01/07/2015 | Yazar: Yıldız Tar

Onur Yürüyüşü’nden direniş hikayeleri: İyi direndik kız. İyi ki gelmişim. Çok güzeliz be! Hem de çok!

Onur Yürüyüşü’nden direniş hikayeleri: İyi direndik kız. İyi ki gelmişim. Çok güzeliz be! Hem de çok!
 
Fotoğraf: Şener Yılmaz Aslan
 
“Memur bey, pardon, bir saniye atmaz mısınız şu boncukları. Bir şey soracağım, biz partimizi nerede yapacağız?”
 
LGBTİ Onur Yürüyüşü’nde onca polis saldırısının arasında en eğlendiğim, heyecanlandığım an buydu. Gecenin bir yarısı eve döndüğümde aklımda kalan da o lubunyanın olanca güzelliğiyle sorusunu sorup, sonra bayrağını sallaya sallaya, “Her yerde eğleniriz ayol her yerde” demesi oldu.
 
Polisin şiddetli saldırısını konuşurken, Beyoğlu ve Şişli’nin neredeyse her yerinde gökkuşağı bayrağının dalgalandığını unutmamak adına yürüyüşe farklı şehirlerden katılan dört kişiden “en tuhaf, sıra dışı, iç gıcıklayıcı” anlarını anlatmalarını istedik. Kimisi nasıl eğlendiğini anlattı, kimisi kursakta kalan hevesleri.
 
E gullüm dediğin de bu değil mi zaten, onlar vursun sen gül, eğlen, dalga geç, madileş, anlat doyasıya…
 
“Çok güzeliz be!”
 
İzmir’den Mustafa: İlk onur yürüyüşümdü bu. Olanlara sevinsem mi üzülsem mi bilmiyorum. Açıkçası biraz buruk ayrıldım İstanbul’dan. Ama eğlenmedim de değil. Coşkulu anlarım oldu. İki olayı asla unutamayacağım. Birisi coşku dolu diğeri trajikomik.
 
Önce trajikomik olanı anlatmak istiyorum. Yürüyüşten 1 saat önce 4 suları sanırım. Galatasaray Lisesi’nin orda arkadaşımızı bekliyoruz. Bulunduğumuz yerde polisler var. Arkadaşımın adı Eylem. Sabırsızım. İlk yürüyüşüm. Arkadaşlarıma “Eylem neredeymiş ya?” Birden kolumu sıkan bir el. Yazarken bile o anki acıyı hissedebiliyorum. Polis memuru. Nemrut suratlı şey. “Göstereceğim ben sana eylemi gel buraya” dedi. Korktum. Bacaklarım titredi. Başıma ilk defa böyle bir şey geliyordu. Arkadaşlarım “Napıyorsunuz siz? Arkadaşımızın adı Eylem.” Dinlemedi bizi, anlatamadık. Anlamazdı da zaten. Sonra GBT mize baktılar bıraktılar. Bir yandan da gülüyoruz. Ama bir arkadaşın tepkisi çok hoşuma gitti. “YA ADI DEVRİM OLSAYDI?” Düşünsenize direk gözaltı!
 
Diğer olay daha güzel daha coşkulu. Ara sokaklarda sıkışıp kaldık bi süre. Tabiri caizse köşe kapmaca oynadık polisle. Ama ne köşe kapmaca! Bir şekilde Atlas Pasajı’nın ordan İstiklal’e çıktık. Rahat bi nefes aldık. Bir grup ellerinde bayrak baya ilerde yürüyor Tünel’e doğru. Bir süre tereddütte kaldık. Yürüsek mi yürümesek mi? Yürüdük. O gruba yetişmeye çalışırken ara sokaktan başka bir grup çıkmaya çalışıyor. Çevik kuvvet barikata desteğe koşuyor. Nasıl mutlular nasıl şevkle koşuyorlar. O an biraz irkildim. Ama ne oldu? Polis geri çekildi ve o grup tam gözümün önünde İstiklal’e girdi. Allahım nasıl mutluyuz. Çığlık atıyoruz. İşte ondan sonra yürüyüş benim için festival gibiydi. Ta ki polis arkadan TOMA ile bizi metronun aşağısına iteleyene kadar. Yine de iyi direndik kız. İyi ki gelmişim. Çok güzeliz be! Hem de çok!
 
“Heves kursakta ama olsun”
 
Kocaeli’den Eylem: Çok heyecanlıydım sabahtan itibaren. Hatta fotoğraf makinemin şarjı bitmişti ve yana yakına böyle muhteşem bir günü kaçıramam fotoğraf çekmeliyim diyordum ve şarj makinesi arıyordum. Onu bir şekilde halletmiştim harika bir gün bizi bekliyordu. Herkeste bir bayram havası.
 
Fakat neşemiz çabuk kaçtı. Bütün sokakları tutmuştu polis ve buluşmamıza izin vermiyordu. Küçük grupları gördüğü an da müdahaleye başlayınca günün epey uzun süreceğini konuştuk. Ve artık müdahaleyle karşı karşıyaydık. Baktık olmuyor, epey oyalandık biz de polisle.
 
