06/05/2009 | Yazar: Murad Esin

Geçen hafta Türkiye’deydim. Yıllar sonra Üsküdar’a gittim, Ankara’ da üniversite yıllarıma döndüm, kitap aldım, Sakarya caddesinde Köfte kültürümüze savaş ilan eden hamburger sırasında bekledim.

Geçen hafta Türkiye’deydim. Yıllar sonra Üsküdar’a gittim, Ankara’ da üniversite yıllarıma döndüm, kitap aldım, Sakarya caddesinde Köfte kültürümüze savaş ilan eden hamburger sırasında bekledim. Bir hafta internetsiz, habersiz yaşamanın keyfini tattım. 

Kaygısız yaşamak güzel, göçmen kuşların arada bir yuvalarına dönmeleri gerekliliğini bir kez daha anladım. Ve her Türkiye’den dönüşte yaşadığım o burukluk içinde gazete masasından seçtiğim gazeteleri okuyarak bir anlamda gerçek hayata dönmüş oldum. Okuduğum yazılar içinde Yıldırım Türker’in özgürlükler üzerine yazdığı yazısı dikkatimi çeken en önemli makale oldu. (Yıldırım Türkerin Yazısı için tıklayın) Yazı genel olarak Türkiye’de yaşanan kendinden olmayanı benimsememe, nefret etme üzerine kurulu bir Hacivat Karagöz hikâyesini anlatıyor. Kendinden olmayan ötekine karşı olan nefretin sonuçları bu.
 
Türkiye’de iken eniştemin Amerika ile ilgili sorduğu bir soru vardı; burada yani dünyanın her tarafından gelenlerin olduğu bir ülkede birliktelik nasıl sağlanıyor, diye. Amerika’nın kurucuları nefreti suç olarak görmüşler. Burada ötekini sevmeyebilirsiniz ancak nefret etmeyeceksiniz. Tabii ki bu genel anlayışın istisnalarını görmek mümkün ve bu nedenle de nefret suçları ağır cezalara tabi kılınmış. Türkiye’de ise durum farklı, nefret suçlarına ağır tahrik indirimleri uygun görülüyor. Nefret insanların kimliği haline gelmiş. Travesti cinayetleri derken Mardin’deki toplu katliam. Bir şekilde nefret cinayetlerinin önüne geçilmeli. Ülkenin büyük bir kesimi ortaçağda yaşarken, cinsel yönelim hakkı ve cinsel kimliklerin özgürce yaşanabilmesi için çok mücadele etmenin gerekliliği açıktır. Yıldırım Türker bu noktadan yola çıkarak LGBTT toplumuna karşı olan hoşgörüsüzlüğün son aylarda odaklandığı Vakit gazetesini konu edinmiş. Bu yazıya karşı Vakit’den gelen cevap ise Abdurrahman Dilipak’dan. (Abdurrahman Dilipak'ın yazısını için tıklayın)
 
Dilipak çocukluğumdan beri takip ettiğim bir yazar. Kitaplarından bir kısmını okuduğum, aralıklı olarak günlük yazılarını takip ettiğim biri. Dilipak 28 Şubat sürecinde kendisine sol kesimden nasıl destek verildiğini unutmuşçasına yazısına bir yorumu ekleyerek başlıyor. İlginç bir yorum. Radikal gazetesini hiç okumamış birisinin yorumuna benziyor. Sanki Radikal’de Akif Beki, Hasan Celal Güzel, Namık Kemal Zeybek yokmuşçasına Radikal’i tek sesli olmakla eleştiren bir yorum. Dilipak Vakit’e paçavra denilmesine alınmış. Vakit’in bugüne kadar dedikleri ile ilgili bir yazısını bilmiyorum. Keşke kendi yazdığı gazetedeki kullanılan tanımlamalarla ilgili alınganlığını da önceden yazsaydı.
 
Dilipak LGBTT toplumuyla diyaloga geçmek ister mi, bilinmez. Ancak Ankara’ya geldiğinde KAOS’u bir ziyaret etmeyi hiç düşündü mü? Gazetesinin eleştirdiği Homofobi Karşıtı Buluşma toplantılarına katılmaz mı? Neden İslami kesimden olanlar sadece kendilerinin mağdur olduğuna inanırlar. Mağdur edilen ötekilerini görmezler. Temel sorun bir insan hayatına son verilmesi, temel sorun nefretin varlığı. Dilipak nefret mağduru olmanın ne demek olduğunu çok iyi bilmelidir. Hak ihlallerinin mağduru olan bir kesimden gelen biri olarak LGBTT toplumunun hak taleplerine ve onlara karşı işlenen cinayetlere sessiz kalmamalıdır.  Dilipak nefrete karşı gelmeli ve rengi ne olursa olsun nefret suçlarının mağduru olanlara karşı durmalıdır.
 
Buradaki temel konu Türkiye’de yaşama savaşı veren ‘öteki’ olarak adlandıracağımız toplum kesimlerinin dışlanmamasıdır. Beyaz Türkler olarak eleştirilen yönetici elitin yaptıklarını yapmak, eleştirilenlerden olmaktır. Aramızdaki kini bitirmek gerek. Anlamak gerek. DTP’yi, KAOS’u, Tarikat ve Cemaatleri, Laik dernekleri, Kemalistleri, birlikte yaşamak adına ki yaşanacak başka yer yok, bizim gibi yaşamayanı anlamak gerek. Anlamak için tabuları yıkmak gerek. Saplantılarımızdan uzak olmak gerek. Dilipak bunu en iyi bilenlerden olmalı; çünkü temsil ettiği inanç sistemi inkârla, tüm yerleşik tabuları yıkmakla başlar ve saplantı demek yapay tanrılar üretmek demektir. Bu nedenle gerçeği bulmak için tüm saplantıların reddi gerekir. Bildiklerimiz ön yargılarımızla birliktedir. Dilipak nasıl olsa biliyorum demeyip anlamayı ve reddettiği kesimi tanımayı denemelidir. Tanıdıkça, temelde aynı olduğumuzu anlayacağız. Değil mi?


Etiketler: medya
İstihdam