17/03/2010 | Yazar: Murad Esin

AKP iktidarının başlattığı ve adı konusunda bir uyuşmanın olmaması nedeniyle kısaca açılım diyeceğimiz çalışmaların hukuki altyapısını bu kısa yazıda sorgulamaya çalışacağız.

AKP iktidarının başlattığı ve adı konusunda bir uyuşmanın olmaması nedeniyle kısaca açılım diyeceğimiz çalışmaların hukuki altyapısını bu kısa yazıda sorgulamaya çalışacağız.
 
Yazıya yürürlükte olan 1982 Anayasasını inlemekle başlarsak; Anayasa’nın Birinci Kısım Genel Esaslar bölümünde Kanun Önünde Eşitlik başlığı altında 10.madde ile düzenlenen bireylerin kanun karşısında eşitliği bir anlamda ayrımcılığa karşı temel bir koruma niteliği taşımaktadır. Maddenin ilk fıkrası tüm vatandaşların “herkes” tanımıyla “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin” kanun önünde eşit olduğunu belirtmektedir. Bu maddeye 2004 değişikliği ile cinsiyet tanımı açıklanarak kadın ve erkek eşitliği ve 2008 değişiklikleri ile devlet organlarının ve idari makamların kanun önünde eşitlik ilkesine uygun hareket etmeleri zorunluluğu getirilmiştir. Burada kısaca bu değişikliğin neden yapıldığını anlamakta zorluk çektiğimi belirtmek isterim. Anayasa, tüm devlet organları ve idari makamların uymak zorunda olduğu metinlerdir, TBMM neden böyle bir değişikliğe gereksinim duymuştur o ayrı bir soru. Kaldı ki 11. Madde ile zaten bu husus ayrıca belirtilmiştir. Tabi 1982 Anayasası “amalar” anayasasıdır ve 13. Madde özgürlüklerin sınırını belirler. Bu madde de hak ve özgürlüklerde yapılacak sınırlamaların sınırı Anayasa ve kanunlar olarak belirtilmiştir. “ Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” Burada sınırlamalar için getirilen ölçü Anayasanın sözü, ruhu, demokratik toplum düzeni ve laik cumhuriyet olarak belirtilmiştir. Ancak bu tanımlamalardan ne anlaşılacağı belli değildir. 40. Maddeye kadar temel hak ve özgürlüklerin amalarının da beraberinde olduğu sıralama 40. Maddede , “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.(Ek: 3.10.2001-4709/16 md.) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır. Kişinin, resmî görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.” şeklinde başvuru yollarını ve tazminatı düzenlemiştir.
 
Yukarıda kısaca incelediğimiz Anayasanın insan hak ve özgürlükleri ile ilgili düzenlemeleri siyasi iktidara hak ve özgürlükler konusunda genişletici düzenleme yapma yetkileri vermiştir. Siyasi iktidar herhangi bir Anayasa değişikliğine gerek olmadan bireysel ve kolektif hak ve özgürlükleri düzenleyeceği yasalarla daha ayrıntılı olarak koruma altına alabilir. Kaldı ki Avrupa Birliği uyum yasaları ilede bu konuda hükümetin önü açıktır. Örneğin bir Yurttaş Hak ve Özgürlükleri yasası hazırlanabilir, çalışma hayatındaki ayrımcılığın önüne geçmek için çalışma Bakanlığı bünyesinde il merkezli örgütlenecek bir ayrımcılığı önleme ve takip kurulu kurulabilir. Yine hali hazırda Başbakanlığa bağlı olan İnsan Hakları Başkanlığının (Üst Kurul)  yetkileri genişletilerek illerde de örgütlenmesi sağlanabilir. Bu kurula verilecek özerk statü ile kurulun öteki insan hakları dernek ve vakıfları ile koordine içinde hak ihlallerine karşı mücadele etmesinin önü açılabilir. Gündemde olan yargı reformunda Savcıların konumu yeniden düzenlenerek yargıçlar karşısında savunma ile eşit statü verilmesiyle kamu adına davalara müdahil olması sağlanarak adil yargılama yolunda önemli bir mesafe alınabilir.
 
Ancak tüm bu düzenlemelerin yapılabilinecek olmasına rağmen hükümet, Türkiye’deki her bir etnik grupla ilgili yapmaya çalıştığı ne olduğu belli olmayan ve hiç bir hukuki alt yapısı bulunmayan açılımla kitleler arasına nefret ve ayrımcılığın yerleşmesine neden olmaktadır. Herhangi bir etnik grupla ilgili yapılacak kanuni düzenleme Anayasa Mahkemesinden Anayasadaki eşitlik ilkesi ve kişiye yada herhangi bir etnisiteye özel yasa çıkarılamayacağı nedeniyle iptal edileceği açıkça bilinen bir yolda hükümet neden ısrarla gitmektedir buda ayrı bir sorudur.
 
Kaldı ki hükümet üyelerinin ne kadar hak ve özgürlükler karşısında duyarlı olduğu Kavaf örneğinde açığa çıkmaktadır. Toplumda hali hazırda var olan nefret ve bunun getirisi olan şiddetin bilinmesine rağmen eşcinseller konusunda bu nefrete devlet katından destek vermek olarak algılanabilecek sözlerin edilmesi bir bilinçaltının dışa vurulmasıdır. Görünen odur ki hükümetin açılımdan anladığı Kavaf’ın ayrımcı sözleri ve İstanbul’da yapılan Roman buluşmasıdır. Romanları İstanbul’a getiren siyasi irade Selendi’de yaşananların faillerini yargı önüne neden getirmemektedir?
 
Sözün özü açılım Kavaf tadında göbek havası ile devam etmektedir.  
 

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam