01/03/2011 | Yazar: Adnan Yıldız

Show Tv'de bir zamanlar Nurseli İdiz'in sunduğu bir program vardı.

Show Tv'de bir zamanlar Nurseli İdiz'in sunduğu bir program vardı. Ergenliğimi kendi halinde geçirirken hiç kaçırmadan izlediğim "Saklambaç", yarışmacıların bir paravanın arkasından -sorularına- gelen cevaplara göre üç adaydan birini seçtiği bir "dating" [randevulaşma/buluşma] programıydı.
 
Paravan açılırken, ertesi akşam limuzinle yemeğe gidecek çiftin kimler olacağı belli oluyor, hepimiz neşe içinde bir sonraki adaylara ve yarışmacıya geçmek için sabırsızlanıyorduk.
 
Paravan açıldıktan sonra olacaklar pek ilgimizi çekmiyordu; programın eğlencesi paravan kapalıyken sorulan sorular ve verilen cevaplarda gizliydi.
 
Sorular "özel" durumlarda karşı tarafın nasıl davranacağını sorarak, karşıdaki kişiyi tanımaya yönelikti.
 
Diyelim ki, "sevgililer gününde hediye almayı unuttun ve eve geldin; mumlar ve çiçeklerle süslü bir sofra ile karşılaştın, ne yaparsın?" türevi sorular aslında bir ergenlik efsanesi olan ve halk arasında "cesaret mi-dürüstlük mü" olarak bilinen (şişe çevirmece) flört oyunlarının bir uzantısı, televizyon gerçekliğine adapte edilmiş biçimiydi... "
 
Saklambaç" gelin-damat adaylarının potansiyel kaynanalarla birlikte aynı evde yaşadığı reality-show'lardan, müstakbel eşlerine ev tapusu sözü veren yaşını başını almış amcaların izdivaç programlarına çıkmasından epey önceydi; yani, bugünkü izlediklerimizden daha "light" ya da daha "soft" bir kurguydu.
 
"Saklambaç"ın Türkiye'nin modernleşme sürecine  en az Şapka Devrimi kadar katkıda bulunduğunu söyleyebilirim; görücü usulünden muhallebici randevularına doğru yumuşak bir geçiş yapan ilişkilenme tarihimizde, bir mihenk taşı olarak, kendinden sonraki "Sex and the City" kuşağının ortaya çıkmasına yol açtı.
 
Ne de olsa, yalnızlık, Allah'a mahsus. Bugün 'dating' sitelerine bakınca, müslümanlardan ulusalcılara kadar  (gonuldensevenler.com ya da turkevlilik.com gibi) her kesimin kendi ilişki dilini, kurallarını ve alanını kendi kontrol mekanizmalarına ve değer yargılarına göre belirlediğini görüyoruz.
 
Zira, ilişki kurmak, ilişkilenmek ve ilişki yaşamak politik dengeler içeren bir süreç. Kültürel altyapı ve siyasi otorite, farklı bir düzlemlerde kişiselleşerek; ilişki ve beraberlik üzerinden, bireylerin ahlak ve yaşam tarzını yöneten toplumsal kontrol mekanizmalarına dönüşüyor.
Modernizmin, tarihsel dönüşümün ya da toplumsal kimliğin izlerinin "mahremiyet" üzerinden okunabileceği "ilişkilenme" kurumları ve kuralları, toplumun devamlılığı ve toplumun kendini yeniden üretmesi için, aile ya da evlilik gibi önemli alt başlıklar içerdiğinden, son derece kilit rollere sahip.
 
Bu sadece kuşaksal dönüşüm açısından tarihsel olarak ilerleyen bir sosyal yapı problemi değil; devlet, çoğu kere kişisel olana birebir müdahale ederek, varlığını gösteriyor. Güncel bir parantez açarsam, Türkiye, yakın zamanda Arap  ülkelerini takip ederek, eşcinsellerin buluşma sitelerini (Gaydar, Gayromeo vs.) birbiri arkasına kapattı.
 
Bütün bu notları fişekleyense, yakın zamanda açılan bir sergi oldu. İfa'nın Stuttgart galerisinde görülebilecek "Solo für... Gülsün Karamustafa / ETIQUETTE" sergisi, kocaman bir yemek masasının üzerinde şekilleniyor; birazdan yenecek bir yemeği müjdeleyen bir yerleştirmeyle, izleyicisine "adab-ı muaşeret"in tarihini resmediyor.
 
