04/01/2011 | Yazar: Yıldırım Türker

Yumurta dönencesindeyiz ya, ‘şiddetin her türlüsüne karşıyım’cı ezbercilerin ‘yumurtaya şiddet veren Allah’larına sığınıp protestocu öğrencileri beş

Yumurta dönencesindeyiz ya, ‘şiddetin her türlüsüne karşıyım’cı ezbercilerin ‘yumurtaya şiddet veren Allah’larına sığınıp protestocu öğrencileri beş paralık kafasızlar ilan etmesinin karşısında sinmemiz bekleniyor. Oysa tartışmamız gereken, öğrencilere sistematik olarak uygulanan polis şiddetinin meşruiyetidir. Öğrencilerden kibarlık beklerken, yumurtalarıyla kafalarında patlayan copları demokrasinin aynı rafına yerleştiriyor kimi demokratlarımız. En azından şık bulmuyorlar. Kuzu’nun da konuşma hakkını savunarak en tarafsız hakem ödülüne oynuyorlar.

Bir kez daha yinelemekte yarar var. Bu gençler konuşturulmuyor. Taleplerini dolaşıma sokacak kanallardan yoksun bırakılıyorlar. Olağanüstü sertlikte polis müdahaleleriyle işkence görüyor, suçlulaştırılıyorlar. Kuzu ve gibilerin onların mekânı olan üniversitelere gidip yumurta yağmuruna tutulmasındaki şiddet karşısında tüyleriniz ürperiyorsa, gözlük numaranızı değiştirin, kulaklarınızı yıkatın.

Yumurta, silahı olana, silahlı korumaları olana atılır. İşte bundandır ki ÖDP’li kendini bilmezlerin Roni Margulies’e reva gördükleri, hedefini şaşırmış yumurtalardır. Gençlerden nefret eden, gençliği uzun sürebilen bir hastalık olarak görüp çeşitli şok tedavi uygulamalarıyla üstüne giden bir kültürün bendeleriyiz. Bu gençlerin nasıl büyütüldükleri, gençliklerinden nasıl soyuldukları üstüne hiç fikriniz yok mu? Sadece bu ayın haberlerinden birkaçını aktarıvereyim:
İzmir Bayraklı’daki Nedret-İlhan Ketenci İlköğretim Okulu’nda, yedinci sınıf öğrencisi Mertcan Kapalı teneffüsteyken tahta silme yüzünden arkadaşıyla itişti. Müdür Yardımcısı Erdoğan Çakmaklı odasına çağırttığı Mertcan’ı tokatladı, “Ailene haber vereceğim, şimdi odadan çık, defol” dedi. Odadan çıkan Mertcan bunu hazmedemeyince okulun en üst katı olan 4. kattaki tuvalete girip pencereden toprak zemine atladı. Ayakları, kalça kemiği kırılan Mertcan hemen ambulansla Ege Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırıldı. Hastane kapısında gözyaşı döken baba Kapalı, “Bu okul yönetimi neresinden tutsan elinde kalıyor. Ellerinde copları ve biber gazları eksik. Çocuk ben geliyorum korkusuyla herhalde, atladı. Ben ona fiske vurmuş değilim. Çocuğumu bu hale soktular” dedi.

Yine Aralık ayında Uşak’ın Banaz ilçesindeki özel bir dershanede Fen Bilgisi öğretmeni olarak görev yapan M.A.’nın dersi dinlemediği gerekçesiyle öğrencisi 11 yaşındaki E.G.’yi döverek beyin travması geçirmesine neden olduğu öne sürüldü. Üç gün ‘iş göremez’ raporu verilen öğrencinin ailesi polis, valilik ve Milli Eğitim Müdürlüğü’ne suç duyurusunda bulunurken, dershane müdürü İsmail Altınuğ, iddiaları reddetti.

Çanakkale’nin Biga ilçesindeki Dumlupınar İlköğretim Okulu Müdürü N.Ş. hakkında, yedinci sınıf öğrencisi 12 yaşındaki M.A.’yı tekme tokat dövdüğü iddiasıyla savcılık tarafından soruşturma başlatıldı. Sırtında ve yüzünde darp izine rastlanan öğrenci, babası ile birlikte İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne gidip okul müdürü N.Ş.’den şikayetçi oldu. 