Mis Sokak da hareketliydi. Haber geldi bi grup toplanmış İstiklal’e çıkmayı başarmış ve yürüyorlar tünele doğru diye. Biz de Mis Sokak’tan ayrılıp tünele doğru yürümeye başladık. Tabi sokak başlarının serseriler gibi polisler tarafından tutulduğunu unutmayalım.  Aralardan filan biraz da bayrakları kamufle ederek çıktık. 23 senedir İstiklal’e hiç bu kadar heyecanlı çıkmamıştım. Tünel’e doğru koşar adım yürüyoruz. Hareketlenen TOMA ve polis de peşimiz sıra. Tüm hevesimiz kursağımızda.
 
Fotoğraf makinesine gelince, elimizdeki gökkuşağı bayrağı ve su şişesi ile bizi yoldan geçirmeyen ve darp eden Tophane halkını fotoğraflamak için kullandım.
 
“Hep siz mi bağıracaksınız lan?”
 
İstanbul’dan Uğur: Yürüyüşte polislerle en garip karşılaşmamız şöyleydi: Gece Asmalımescit’e gaz sıkıldıktan sonra (saat 11 gibi) bir grup insan Tepebaşı’nda yürüyor, arada gaza gelip “ay ay ay ay”, “nerdesin aşkım” falan diyorduk. Odakule civarında polislerden biri copunu sallayarak “Hanginiz bağırıyordu? Burada da bağırsanıza.” gibi bir şeyler söyledi. Biz de bağırarak yürümeye devam ettik. O esnada grubun en arkasında kalan bir arkadaşı polis coplamaya başlamış. Polisin söylediklerinden bazıları: “Mübarek Ramazan’da, elinizde biralarla gezmeye utanmıyor musunuz?” “Hep siz mi bağıracaksınız lan?” Özellikle şu “Hep siz mi bağıracaksınız lan?” cümlesi dünün; AKP’nin 13 yılının; Seyyid Kutb’dan, Hasan el Benna’dan bu yana İslamcılığın; Minyeli Abdullah’tan bu yana Türkiye’deki İslamcı edebiyatın özeti herhalde. Kendisi dışındakileri yerli, hakiki, onurlu görmeyen; kendisi dışındaki yerlilerle karşılaştığında gördüğü resmi kafasında sürekli işgalciyle, düşmanla, “Batı”yla tamamlayan; sesten ve görüntüden tahrik ve mazlum olan bir ruh halinin bir anda kristalize oluşu. Tahrik ve mazlum oluşunun intikamını “darü’l-harpte ve darü’l-İslam’da” şiddetin en saf haliyle almaya çalışan karşılaştığımız polisten Charlie Hebdo’ya saldıranlara, AKP’den IŞİD’e bir hat var. Sesimizle ve görüntümüzle tahrik olan, bizi ortadan kaldırmayı mazlumluğunun hakkı olarak görenlere karşı kendimizi korumak için de tek yol kalıyor: Görünmez olmak; o an, orada olan varlığımızı sona erdirme; kendimizi silmek; buharlaşmak; bir böcek gibi hemen toprağın altına girivermek: “abi yürüyelim”, “boşver”...
 
“Biz direnmek için yöneldik”
 
Ankara’dan Demhat: Onurumuz için Ankara’dan kalktık İstanbul’a gittik. Ramazanı orucu dinlemeden hem de. Niye dinleyelim ki onur dediğin neyi dinler ki? Bir avuç lubunya, dönmeyle doluşan 40 kişilik otobüsümüze bindik ve gittik. İstanbul’a öğle sıralarında vardık ve yürüyüşe hazırlanmaya başladık. Makyajlar yapıldı, kostümler giyildi, pankart, slogan derken alana indik. Bu arada dikkatimizi çeken İstiklal caddesinin her sokağın başındaki polis kız kardeşlerimiz oldu. Şaşırdık. Ama onlar da onurları için onur yürüyüşüne destek vermek için kalkanlarını, joplarını, gaz maskelerini, plastik mermilerini haa bir de TOMA’larını getirmişlerdi. Ne ironik değil mi? Onur böyle bir şey…  Kimi direnmek için, kimi de direnene karşı koymak için ONUR’unu korur. Biz direnmeyi tercih ( ay tercih dedim pardon yöneldik) ettik.
 
Sonracığıma TOMA’yı gören ben dayanır mıyım? Zaten ahlaksızlıkla, erkeklik yaftalamasıyla, öldürülmeyle bir kez daha ötekileştirilen ben, bu sefer daha da gururlu bir şekilde bu sefer TOMA’ya götümü açtım. Götüme dayanamayan TOMA da bağzı ablalarım abilerim gibi su sıktı. Ayyy ne geldiyse yine götümden geldi başıma. Ne göttür ki polislerin hedefine de girdi. Aman siz siz olun götünüze mukayyet olun. 13. Onur Yürüyüşü’nde ben olmaya çalıştım ama onurum el vermedi ve polislerin plastik mermi yağmuruna tutuldu götüm. Hani şu ablalarım abilerimin lafına maruz kalan götüm var ya işte o götüm! 

Etiketler: yaşam
İstihdam