Serginin başlığı "etiquette", etimolojik olarak Fransızca'dan gelse de, kelimenin bugünkü anlam genişlemesi 18. yüzyıl İngilteresi'nden miras... Nerede nasıl davranılacağının, bunun bilgisinin ve görgünün sınıfsal ve toplumsal yapıyı şekillendirdiğini düşünürsek, "etiket" için sosyal davranış biçimlerinin kodlanması diyebiliriz.
 
Sergi fikri, Karamustafa'nın yakın tarihimizin tartışmalı isimlerinden Abdullah Cevdet'in Fransızca orjinalinden adapte ettiği, (Latin alfabesi yaygınlaşmadığı  için 1920'ler sonu) Arapça basılan ve Türklere batılılaşmayı  'resimlerle' öğretmeyi amaçlayan bir kitabı bir sahafta bulmasıyla başlamış.
 
Neon led çizgilerle mimari olarak mekandan ayrılan yerleştirmenin ortasındaki kocaman yemek masası porselen tabaklar, cam  kadehler ve çatal-bıçaklarla kaplı. Tabakların ve kadehlerin üzerindeki etiket, kitaptan devşirilmiş; alt alta basılı iki resimde bir 'centilmen', bir 'bayanın' elini kibarca öpüyor.
 
Mekanın devamında Cevdet'in kitabı, Alman Pathé arşivinden 58 saniyelik bir filmle birlikte sunuluyor. Filmde, "Almanlar" bir topluluğa girmeyi, kadınlara çiçek vermeyi, 'oturmayı-kalkmayı' öğreniyor.
 
Yakın zamanda, Abdullah Cevdet'in adı ülkemizin meşhur sokak adı değiştirme harekatlarından birinde geçmişti; Milliyet Gazetesi köşe yazarı Hasan Pulur'un yazısını okuyan Ankara Büyükşehir Belediyesi Cevdet'in, 'Bu millet adam olmayacak. Bu milleti adam etmek için Batı'dan damızlık erkek getirmek gerek' dediğini öğrendikten sonra, Cumhuriyet Halk Partilileri (CHP) de kafalayarak, Cevdet'i Ermeni yanlısı olmakla ve "şanlı tarihimize ihanetle" suçladı. Ankara'daki Abdullah Cevdet sokağının adı böylece "Prof. Halaçoğlu Sokak" olarak değiştiriliverdi.
 
Sergiye gelince... Yakın formal referanslar olarak, Judy Chigago'nun feminizmin tarihine adanan görkemli yemek masası ya da Rirkrit Tiravanija'nın kavramsal-performatif yaklaşımı akla gelse de, "Etiquette" galerinin kurumsal atmosferinde sözünü ettiği modernite eleştirisinin gölgesinde kalıyor, tiyatralleşemiyor -bile. Oryantalizm temsilleri, modernitenin tarihselleşmesi ve özellikle kadının rolünün toplumsal dönüşümü üzerinde çalışan Karamustafa'nın yerleştirmesinin  içeriği oldukça zengin, fakat yerleştirmenin mekandaki varlığı epey problemli. İçeriğindeki potansiyel tartışma alanını açacak görsel hakimiyeti mekanda kuramayan, araştırma aşamasında kalmış performatif yaklaşımını mekanın fizikselliğine adapte edemeyen iş, yemek masasının davetlilerini bekleyen sessiz boşluğuna hapsolmuş...
 
Sergi yayınına, İstanbul bağlamını yakından tanıyan ve yıllardır İstanbul'da yaşayan November Paynter katkıda bulunmuş. İşin tarihsel referansları  açısından, içerik Nilüfer Göle ya da Sibel Bozdoğan bilen bir teorik altyapı talep ettiğinden, yayın yetersiz kalmış. Zaten, "Etiquette"in içeriğinden çok Karamustafa'nın sanat tarihsel gelişimine odaklanıyor. Hem sergi hem de yayın, izleyicisine-okuyucuna geçmeyen kuru bir yalnızlıkta.
 
"Tanrım, tek başına koyma kullarını. Yalnızlığa ancak sen dayanırsın!"


Etiketler: insan hakları, aile
İstihdam