Onlardan öğrenin
Peki, şu haberi de mi duymadınız? Sarıyer Behçet Kemal Çağlar Lisesi’nde 27 Aralık günü öğrenciler kantinin pahalılığına karşı kantin boykotu başlattı. Kantinden alışveriş yapacak gücü olmayan arkadaşlarının mağdur olduğunu düşünerek topluca aldıkları simitlerle evlerinden getirdikleri kek ve börekleri okulda paylaştılar. Ama vatansever/gençsevmez bir müdür yardımcısı önce yiyeceklerin satıldığını öne sürüp öğrencilere müdahale etmek istedi.

Öğrenciler satış yapmadıklarını söyleyince “Bu simitlerin içinde uyuşturucu satmadığınızı nereden bileyim?” diyerek boykota son verilmesini istedi ve masayı dağıtmaya çalıştı. Öğrencilerin karşı koyması üzerine yönetim okula polis çağırdı. Okul bahçesinde birçok polis aracı ve bir polis minibüsü konuşlandı.

Bir öğrencinin su almak için çıktığı okuldan dönüşü sırasında okul bahçesindeki polis ekipleri öğrenciye sert bir şekilde müdahale ederek polis aracına bindirdi. Polis, bunu engellemek isteyen iki öğrenciyi daha darp ederek araca aldı. Bunun üzerine okul bahçesinde toplanan birçok öğrenci olayı protesto etti. Öğrenciler “Katil polis liselerden defol” sloganları atarken, bazı öğretmenler de araçtaki öğrencilerin serbest bırakılmasını istedi. Karakola götürülen üç öğrenci ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Öğrenciler “şikayetçi olmadıklarına” dair tutanakların zorla imzalatıldığını ifade etti.

Öğrenciler boykot sürecinin, zamlarla ilgili sınıf temsilcilerinin okul müdürüyle görüşme taleplerinin reddedilmesi üzerine başladığını belirtiyor. Lise Anarşist Faaliyet (LAF) yaptığı yazılı açıklamada “Paylaşmaktan, birliktelikten ve üzerimizdeki her otoriteye karşı durmaktan vazgeçmeyeceğiz. Boyun eğmek, itaat etmek için değil, yaşıtlarımızla bilgiyi paylaşmak için geldiğimiz okulunuzda, yiyeceğimizi de paylaşmak istedik” dedi ve okuldaki boykotun bugün de devam edeceğini açıkladı. 

Köpeği kırmak
Daha önce de yine dayak konusunda yazmıştım. Kimi bekçi köpekleri, eğitilmeye direnir. Polis-bekçi köpeği olarak görevlendirilmek üzere sert ve sıkı bir eğitimden geçen köpeklerin hepsi yeni hayatlarına kolay uyum sağlayamaz. Çoğunluk canları yakılarak, tehditle eğitilen bu köpeklerden bazıları hayatlarına zorbaca sahip çıkanlara karşı koyar, hırlar, inatlaşır, kendi alanına tecavüz edilmesine izin vermez. Dayakla, açlıkla, yalnızlıkla tembih edilen bu köpekleri bekleyen, kanlı bir son hesaplaşmadır. Buna, köpek eğitiminin dilini yazan Anglosakson kültürde ‘breaking the dog’ denir. Köpeği kırmak. Ruhunu parçalamak. Direncini yok etmek. Burnunu sürtmek. Evcilleştirmek.

