18/02/2015 | Yazar: Kaos GL

‘Mevcut durum sahiden de onu tasvir ettiğimiz gibiyse, ‘mutfaktaki karşı-planlama’ gerek metodolojik gerekse programatik açıdan önemli bir nirengi noktasıdır.’

‘Gündelik hayat’: Feminist bir analiz Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
“Mevcut durum sahiden de onu tasvir ettiğimiz gibiyse, “mutfaktaki karşı-planlama” gerek metodolojik gerekse programatik açıdan önemli bir nirengi noktasıdır.”
 
Simona de Simoni’nin* “Gündelik Hayat”: Feminist Bir Analiz makalesi Hayal Gücü İktidara Çeviri Komünü’nden Erkal Ünal’ın çevirisiyle:
 
I. Giriş
 
Bu denemede “gündelik hayatın eleştirisi”ne dair feminist bir okuma önermek ve deyim yerindeyse “gündelik hayatın eleştirisine” feministçe müdahil olmak istiyorum. Gayet iyi bilindiği üzere, bu formül Henri Lefebvre’nin 1940’ların  sonları ila 1980’lerin başları arasında incelikle geliştirdiği geniş kapsamlı bir analiz projesine atıfta bulunur. Ne var ki “gündelik hayat” tabiri sadece Lefebvre’ye gönderme yapmaz; 20. Yüzyıl düşüncesinde dönüp duran bir fikirdir bu. John Roberts’ın Philosophisizing the Everyday (“Gündelik Olanı Felsefileştirmek”)  adlı kitabı bu minvalde kayda değer bir örnektir. Revolutionary Praxis and the Fate of Cultural Theory’de(“Devrimci Praksis ve Kültürel Teorinin Akıbeti”) “gündelik hayat” kategorisindeki gelişmeler ana hatlarıya ortaya konur; Leninist kültür siyasetini, praksis felsefelerini, psikanalizi ve sanatsal avangardı içine alan kuşatıcı bir görüştür söz konusu olan.[i] Gündelik hayat sorunsalı, kültürel araştırmalar disiplininde yayılmadan –ama aynı zamanda çoğu kez siyasetten arındırılmadan– evvel, bir karşı-kültür programından ve yaygın, devrimci bir siyasi tasarıdan ayrılamaz görünüyordu.
 
Birbiriyle aynı türden olmayan teorik bakış açılarından yola çıkıyor olsak da, gündeliğin siyasetine dair farklı kavrayışların yeniden irdelendiğine tanıklık ediyoruz. Örneğin, Lefebvreci eleştiri bakımından, postkolonyal eleştiri ve ulusötesi feminizm alanında önemli gelişmeleri bu sürece dahil edebiliriz.[ii]  Bu araştırma alanında, “deneysel bir kavram” olarak “gündelik hayat kategorisi” fikrinden  ve Elizabeth Lebas’ın yaptığı önerinin peşinden[iii], “üretici kavramsallaştırma” olarak gündeliklik eleştirisine dair bir yorumdan yola çıkarak, bunun feminist bir perspektif açısından nasıl bir teorik ve pratik etkisi olduğunu vurgulamaya çalışacağım.
 
II. Siyasetin Ev Alanı
 
Feminizme göndermede bulunduğumuzda, genelde birbirinden apayrı olan bir sürü pratiği, teoriyi ve meseleyi barındıran devasa bir kaynaktan bahsetmiş oluruz aslında. “Gündelik hayat” konusundaki farklı  konumları tek bir yaklaşıma indirgemek de bir o kadar imkânsızdır. Ev mekânının birbirine karşıt şekillerde kavranmasını ve kadınların nazarında, gündeliğin kendi bedenlerinde, toplumsal konumlarında ve farklı bağlamlarda kök salmış olmasını düşünmek yeter. Sözgelimi 1960’lar ve 1970’ler sırasında, beyaz Avrupalı veya Amerikalı feministlerin çoğuna göre, evdeki günlük hayat tâbîyetin sembolüydü; halbuki birçok Afrikalı Amerikalı kadına göreyse aile ve cemaat ırkçılık karşıtı pratikler için önemli sahalardı.[iv]  Bu iki kutup arasında geniş bir teori yelpazesi açılır; bu noktada sıkça vurgulanan birkaç şeyi yakalayıp, hararetle benimsenen şu kanaati ifade edebiliriz ancak: Böyle bir karmaşıklık söz konusu olduğunda, karşı karşıya gelişler sayesinde ve yaklaşımları melezleştirerek ilerlemeliyiz.
 
