16/06/2025 | Yazar: Ecehan Balta

İşyerinde cinsiyet, etnik kimlik, mülteci statüsü ya da cinsel yönelim temelinde yaşanan ayrımcılık, çalışma ortamının insan onuruna yakışır iş olma özelliğini kökten sarsmaktadır. Bu bağlamda, her alanda ayrımcılığa karşı somut önlemler alınması, işe alım sürecinden yükselme aşamasına, mobbingden şiddet uygulamalarına kadar geniş bir yelpazede hakların güvence altına alınması gerekmektedir.

Çalışma hayatı: Hayatın tamamı Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Günümüz dünyasında, ister ücretli ister gönüllü olsun; çalışmak neredeyse varoluşumuzun merkezi haline geldi. Hayatımızın büyük bir kısmını, geçimimizi sağlamak, temel ihtiyaçlarımızı karşılamak ve sosyal çevremizi oluşturmak amacıyla harcıyoruz. Ancak çalışma hayatı, yalnızca maddi kazanç sağlamaktan öte; zaman, enerji ve ruh sağlığı gibi pek çok boyutu içinde barındıran karmaşık bir sistemdir. Bu yazıda, iş hayatında karşılaştığımız ekonomik baskılardan, işyerinde maruz kaldığımız şiddet ve taciz örüntülerine, dışarıda bırakılan grupların yaşadığı ayrımcılık ve mobbing gibi sorunlara kadar pek çok boyut detaylandırılarak ele alınacaktır.

Ekonomik Baskılar ve Zamanın Parası

İnsanlar, yaşamlarını sürdürebilmek için çalışırken, aslında her geçen gün yalnızca işyerinde geçirdikleri 9 saatlik aktif çalışma zamanının ötesinde, 24 saatlik bir döngüye bağlı kalırlar. Bu döngüde; işe gitmek için harcanan yol, yemek, giyecek gibi temel ihtiyaçların yanında, işyerinde geçirdiğimiz uzun saatlerin ardından kendimizi yeniden toplama ve dinlenme süreçleri de devreye girer. Haftada en az 45 saatlik çalışma süresi, çoğu zaman ev dışında geçirilen 11-14 saatlik işyeri vakasıyla birleştiğinde, fazla mesai yapılmasa bile kişisel zamanın ciddi anlamda kısıtlanması söz konusu oluyor. Üstelik aldığımız ücret, bu uzun ve yorucu sürecin tamamına değil, yalnızca masa başında aktif olarak çalıştığımız 9 saatlik dilime denk geliyor. Böyle bir sistemde, çalışırken kendimize, sevdiklerimize ve sağlığımıza ayırdığımız zaman sürekli erozyona uğruyor.

Ekonomik anlamda, işgücü piyasasında var olmanın maliyeti sadece parayla ölçülemez. İşe giderken ve işten dönerken harcanan zaman, sosyal yaşantıdaki etkileşimler ve kişisel gelişime ayrılan vakit, bireyin yaşam kalitesini doğrudan etkileyen unsurlar arasında yer alır. Günümüz toplumunda, modern yaşamın hızı ve teknolojinin getirdiği sürekli bağlantı hali, çalışma saatleri dışında da bizi meşgul etmeye devam ediyor. Bu durum, kişisel alanın ve özel hayatın giderek daralmasına neden oluyor. Dolayısıyla çalışma hayatı, sadece ekonomik bir gereklilik değil; aynı zamanda bireyin yaşam dengesini kurmaya çalıştığı, sosyal ilişkiler kurduğu ve kimliğini oluşturduğu karmaşık bir deneyim olarak karşımıza çıkıyor. Burada, “zaman yoksulluğu” kavramını kullanıyoruz. Özellikle yeniden üretim emeği krizi ile birlikte ezilen ve dışlananların ücretli / ücretsiz daha fazla çalışmak zorunda kaldıkları bu düzen, yoksulları zamansal olarak da daha fazla yoksullaştırıyor.