Dik başlı köpek, korunaklı giysilere bürünmüş, eli odunlu birkaç adam tarafından bir köşeye sıkıştırılır. Ölesiye dövülür. Artık kimin daha güçlü olduğu konusunda en ufak bir kuşkusu kalmamalıdır. İnsanın köpeğe karşı zaferini ilan etmekle görevli birkaç eli sopalı, gözünün yaşına bakmadan köpeği kan revan içinde bırakır. Bu aşamaya gelen köpeklerin bir kısmı bu son hesaplaşmadan sağ çıkmaz. Gücü, soluğu tükenir; onu, neden bilinmez, özgürlüğe diğerlerinden daha güçlü bağlayan hevesi, hayatta kalma güdüsüne galebe çalar. Ölümün şefkatine sığınır. Kanlar içinde devrildiği köşeden bir daha kalkamaz. Kendisine tek yaşama biçimi olarak köleliği biçen, kendinden daha vahşi canlıların zulmünü anlamlandıramadan, kısa süren ömründen hiçbir şey anlayamadan ölür gider. Diğerleri bir süre sonra kendine gelir. Bünyelerindeki bir şey her şeye rağmen hayatta kalmayı seçmiştir. Yaraları iyileştikçe sadık, kendilerine öğretileni harfiyen yerine getiren köpekler olarak göreve koşulurlar.

Dolandırılacak laf, cilalanacak yorum kalmamıştır. Bu millet kırılmış, burnu sürtülmüş bir köpek sürüsü gibi hayatta kalmanın gittikçe zorlaşan koşullarını sineye çekip toplum pozunda durmaktadır.

İşte bu yüzden memleketimizde işkence sorunu bir türlü çözülememektedir. Sanki devletin dahi karşısında aciz kaldığı tanrısal bir güç hemen herkesin itirazına rağmen zulmünü sürdürmekte, bu toplum da birlik ve beraberlik içinde sızlanmakta, çırpınmakta, başına felaketler geldikçe insan haklarından dem vurmaktadır.

Karanlık güçlerin, tuhaf yollarla üreyen işgalci yaratıkların, çoğunluk kindar hayaletlerin kuşattığı ve sakinlerine namütenahi zulüm ettiği ücra Amerikan kasabası filmlerindeki gibi hayli metafizik bir durum. Analitik düşünmeyi öğreneceklerine ‘eti senin kemiği benim’ şiarıyla onun bunun yanına çırak yazdırılan çocukların memleketinde metafizik merakının sınır tanımaması doğal.

Öncelikle şunu kabul etmekte yarar var: Hayatını bu memlekette sürdürmekte olan herkesin bir kırılma anısı vardır. Herkes hayatının bir noktasında köşeye sıkıştırılıp iyice hırpalanmıştır. Hatırlamak istemediği, şiddetli bir anısı olmayan bir tek kişi bulmak mümkün değildir. Her birey ya ana-babası, ya öğretmeni ya ustası ya çavuşu ya polisi ya kocası ya patronu ya da bunlardan birkaçı ya da hepsi tarafından, kendince varoluş imkanlarını sonsuza dek hatırlayamayacağı duruma gelene kadar şiddetle hırpalanmıştır.

Acımasızca belirlenmiş kurallar dışında okşanması yasak olan bedeni durmadan paralanmış, kanatılmış, en önemlisi hep acının tehdidi altında tutulmuştur. Bu, artık sorgulanamayacak kadar eski bir törenin gerektirdikleriyle belirlenmiş doğal bir durumdur. Bu yüzden, yine birkaç yıl önce çırak olmak istemediği için babasının arabasının arkasına bağlayıp sürüdüğü çocuk tam şefkatle kucaklanacakken hemen ertesi gün aslında iddia ettiği gibi okumak da istemediği, okulda başarısız olduğu ortaya çıkarılıverildi. Arabaya bağlanıp kilometrelerce sürüklenmiş çocuğun ‘yalanı’ anlaşıldığında bu toplum derin bir nefes alır. Çünkü baba fazla sert olmakla birlikte haksız değildir. Tanık olmak zorunda kaldığımız bu korkunç zulmü de kendi başımıza gelmiş olanlarla birlikte hafızamızın kara deliğine atıveririz.

İşte bu yüzden, öğrencilerin yediği dayak birçoğumuzu şaşırtmıyor, irkiltmiyor, incitmiyor. Onların saygısızlığına ise tahammülümüz yok. Kalkıp koskoca vekillerimize yumurta atıyorlar. Kırılmış köpekler memleketinde.


Etiketler: yaşam, siyaset
nefret