03/03/2009 | Yazar: Murad Esin

Geçen hafta bir post modern darbe olan 28 Şubat 1997 yılında yapılan MGK toplantısının yıldönümüydü. 28 Şubat 12 yaşına girmiş bulunuyor.

Geçen hafta bir post modern darbe olan 28 Şubat 1997 yılında yapılan MGK toplantısının yıldönümüydü. 28 Şubat 12 yaşına girmiş bulunuyor. Ve geçen hafta tam da bu darbenin yıldönümünde 28 Şubat 1997 ortamında televizyonlarda boy gösteren eski şeyh Ali Kalkancı uyuşturucu imali ve satışı yapmak suçundan tutuklanıyordu. 12 yıl sonra 28 Şubatın anlı şanlı paşaları Silivri Cezaevinde haklarında yazılacak iddianameyi beklerken ve 28 Şubat mağdurları, onlar, bir kısmı devletlü oldular, bir kısmı dünyanın öteki coğrafyalarında yaşama sansı buldular. Evlerine kamyon girmekle tehdit edilenler, bilinmeyen yerlerde çeşitli işkencelere maruz kalanlar, üniversitedeki dersleriyle ilgli saatlerce soruşturulanlar ve daha niceleri. Hapisten Mehdi olarak çıkanlar ve faili meçhuller, gözaltılar. 28 Şubat Türkiye'deki dindar-İslamcı kesimlerin üzerinden silindir gibi geçmişti.

Türkiye'de hak ihlaline uğrayan kesimlerde, özgürlük mücadelesi verenlerde bir kendinden olmayanı, kendi gibi düşünmeyeni dışlama, onun çektiği acıları görmezden gelme alışkanlığı var. Bir kaç istisna dışında özgürlükleri çeşitli şekillerde kısıtlanan ve mağdur edilenler arasında acıları paylaşıp, zorbalara karşı bir birliktelik mevcut değil. 28 Şubat en ağır şekilde yaşanırken Türkiye'de kendini sisteme karşı olarak gören Kürd - sol hareketlerin büyük bir kısmı sessiz kalmayı ve duyarsızlığı tercih etmişti. Ve 2009 yılının başında hükümetin Kürtçe açılım ve Cumhurbaşkanının, Başbakanın bu TV'ye konuşmaları Başbakanın Kürtçe kelimelerle konuşmasını bitirmesi önemli açılımlardı.
 
Ve geçen hafta Ahmet Türk Mecliste Kürtçe konuştu, ne olduysa bundan sonra oldu. Konuşması Meclis TV'den verilmedi. Bu konuda perde arkasında yaşananları Radikal’de Oral Çalışlar yazdı. TRT'de sabah saatlerinde Ahmet Türk’ün Kürtçe konuşacağı haberi alınmış. Bir kriz masası kurulmuş ve TRT Kanununda yapılan değişiklik uyarınca Ahmet Türk’ün Kürtçe konuşmasının yayınlanması yönünde karar çıkmış. Ancak TRT 3 Meclis Başkanlığının denetiminde olduğundan Meclis Genel Sekreteri yayınlatmamış. Burda Meclis Sekreteri kiminle konuşup bu karara vardı bilinmez ancak siyasi irade açısından verilen karar TRT yönetiminin kararı olarak Meclise bildirilmiş. Ardından Genelkurmaydan yapılan açıklama ile TSK’nın görüşünün de bu yönde olduğu görülmüştür. Burada Anayasa hükmü gerekçe gösterilirken bu hükmün ‘Devletin resmi dili Türkçedir’ deki resmi kelimesinin geniş yorumuna gidilmesi ne kadar doğrudur. Yasalar derken TRT yasasında zaten bir değişiklik yapılmıştır. Meclis İç Tüzüğünde Meclis grup toplantılarının hangi dilde yapılacağı yazılı mıdır? Bu da ayrı bir sorudur. Ancak TRT yönetimin verdiği karar Ahmet Türk olayında en doğrusudur. Ve uygulanması gerekmekteydi. Başbakan bu olaya değinmemeyi, taraf olmamayı bilinçli bir şekilde tercih etmektedir. Bunun nedenini de sanırım çok rahat anlayabiliriz.
 