Bununla beraber –ve bu konumlardaki heterojenliğe rağmen–, feminizmde gündelik olan ile (ilişkisel ve ev mekânı olarak) mikrosiyaset alanı arasında bir eşdeğerlik kurulmuştur; gelip geçici ve yoğrulabilir olan ve hatta metafizik bir çerçeveye bile kavuşan (mesela Lukács ve Heidegger’in Alltäglichkeit kavramı, bunun Frankfurt okulundaki evrimi veya Lebenswelt şeklindeki fenomenolojik veya Habermasçı kavranışı) bu kavram, söz konusu eşdeğerlik sayesinde tarhsel bir somutluk kazanır. Gündelikliğin anlamsal açıdan mikrosiyasete kaymasına, epistemoloji ve siyasetin sorgusuz sualsiz kabul edilmiş sınırlarının çözülüşü eşlik eder: Siyaset diye varsaydığımız şey ile gayrı-siyaset arasındaki, siyasal tecrübe sayılan ile siyasal tecrübe sayılmayan arasındaki ayrım feminizmin kapsamına girer. Böylece kendi kategori çantasıyla birlikte siyasi bir uzamsallık gündeme getirilir.
 
Bu radikal kopuşun merkezinde, – Teresa De Lauretis’in terimini ödünç almak gerekirse– “doğurulmuş/cinsiyetlendirilmiş”  öznelliklerin üretim süreçlerinin maddiliğini mercek altına alan analiz, feminizm için materyalist bir yönelim belirleyen, ilk “Marksist deneylerden” de farklı olan önemli bir alanı kaplar.[v] Öte yandan, Marksizm ve feminizm arasındaki teorik etkileşimleri, Donna Haraway’in ironik bir dille vurguladığı gibi, üretimin analizinden yeniden üretimin analizine geçildiği, bunun devamında cinsin ve ırkın tahlil edildiğini ileri sürer gibi görünen bir argümana indirgemek hiç dürüst olmaz.[vi] Kurumsal sosyalizmin bazı dogmatik versiyonlarında böyle bir akılyürütmeyi saptamak mümkün olsa da, radikal materyalist feminizmler hem gelişkin ve etkili teorik araçları kullanmış hem de belirli mücadele pratiklerine girişmiştir. Mesela gündelik hayatın eleştirisi çerçevesindeki esas katkıları, özneleşmenin/tâbi olmanın dinamik biyosiyaseti ile siyasal devletin kurulması ve istikrara kavuşturulması ve kapitalist birikim biçimleri arasındaki bağı saptamış, irdelemiş ve siyaseten üretken kılmış olmalarıdır.
 
IIIEv Alanı ve (Yeniden) Üretim
 
Feminizme göre, “gündeliğin siyasal ekonomisinin eleştirisi” şeklindeki Lefebvreci tasarı önemli bir hamleyle teorik bir burulmaya uğrar ve yeniden-üretim/üreme alanının analizinden başlanarak, “gündeliğin biyosiyasal ekonomisinin eleştirisi” diye tanımlanır. Lefebvre modernitenin gündelik üretim –mesela modernitenin estetik materyalizmi (yani kapitalizmdeki tekrara dayalı deneyimin mekânsal-zamansal yapısı)– ve işgücüne girme süreçleri (yani işçilerin üretiminin biyosiyasal teknolojileri) arasında bağın soykütüğüne dair önemli bir akılyürütmede bulunmuş,[vii] feminizmse buradaki ufku genişletmiştir. Yeniden üretime yapılan vurgu –Lefebvre’in sözlerine geri dönecek olursak– işgücüne girmenin, ücretli emekçilerin üretilmesinin sınırlarını aştığını ve dünyanın dört bir yanındaki sömürü süreçlerine dahil olan farklılaşmış öznelliklerin üretimiyle kesiştiğini ortaya koymuştu. 1975’te “asli birikim” şeklindeki Marksist tabiri “asli rezillik” diye tercüme eden Lea Melandri bu suretle bedenin –bu bağlamda kadın bedeninin– üretimi ile artı-değerin üretimi arasındaki yapısal ve sistematik ilişkiye dikkat çekmek istemişti.[viii]
 
Silvia Federici ve Leopoldina Fortunati’nin Il grande Calibano başlıklı metinlerinde (ve daha sonra Federici’nin Caliban ve Cadı’da) gösterdiği üzere, yeniden üretilen/üreyen bir bedenin montaj edilmesi, toplanması, adına layık ilk kapitalist makineyi meydana getirir; zira burada kadınların eti ve “ruhu” sabit sermayeyle bütünleştirilmiştir.[ix] Tıpkı bedenleri cinsiyetlendiren haritalama[x] gibi, kadınların rolünü (o mahut “dişil gizem”i[xi]) doğallaştıran söylem rejimi de bu dispozitifin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu açıdan bakıldığında, üretimin ev sektörünün geriliği –kapitalizmdeki eşitsiz gelişimin farklı biçimlerinden birini meydana getirir bu gerilik– kadınların faaliyetlerine özgü sömürüyü koşullandırır ve böylece kadınlar tarihteki ilk siborg işçiler şeklinde ortaya çıkar.
 
Romano Alquati’nin belirttiği gibi, kadınların yeniden-üretiminin ikili işlevi –bir başkasının ve “artefattura”nın (benliğin) yeniden-üretimi–, kapitalizm koşullarında, öyle emeğe çevrilip mekanikleştirilir ki benliğin üretimi ve toplumsal yeniden-üretimi yakınsamaya başlar.[xii] Bu açıdan bakıldığında, “dişilik”, performatif, duygulanımsal, cinsel hizmetler, kölelik hizmetleri biçimlerinde varoluşun gerçek boyunduruk altına alınmasını tanımlayan bir hüsnütabirdir aslında. Bazı çalışmalarının bir süre önce yeniden yayımlanması bâbında kaleme aldığı giriş yazısında Federici’nin belirttiği üzere, “dişiliğin sıfatları aslında çalışma işlevleridir.”[xiii]
 
Bu sayede, yeniden-üretim alanı ve birikim süreçlerini içerecek ve bunlarla bağlantılanacak şekilde, kapitalizmin tarihini ve coğrafyasını gelişkin bir çerçevede anlama imkânı doğar. Böylelikle bir yandan, üretim ile yeniden-üretim arasındaki sürekli hattın izini sürebiliriz, öte yandansa birikim safhaları ile yeniden-üretimdeki krizler arasındaki bağı görünür kılabiliriz. Analizin bu son öğesi –Federici ve Mariarosa Dalla Costa’nın 1980’lerin sonlarında ileri sürdüğü feminist fikirlerin merkezinde bulunur bu söz konusu öğe[xiv]– kriz zamanlarında sermayenin yapısal olarak yeniden düzenlenmesini anlamak bakımından elzem bir rolü yerine getirir. Kemer sıkma politikalarının yeniden-üretim alanına yapılmış yatırımın gitgide çekilmesiyle el ele gittiği ve böylece büyük ölçüde toplumsal cinsiyet ve ırk çerçevesinde şekillendirilen yeni sömürü biçimlerini (kelimenin her anlamıyla, ister enformel ister yasal açıdan olsun, hak edilenden az ücretlerle yapılan bakım işi bunlara dahildir) ortaya çıkardığı aşikârdır.
 