İşyerinde Şiddet, Taciz ve Psikolojik Travmalar

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün “İşyerinde Şiddet ve Taciz Algıları ve Deneyimleri” adlı araştırması, Türkiye’de çalışanların %75’inden fazlasının kariyerleri boyunca en az bir kez işyerinde şiddete maruz kaldığını ortaya koyuyor. Bu şiddet, yalnızca fiziksel saldırılarla sınırlı kalmayıp, psikolojik baskı, sözlü taciz ve cinsel şiddet gibi pek çok farklı biçimde kendini gösteriyor. Araştırmaya göre, kadınlar iş yaşamlarında cinsel şiddete karşı daha savunmasız durumda. Her dört kadından biri en az bir kez cinsel şiddete uğrarken, bu durum erkeklerde görülme sıklığının neredeyse iki katı oranında yaşanıyor. Bunun yanında, katılımcıların üçte biri işyerinde fiziksel şiddetin herhangi bir formuna maruz kalırken, erkeklerin fiziksel şiddet vakaları daha yüksek oranda bildiriliyor.

Bu veriler, çalışma hayatındaki şiddetin toplumun derin yapısal sorunlarıyla ne kadar iç içe geçtiğini gözler önüne seriyor. “Türk aile yapısının” bir kopyası olan işyeri dinamiklerinde, kız çocuklarının cinsel şiddete, oğlan çocuklarının ise fiziksel şiddete daha açık hale gelmesi, adeta eski Türk filmlerindeki aile içi hiyerarşiyi andıran bir düzeni akıllara getiriyor. İşyerinde maruz kalınan bu tür şiddet ve taciz, çalışanların psikolojik sağlığında derin yaralar açıyor. Sürekli tehdit altında olmak, özgüvenin zedelenmesine, anksiyete, depresyon gibi ruhsal hastalıklara yol açabiliyor. Özellikle genç çalışanların kariyerlerine başlamadan önce böyle deneyimlerle karşılaşmaları, uzun vadede mesleki motivasyonlarını ve genel yaşam kalitelerini olumsuz etkiliyor.

Dışarıda Bırakılan Grupların Çalışma Mücadelesi

İşgücü piyasasında yalnızca cinsiyet temelli ayrımcılık değil, aynı zamanda etnik köken, mülteci statüsü ve cinsel yönelim gibi pek çok farklı kimlik etiketine dayalı ayrımcılık da mevcut. Özellikle LGBTİ+ topluluğu için durum, ne yazık ki çok daha vahim bir hal almış durumda. İş gücüne eşit şartlarda dahil olma konusunda ciddi engellerle karşılaşan bu kesim, çoğu zaman sektörlerin belirli kalıpları içinde yer bulabiliyor. Devlet memurluğu gibi bazı alanlara başvuru sürecinde dahi “beton tavan” adı verilen aşılması güç bariyerlerle yüzleşmek zorunda kalıyorlar.

Toplumda cinsiyet rollerine dayalı olarak belirlenen meslek kalıpları, kadınlara özgü sektörlerin yanı sıra LGBTİ+’ların da dar bir çerçevede yer almalarına neden oluyor. Örneğin, sekreterlik, anaokulu öğretmenliği, hemşirelik gibi meslekler, ev içindeki yeniden üretim emeğinin bir uzantısı olarak “kadınlara layık” görülürken; LGBTİ+’lar, çoğunlukla bar, lokanta, kozmetik ve giyim mağazası gibi sektörlerde veya sivil toplum kuruluşlarında kendilerine yer bulabiliyor. Ancak bu alanlar, ne yazık ki çoğunlukla orta-üst ve varlıklı kesimlere hitap eden, rekabetin ve sosyal statü baskılarının yoğun olduğu sektörler olduğundan, LGBTİ+’ların tüm potansiyellerini sergilemeleri ve gelişmeleri için yeterli olanak sağlamıyor.

