vurgu yaparak sapkınlık olduğunu iddia eder. İnanç nostaljisi ise nefret suçuna dönüşebilir. Çünkü anında şeytan ilan edilebilirsiniz, Lut kavmi mitinden yola çıkarak söylem üretir, LGBTİ+’ları şeytanlaştırır ve şiddeti meşrulaştırır. Komplo teorilerine tutunup dış güçler tarafından bu “sapkınlıkların” getirildiğini iddia edenler, LGBTİ+’ları patolojik bir şey sahip olarak nitelendirip “hastalık” diyenler, bir de “tamam onlar var ama biz de açız şimdi bunu mu konuşacağız!” diyenler sinsice bir psikolojik şiddetin parçasına dönüşmüştür bile.”
Etiketler: insan hakları, medya, nefret suçları, medya okulu