IV. Devrimin Ev Alanı
 
Yeniden-üretimin eleştirisinde, gündelik hayat sermaye döngüsüyle bütünleşir. Bu bakımdan, feministler “kapitalist gelişmenin doruğunda, toplumsal ilişki üretim ilişkisinin bir uğrağına dönüşür”[xv] şeklindeki işçici dersi almıştır; gelgelelim evi, mutfağı ve yatak odasını kapsayacak şekilde ölçeği genişletmiştir.[xvi] Bu teşhisin ışığında, gündelik hayat eleştirisini gözden geçirmek, onu yeni bir çarpışma, örgütlenme ve anti-kapitalist mücadele ufkuna kapı aralayan bir çerçeveye kavuşturmak gereği doğar; böyle bir çerçeve sayesinde, Federici ve Nicole Cox’un 1975’te kullandıkları ironik formülü anımsayacak olursak, “Mutfaktan Karşı-Planlama Yapmak” mümkün hale gelir.[xvii] Tanımları itibariyle feminist ve postkolonyal olan bu tür stratejileri barındıran devasa kaynak, siyasal tartışma, icat ve yeniden-icat bakımından hayati bir olanak oluşturur.
 
Bu bilgi dağarcıklarının zenginliğini yeniden anlatırken, tarihsel bir deneyimi, yani 1970’ler sırasında yeniden-üretim alanındaki muhtemelen en radikal siyasi örgütlenme deneyimlerinden biri olan “ev işi için ücret mücadelesi” çerçevesinde kurulan komiteleri kısaca hatırlatmak istiyorum. 1972’de Padua’da toplanmış feminist bir meclisin önayak olduğu ve uluslararası bir kolektifler ağıyla örgütlenmiş bu komite deneyimi o sıra kadınlara ev içi sömürüden kurtulmanın yegâne yolu olarak fabrikadaki sömürüyü sunan sosyalist-fabrikacı ideolojiye karşı bir alternatifi temsil etmişti. Ev içi çalışma –ki bu çalışmanın içinde, Federici’nin 1974’te yazdığı bir militan metinde belirttiği üzere, nevrozlar, intiharlar ve cinsellikten koparma da yer alır– ile yine bir sürü patolojiyi içeren ücretli emek arasında sahte bir tercih yapmak zorunluluğu karşısında radikal feministler (Federici, Selma James, Mariarosa Dalla Costa, Alisa Del Re ve daha birçokları) bazen “ev işine karşı ücret” diye de tanımlanan “ev işi için ücret”in benimsenmesi yoluyla yeniden-üretimde kişinin kendi kaderini tayin hakkına dayalı bir öneri geliştirmişti.[xviii]
 
“Ev işine karşı ücret” evin dört duvarı arasında kadınlarca icra edilen faaliyetlerin para yoluyla mükafatlandırılmasına dönük bir talep değildi; daha ziyade, kadınların tarihsel konumundan yola çıkarak, çalışmaya dair siyasal bir perspektifin incelikle geliştirilmesine göndermede bulunuyordu. Daha kesin bir dille ifade edecek olursak, bu talep ne bir tür intikam olmaya yönelikti ne de o zamanki siyasal çatışmaların daha geniş düzeyiyle kıyaslandığında başka taleplere tâbîydi. Genel olarak Marx’a ve özel olarak, işçici bir okumaya göndermeyle, ücretler, ödenmemiş emeğin ex negatif ölçüsü olarak görülüyordu. Dolayısıyla yeniden-üretimin bilabedel emeği için ücret talebinde bulunmak bizatihi ücretlerin ölçülmesini ve sömürü ilişkilerine dair pazarlıkta bulunmayı infilak ettirmek demekti. Feministler sözleşme mitini hedef almıştı ve sermayenin altında emeğin gerçek boyunduruk altına alınması eğilimine dikkat çekmişti.
 
Yeniden-üretim alanı özgül çalışma aralıklarına ayrılamıyor ve belirli mekânlara sıkıştırılamıyorsa, çalışma ile gayrı-çalışma arasındaki hudut kaybolmaya meylediyordur. Bu bakımdan, “gündelik hayat” kategorisinin opaklığı, tam da kopup ayırmaya yönelik analitik eğilimi bulanıklaştırması açısından, önemli bir bulgulayıcı değer kazanır. Federici ve Cox’un belirttiği gibi:
 
Ama biz hiç kendimize ait olmadık, biz hayatımızın her anında hep sermayeye ait olduk ve sermayenin bu her ânın bedelini ödemesinin vakti geldi. Sınıfsal açıdan, sermayenin hizmetinde yaşadığımız her an için bir ücret talebinde bulunmak demektir bu.[xix]
 
Görülebileceği üzere, ölçülemez, yani emeğin ölçülmesine karşı işleyen bir taleptir bu.
 
Kapitalizmin son kırk yılda geçirdiği dönüşümler zarfında feminist analiz radikal bir geçerlilik kazanmıştır. Örneğin, “emeğin kadınlaştırılması” ve “siyasetin kadın-oluşu” tabirlerine birden başvurulması, sözleşmenin dışındaki azınlık biçiminin gitgide bir çoğunluk haline gelmekte olduğunu düşündürmüştür.[xx] Bir başka deyişle, tarihsel ve coğrafi bir bağlama oturtulunca, ücret pazarlığına dair evrenselci mitin kısmi niteliği açığa çıkmıştır. Küresel emeğin çağdaş biçimleri gerçek bir “çoğullaşmaya” tâbî olmakta ve bu durum sömürü biçimlerinin kılcal damarlar gibi çeşitlenmesiyle kesişmektedir.[xxi]
 
Mevcut durum sahiden de onu tasvir ettiğimiz gibiyse, “mutfaktaki karşı-planlama” gerek metodolojik gerekse programatik açıdan önemli bir nirengi noktasıdır. “Feminist tarz” özne oluşumunu esas alan biyosiyasal süreç ile sömürü biçimlerinin bir arada düşünülmesini gerektirir, fakat aynı tarz stratejik bir anahtar olarak kesintisiz bir teorik-siyasal yerinden etmeyi de ortaya koyar. Atıfta bulunduğum feminist pratiklerin, sözgelimi, tam da üretimin ücretli olmayan kesimlerinden hareketle ücretlere karşı bir kampanya örgütlemeye muktedir olduğu anlaşılmıştır. Bu bakımdan, toplumsal yeniden-üretim ilişkilerini sınıfsal açıdan siyasallaştırmayı başarmışlardı.
 
Bugün ne tür bir yerinden etmenin faydası olurdu? Daha iyi bir ifadeyle, muhalif bir perspektifte nasıl bir yerinden etme takımını/toplanışını tahayyül edebiliriz? Bugünün feminizmi için bu sorular çarpışmayı ve gerilimi kolektif bir program üzerinde odaklıyor. Emeğin dört bir yanda esnekleştiği bir bağlamda, toplumsal yeniden-üretim alanından ve onun özerk ve çekişmeci örgütlenmesinden kopuk bir siyasal yeniden harmanlanma alanını tahayyül etmek giderek zorlaşıyor.
 
Dipnot:
  
*Simona de Simoni, Università degli Studi di Torino Felsefe Bölümü’nde ve Université Paris Ouest’te doktora adayı. “Sophiapol” (Université Paris Ouest) araştırma labarotuarı üyesi. Araştırmalarında mekân, siyaset, kapitalizm arasındaki ilişkiye odaklanıyor ve bunu yaparken bilhassa Henri Lefebvre’in çalışmalarına, onun Marksist-feminist radikal teoriyle ve İtalyan “işçiciliği”yle olası teorik etkileşimine ve çağdaş eleştirel coğrafyadaki etkisine eğiliyor. Feminist ve queer hareketler içinde bilfiil çalışan Simoni, Kuzey İtalya’daki lise öğrencileri için siyasal ve eleştirel bir eğitimi savunan bir topluluğun da üyesi. 
 