Ayrıca, işyerinde cinsiyet temelli cam tavanın ötesinde, etnik azınlıklar, mülteciler ve LGBTİ+’ların karşılaştığı “beton tavan” olarak adlandırdığım daha görünür ve keskin engeller söz konusu. Bu engeller, kişinin kimliğinin işyerinde temsil edilemeyeceği veya beklenen “prezentabl” normlara uymadığı iddiasıyla gerekçelendirilerek uygulanıyor. Böylece, toplumun “istenmeyen” kategorilerine ait bireyler, iş yaşamında sürekli dışlanma, küçümsenme ve hor görülme tehlikesiyle yüz yüze kalıyor.

Cam Tavan mı, Beton Tavan mı?

İş yaşamında yükselmede karşılaşılan engeller, çoğu zaman “cam tavan” olarak adlandırılan görünmez bariyerler şeklinde ifade edilir. Cam tavan, bireylerin kendi yeteneklerini ve çabalarını tam anlamıyla ortaya koymalarını engelleyen, ama çoğu zaman fark edilmeyen sınırlamaları simgeler. Ancak, etnik azınlıklar, mülteciler ve LGBTİ+’lar için bu durum çok daha farklı; burada engeller görünmezden ziyade, “beton tavan” şeklinde somut ve aşılması güç bariyerler olarak karşımıza çıkıyor. Bu beton tavan, sadece bireyin kendi içsel güvensizliklerinden kaynaklanmıyor; aynı zamanda işyerindeki sistemsel ve toplumsal önyargıların, aile içindeki hiyerarşik düzenin ve patron-kadro ilişkilerinin doğrudan yansımasıdır.

Özellikle, patronun “ailesine” benzetilen çalışma ortamlarında, işçilerin belirli kimliklere sahip olmaları, işyerinde yükselme şanslarını doğrudan etkileyebiliyor. Patronun adamı olmayan bireyler, işyerinde sadece kendi performanslarıyla değil, aynı zamanda patronun ve üst düzey yöneticilerin önyargılarıyla da mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Bu durum, işyerinde liyakat ilkesinin gerçekte ne kadar zayıf uygulandığının da altını çiziyor. İdeal bir çalışma ortamında, bireyin yetenekleri, deneyimi ve çabaları öncelikli olmalı diyebiliriz belki; ancak uygulamada, sosyal bağlantılar, cinsiyet, cinsel yönelim ya da etnik köken gibi faktörler daha baskın hale geliyor.

Mobbing: İşyerindeki Sessiz ve Yıkıcı Şiddet

Mobbing, işyerinde uygulanan sistematik ve uzun süreli psikolojik baskının en yıkıcı biçimlerinden biridir. Temel olarak, bir veya birden fazla kişi tarafından hedef alınan bireye yönelik sürekli yıldırma, pasifleştirme, işten soğutma ve hatta işten tamamen uzaklaştırma girişimleri mobbingin temel tanımını oluşturur. Psikolojik yıldırı olarak da adlandırılan bu durum, mağdurların kendilerini yetersiz, değersiz ve işini hak etmediğine dair inançlara kapılmasına yol açar. Araştırmalar, mobbingin etkilerinin anlaşılmasının bazen iki yılı bulabildiğini, iyileşmenin ise ortalama dört yıla kadar sürebileceğini gösteriyor.

Mobbing, özellikle dezavantajlı gruplar üzerinde daha yoğun ve yıkıcı etkiler bırakıyor. İşyerindeki bu tür sistematik baskılar, sadece bireyin mesleki gelişimini engellemekle kalmaz, aynı zamanda ruhsal sağlık üzerinde kalıcı travmalara yol açar. Mağdurlar, mobbingin adını koymakta ve dışarıdan bakabilmekte zorlanırlar; bu da yalnızca bireysel mücadeleyi daha da zorlaştırır. Ancak, mobbingin farkına varılması ve bu durumun adlandırılması, hem bireylerin hem de toplulukların bu tür yıkıcı uygulamalarla mücadele edebilmesi için ilk ve en önemli adımdır.

