27/01/2010 | Yazar: Kürşad Kahramanoğlu

İstanbul’dan tam 10.022 kilometre uzaktayım. Hem de, kuş uçuşu mesafesi ile. Buralar çok farklı yerler. Bir kere hava sıcak. Yağmur yağıyor, ama hava sıcak. 26 derece.

İstanbul’dan tam 10.022 kilometre uzaktayım. Hem de, kuş uçuşu mesafesi ile. Buralar çok farklı yerler. Bir kere hava sıcak. Yağmur yağıyor, ama hava sıcak. 26 derece. Değişik ve güzel yemekler yiyorum, fevkalade müzikler dinliyorum, ama aklım TEKEL işçilerinde.

Dün akşam Sao Paulo’daki arkadaşlarım, bana ‘hoş geldin’ demek için yemekli bir toplantı düzenledi. Birçoğu sendikacı olduğu için, Tekel Grevi konuşuldu. Çoğunun merak ettiği konu, Tekel işçilerinin özellikle de diğer sendikalardan ve işçi yanlısı politikacılardan aldıkları destekti. Brezilya, sendikaların hâlâ ciddi politik bir güç olduğu bir diyar. Greve giden sendikacılar, bu kutsal haklarını kullanırken saygı ve destek görüyorlar. Devlet başkanları bile, eski bir sendika lideri!

Dilimin döndüğü kadar durumu anlatmaya çalıştım. Aramızdaki genç arkadaşlar, biraz anlamakta zorluk çekti. Yanlış anlaşılmasın; Brezilya’da da grevler oluyor. Asgari ücret, geçinme sınırının çok altında. Ama 8 senedir, bir sendika liderinin yönettiği ülkede, fakirlik sınırının altındaki -burada “D Grubu” deniyor- 10 milyon insanın bir üst basamağa çıkıp ilk defa süpermarketlerde alışveriş yapabilir bir hale geldiği bir ülkeden bahsediyoruz. Hükümetin öncelikleri arasında sadece fakirlikle mücadele etmek, açları doyurmak yok; aynı zamanda da işsizlikle mücadele ve özelleştirilmiş sektörlerde işini kaybetmiş çalışanlara koruma programları var. Ülkenin devlet başkanı, milletlerarası forumlarda “Global ekonomik kriz fakirin, fukaranın, emekçinin sırtından çözülmemeli; fatura onlara çıkarılmamalı’ diyerek sesini yükseltiyor. Burada sendikacılar protesto ettikleri zaman, hele hele greve giderlerse “içimizdeki düşman” muamelesi görmüyorlar.

Sendikacı arkadaşlarımdan bir tanesi; “Kusura bakma, Türkiye’yi o kadar iyi takip edemiyorum, idare askeri cuntanın mı elinde” diye sordu? Dilim döndüğü kadar anlattım. “Demokrasiye bağlı seçilmiş hükümet varsa, grevdeki işçiler neden açlık grevine gitme gibi bir yönteme başvurmak zorunda kalıyorlar ki” dedi. Cunta dönemi bitti biteli, üzerlerine polis salınıp, meydanlarda gösteri yaparlarsa üzerlerine tazyikli su sıkılmayan, biber gazı ile hastanelik edilmeyen bir diyarın sendikacısı, durumumuzu pek anlayamadı!

Bu sene Dünya Sosyal Forumu, eski formatı ile yapılmıyor. Yarın Porto Allegre şehrinde, durum mütalaası yapılacak büyük bir toplantı var. Seneye Dünya Sosyal Forumu, Senegal’de yapılacakmış. Sizler bu yazıyı okurken, ben Sao Paulo’dan Curitiba şehrine geçmiş olacağım. Brezilya’ya gelme nedenlerimden biri olan ILGALAC, yani ILGA’nın Latin Amerika Konferansı’nın açılışında olacağım. Brezilya’ya ayak basar basmaz, devlet başkanından diğer bütün delegelere de gönderilen, bir ‘hoş geldiniz’ mesajı aldım. Bizlerin, ülkesine gelmemizden ne kadar memnun olduğunu yazıyor; ayrıca da hükümetinin farklı cinsellikte olan insanların karşılaştığı ayrımcılığa karşı yıllardır yaptıklarını ve yapacaklarını anlatıyor.

Burada yaşamasam ve bu sadece bir ziyaret bile olsa, doğrusu emeğe değer verilen, emekçinin saygı gördüğü, ayrımcılıkla mücadele edildiğini hissettiğiniz topraklarda olmak, insan ruhuna iyi geliyor. Ama aklım Tekel işçilerinde ve onlara destek veren itfaiyecilerde. Acaba Türkiye çapında destek amaçlı bir açlık grevi organize edilemez mi? 10.022 kilometre uzaktan bile katılırım. Bu emekçiler, umudumuz. Onların zaferi, hepimizin zaferi olacak.


Etiketler: insan hakları, çalışma hayatı
nefret