Kaynakça:
 
[i] John Roberts, Phi­los­o­phiz­ing the Every­day: Rev­o­lu­tion­ary Praxis and the Fate of Cul­tural The­ory (Lon­dra: Pluto Press, 2006).
[ii] Bkz. Stefan Kipfer, Kanisha Goonewardena, Christian Schmid, Richard Milgrom (ed.), Space, Difference, Everday Life: Reading Henri Lefebvre (New York: Routledge, 2008).
[iii] Eliz­a­beth Lebas, “La vita quo­tid­i­ana nell’opera di Henri Lefeb­vre: un esperiemento”, Paola Di Cori and Clotilde Pon­tecorvo (ed.), Tra ordi­nario e stra­or­di­nario: moder­nità e vita quo­tid­i­ana içinde, (Roma: Carocci, 2007), s. 44-52.
[iv] Bkz. Les­ley John­son ve Jus­tine Lloyd, Sen­tenced to Every­day Life: Fem­i­nism and the House­wife (Berg: Oxford-New York, 2004); Bar­bara Smith (ed.), Home Girls: A Black Fem­i­nist Anthol­ogy (New Jer­sey: Rut­gers Uni­ver­sity Press, 2000).
[v] Bkz. Donna Landry, Ger­ald MacLean, Mate­ri­al­ist Fem­i­nisms (Oxford: Black­well, 1993).
[vi] Bkz. Donna Har­away, Pri­mate Visions: Gen­der, Race, and Nature in the World of Mod­ern Sci­ence (New York: Rout­ledge, 1989), and Simi­ans, Cyborgs, and Women: The Rein­ven­tion of Nature (New York: Rout­ledge, 1991).
[vii] Bkz. Henri Lefeb­vre, De l’Etat. Théorie marx­iste de l’Etat de Hegel à Mao (Paris: Union Générale d’Éditions, 1976). 
[viii] Lea Melandri, L’infamia orig­i­nale. Fac­ciamola finita con il cuore e la polit­ica (Roma: man­i­festolibri, 1997).
[ix] Sil­via Fed­erici, Cal­iban and the Witch. Women, the Body and Prim­i­tive Accu­mu­la­tion (New York: Autono­me­dia, 2004) [Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim, çeviren: Öznur Karakaş, İstanbul: Otonom, 2012].
[x] Bkz. Teresa De Lau­retis, Sui generis. Scritti di teo­ria fem­min­ista (Milano: Fel­trinelli, 1996), s. 89-127.
[xi] Betty Friedan, The Fem­i­nine Mys­tique (New York: Nor­ton, 2013).
[xii] Romano Alquati, “Sulla ripro­duzione della capacità-umana-vivente oggi” (basılmamış metin).
[xiii] Sil­via Fed­erici, Rev­o­lu­tion at Point Zero: House­work, Repro­duc­tion, and Fem­i­nist Strug­gle (New York: PM Press,  2013), s. 8.
[xiv] Bkz. Sil­via Fed­erici, “The Debt Cri­sis, Africa and The New Enclo­sures”; Mari­arosa Dalla Costa, Gio­vanna Franca Dalla Costa (ed.), Donne e politiche del deb­ito. Con­dizione e lavoro fem­minile nella crisi del deb­ito inter­nazionale (Milano: Franco Angeli, 2002).
[xv] Mario Tronti, Ouvri­ers et Cap­i­tal, çev. Yann Moulier-Boutang, (Paris: Chris­t­ian Bour­geois, 1977),s. 60.
[xvi] Fed­erici, Rev­o­lu­tion at Point Zero, op.cit., s. 8.
[xvii] A.g.e., s. 28-42.
[xviii] A.g.e., s. 15-24.
[xix] A.g.e., s. 38.
[xx] Bkz. Judith Revel, “Devenir-femme de la poli­tique”, Mul­ti­tudes, n°12, 2003, s. 125-133; Cristina Morini, Per amore o per forza (Verona: Ombre Corte, 2010).
[xxi] Bkz. San­dro Mez­zadra and Brett Neil­son, Bor­der as Method, or, the Mul­ti­pli­ca­tion of Labor (Durham: Duke Uni­ver­sity Press, Lon­dra, 2013). 

Etiketler: kadın
İstihdam