Mobbing ile mücadele dernekleri ve sivil toplum kuruluşları, işyerinde yaşanan bu tür baskılara karşı farkındalık yaratmak, mağdurlara destek olmak ve çözüm yolları üretmek amacıyla çalışmalar yürütmektedir. İşyerinde mobbingin tespit edilmesi, mağdurların seslerini duyurabilmesi ve gerekli yasal haklara erişebilmesi, bu tür uygulamaların önüne geçilmesinde kritik bir rol oynamaktadır.

Bu noktada, çalışanların deneyimlerini paylaşmaları, destek grupları oluşturmaları ve haklarını aramak için birlikte hareket etmeleri büyük önem taşımaktadır.

İnsana Yakışır İş ve Geleceğe Dönük Mücadele

Son yıllarda Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), “insana yakışır iş” kavramını ortaya atarak, çalışma hayatının yalnızca ekonomik verimlilik üzerine kurulamayacağını, aynı zamanda insan onurunun, sağlığının ve güvenliğinin de korunması gerektiğini vurgulamıştır. Biz çalışanlar, iş yerinde adalet, eşitlik ve saygı beklerken; patronlar, “biz bir aileyiz” adı altında bu değerleri ihmal edebiliyor. İşyerinde cinsiyet, etnik kimlik, mülteci statüsü ya da cinsel yönelim temelinde yaşanan ayrımcılık, çalışma ortamının insan onuruna yakışır iş olma özelliğini kökten sarsmaktadır. Bu bağlamda, her alanda ayrımcılığa karşı somut önlemler alınması, işe alım sürecinden yükselme aşamasına, mobbingden şiddet uygulamalarına kadar geniş bir yelpazede hakların güvence altına alınması gerekmektedir.

Bu mücadelede toplumsal dayanışma ve örgütlenme, en önemli araçlardan biri olarak öne çıkıyor. Örneğin, geçtiğimiz Mayıs ayında Kaos GL ile birlikte düzenlenen ve LGBTİ+ çalışanların hakları üzerine gerçekleştirilen çalıştay, bu konuda atılmış önemli adımlardan biridir. Çalıştay, katılımcıların deneyimlerini paylaşmalarını, sorunları tartışmalarını ve çözüm yolları üzerinde birlikte düşünmelerini sağlamıştır. Bu tür etkinlikler, sadece bilgi ve farkındalık yaratmakla kalmayıp, aynı zamanda toplumsal ve kurumsal düzeyde değişimin tohumlarını da ekmektedir.

2025 itibarıyla Pembe Hayat Derneği ve Kaos GL’nin ortaklaşa başlattığı aylık söyleşiler ve Pembe Yakalılar Ağı girişimi, dışarıda bırakılan grupların iş hayatında haklarını savunmaları ve dayanışma içinde olmaları için oluşturulan önemli bir platformdur. Bu ağ, sorunların üzerine konuşarak, paylaşılan deneyimler üzerinden stratejiler geliştirerek ve birlikte mücadele ederek, işyerinde yaşanan ayrımcılık, mobbing ve şiddet gibi sorunlara karşı somut adımlar atılmasını hedefliyor. Böylece, çalışma hayatında yalnızca bireysel mücadele yerine, kolektif bilincin güçlendirilmesi ve hak taleplerinin ortak bir zeminde toplanması mümkün hale geliyor.

Sorunlarımızı ve haklarımızı ancak üzerinde konuşarak bilebiliriz, haklarımızı gerçekleştirmek için ancak birlikte mücadele edebiliriz.

Kaos GL dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL dergisinin “Çalışma Hayatı” dosya konulu Mart-Nisan 2025 sayısında yayımlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org’ta yayınlanan köşe yazıları, KaosGL.org’un editoryal çizgisini yansıtmak zorunda değildir. Yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, çalışma hayatı, araştırma, inceleme, yorum
İstihdam