Ve Kürd açılımı ile ilgili resime genel olarak baktığımızda, bugünlerde Kuzey Irak – Güney Kürdistan'da bir takım gelişmeler olmakta. Geçen ay Erbil, Abant Plartfromu’na ev sahipliği yaptı. Türkiye’nin Musul Başkonsolosu da toplantıda bir konuşma yaptı. Abant toplantılarının bu seneki konusu Kürd sorunuydu. Ve yer olarak da Kuzey Irak Özerk Kürt yönetiminin başkenti olan Erbil seçilmişti. Ve gelecek ay Erbil bir önemli toplantıya daha ev sahipliği yapacak. Kürd Konferansı. Bu konferansa tüm Kürd örgütleri çağrılı. Konferanstan muhtemel bir silah bırakma çağrısı ve barış isteminin çıkması bekleniyor. Bu bağlamda PKK da bu konferansta olacağını açıkladığından tüm Kürd gruplarının üzerinde mutabık kalacağı bir barış çağrısına karşı durması zor gibi görünüyor. Yine MİT, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi, Bağdat Hükümeti ve Kandil arasında bir takım gelişmeler olduğunu, muhtemel bir genel afla birlikte PKK'nın lider kadrosunu oluşturan 152 isme BM kontrolünde üçüncü bir ülkede yaşama hakkı vermekle ve öteki örgüt üyelerinin de silahlı eyleme katılmayanların şartsız affı, katılanların ise 5 yıl boyunca Kuzey Irak Yönetimi tarafından istihdam edilebileceğinin söz konusu olduğunu, Aksiyon Dergisinin 22 Aralık 2008 tarihli ve gazeteport.com’ un 2 Mart tarihli sayılarında verilen haberlerden öğreniyoruz.
 
Ve tüm bu açılımlar yanında Burhan Kuzu’nun yaptığı Ahmet Türk değerlendirmesi karşımıza çıkıyor. Burhan Kuzu LGBT talepleri ile igili karşı duruşu nedeniyle geçen haftaki yazıma da konu olmuştu. Yukarıda yazdığım Kürd açılımı ve Kürtçe ile ilgli haberlere ben ABD'den ulaşabilirken nedense Burhan Bey sanki olan bitenden hiç haberi yokmuşcasına Ahmet Türk olayında taraf olmayı tercih etmiştir. Burhan Kuzu hakkında mecliste yapmış olduğu basın toplantısının metnine bakıldığında (24.02.2009 tarihli İHA bülteni) Burhan Hocamızın muhteşem hukukçu yorumlarını görüyoruz. Önce Hocamız; ’Bu konuda Anayasal bir suç nitelenmesinin doğru olmadığını ancak bir suç işlendiğinin kesin olduğunu ifade etti’. Hocamız hangi suçtan söz ettiğini de söylemeliydi. TCY, TMY, hangi ceza yasasasındaki hangi maddeye dayanarak bir suç sözkonusudur. Bunu da bir hukuçu olarak söylemesi gerekmekteydi.

Hocamızın ikinci önemli tesbiti; ‘Anayasa'nın değişmez maddelerinin resmi dilin Türkçe olduğuna hükmettiğine işaret eden Kuzu, resmi sıfat taşıyanların resmi yerlerdeki yazım ve konuşmaları Türkçe yapmak zorunda olduklarını vurguladı.’ Bu çıkış bana 28 Şubat 1997 günlerini hatırlattı. Orda da Vural Savaş ve Sabih Kanadoğlu ile bir kamusal alan tanımı vardı. Burada da resmi alan tanımını görüyoruz şimdi. Ne çelişki ne çelişki! Oysaki Hocamız özellikle 28 Şubatçıların dillerini kullanmaktan sakınmalı değil miydi? Bir de TRT 6 yayınlarını TRT binasından yapmıyor muydu Hocam? TRT binası bir kamu malı, resmi bir yer değil mi hocam? Sorular sorular. Çelişkinin tutulacak bir yanı yok! Hocamızın öteki tesbitleri ise savcılara suç duyurusu niteliğinde. Anayasa Mahmekemesi bunu delil olarak değerlendirebilir mi? DTP'liler hakkındaki suç dosyaları vs vs. Hocamız savcılara yol göstermekten geri kalmamış.

Ve Hocamızın bizlere bingo dedirtecek son tesbiti ise Başbakanla ilgili. Başbakanın Kürtçe konuşmasını jest olarak değerlendirirken; ‘Gittiğin bir bölgede bölge halkının bir şivesini, ana dilini söylersin. Kayseri'ye gelen birisi 'nörüyon ağzını yidiğim' dediği zaman benim de hoşuma gidiyor. O ayrı bir konu. Kürtçe kullanıyor ama Kürtçe konuşmuyor. Bir iki kelam. Zaten bilmez Kürtçe. Birisi meydanda bir cümle kullanıyor. Öteki ayrı. İkisini yan yana koyamayız’. ‘Benim zoruma giden burası bir hukukçu olarak. Meclis'in çatısı altında herkes kendi lehçesini kullanırsa o zaman işin içinden biz çıkamayız" demesi.

Geçen yazımda Hocamızın bulunduğu mevkide karşılaştığı olaylarla ilgili zorluklar çektiğinden söz etmiştim. Yukarıda da Ahmet Türk’ün konuşmasını çok ciddiye aldığını ve zoruna gittiğini söylediğini görüyoruz. Hocam lütfen zorunuza gitmesin. Sizin temsil ettiğiniz inanç ve siyasi görüşünün dışa vurumları da Türkiye'de bir çok insanın zoruna gidiyor. Ne olur düşünce ve ifade özgürlüklerini kullananlar zorunuza gitmesin! Hiç birimizin zoruna gitmesin!

Daha özgür bir dünya dileğiyle!


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam