10/07/2020 | Yazar: Evrim Demirtaş

Akıntının tersine kürek çeken, kürek çekebilme cesareti olan ve yol alan, alamasa da cesaret eden herkese selam olsun…

Adaletin Bu Mu Dünya yazı dizisi kapanış yazısı Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Bu, “Adaletin Bu Mu Dünya” yazı dizisinin kapanış yazısı olsa da, bir veda değil. LGBTİ+’lar her yerde sözümüzün devamı niteliğinde sayılmalı. Okulda, işte, mecliste; LGBTİ+’lar her yerde! Akıntının tersine kürek çeken, kürek çekebilme cesareti olan ve yol alan, alamasa da cesaret eden herkese selam olsun…

Türkiye’nin farklı kentlerinden avukatlara söz verdik. Yazı dizimiz nefret söylemlerinin gölgesinde başlamış olsa da insan haklarını, hak ihlallerini, LGBTİ+ avukatları, avukatlık kanunu ve insan hakları ilişkisini, çocuk haklarını ve LGBTİ+ çocuk haklarını, damgalanan ya da ayrımcılığa uğrayan öznelerin yaşamlarını, öznelerin adalete olan güvenleri ve adaletle kurdukları/kuramadıkları ilişkiyi, barolarda LGBTİ+ hakları komisyonlarını, müvekkil ilişkilerini, mücadele tarihimizi, mücadele tarihinde yaşanan olumsuzlukları ve olumsuzluklara rağmen geldiğimiz noktaları konuştuk. Ötekinin, ayrıksının haklarını sağlama, ihlallerini önleme idealinin, demokrasiye en çok hizmet eden yöntemlerden olduğunu fark ettik. Yola çıkarken, zaten dezavantajlı olan öznelerin covid-19 pandemisinden kaynaklı, dezavantajlarının arttığı, kamu otoritelerince görmezden gelindikleri ve dolayısıyla içine düştükleri umutsuz hava biraz da olsa geçer diye düşündük. Bellek tazelensin, mücadelede neler yaptık, hatırlayalım, ilham olsun istedik. Öznelerin tüm zorluklara rağmen başarı dolu meslek yaşamlarını dinledik, mücadelenin içinde olan avukatların desteklerini bir kere daha yakınımızda hissettik.

Alana dahil olan, alanda profesyonel çalışan avukatların alana yönelme sebeplerinin çoğunlukla hak ihlallerine uğrayan LGBTİ+’ların ve örgütlenmelerinin yaşadığı hukuka aykırı, demokratik toplum düzeninin ayrılmaz parçalarından olan çoğulcu demokrasi ve katılım ilkesinin dikkate alınmadığı mahkeme kararları ve idarenin idari işlem ve faaliyetleri olduğunu hatırladık.

“Bir tek kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir.”

Montesquie

Dezavantajlı ya da azınlık haklarına baktığımızda hukukun her zaman adaletle eş değer olmadığı durumları görmezden gelemeyeceğimiz bir dünyada yaşıyoruz. İnsan hakları normları, yorumlamalarını yapan ve uygulanmasını denetleyen organlar tarafından durağan değil, toplumsal ihtiyaçlara göre sürekli değişim gösteren normlardır.  İnsan hakları, çağın totaliter iktidarları karşısında olduğu kadar, yoksulluk ve işsizlik gibi ekonomik sorunlar ve ırkçılık/cinsiyetçilik gibi sosyal sorunlar karşısında kullanılabilecek en etkin savunma yollarından biridir.

İnsan hakları kavramının ortaya çıkışı, literatürdeki genel kanı, 2. Dünya Savaşıdır. Savaş tüm dünyada inanılmaz bir yıkıma sebep olmuş, liberal demokrasilerden sapma büyük bir şiddetle sonuçlanmıştır öyle ki insanlık tarihinde tekrar yaşanmasını önlemek, insan haklarının uluslararası ölçekte güvene almak, tanınıp korunmasını sağlamak amacıyla düzenlemeler yapılmıştır. 10 Aralık 1948’de, insan hakları için temel referans olarak kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilmiştir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden daha dar olsa da, 1689 İngiliz Haklar Bildirgesi, 1776’dan itibaren ilan edilen Amerikan bildirgeleri ve 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi de temel insan hakları metinleri arasında sayılır. Literatürdeki genel kanıya rağmen, insan hakları kavramı hukuken olmasa bile fikir ya da ahlaki yaklaşım olarak insanlığın başından bu yana var olmuştur. Kişinin haklarını konu edinen Hammurabi kanunlarından, Aristo’nun özel mülkiyet ve demokratik katılım gibi modern insan haklarında önemli bir yer tutan birtakım haklardan bahsettiği metinlere baktığımızda, insan haklarının hep yüce bir değer olarak var olduğu, insanın en yüce değerlerinin ancak modernizm sayesinde hukuki karşılığını bulabildiği sonucuna ulaşabiliriz. Ayrıca İslamiyetin Peygamberi Olan Hz. Muhammed’in 632 yılında Veda Hutbesini bir insan hakları belgesi olarak yorumlayan düşünürler de var.  Yaşam hakkı, eşitlik hakkı ve mülkiyet hakkı gibi kavramlara değinilmiştir. Kısaca verdiğim bu bilgiler ışığında insan onuru ve insan hakları hukuken, modern anlayışta var olması Magna Carta’ya dayandırabilecek olsak da insana verilen değer, insanlık tarihi kadar da eskidir demek mümkündür.

Son dönemde Türkiye’de insan hakları ihlallerin çok geniş bir yelpazede yaşandığını fark etmek lazım. Nitekim yaptığımız röportajlarda, avukatların genel olarak LGBTİ+ olmayan müvekkillerinin de adalete güvenmedikleri konusunda tecrübeleri olduğunu okuduk. Keza sosyal hayatımızda da bu gözlemlenebilir bir durum. Sosyal medyada anlatılamayan, fark edilemeyen açlık ve yoksulluk hikayeleri, sosyal medyada tepki alamayan, duyulmayan cinsel suçlar… faiileri kim, mağdurlar kim bilmiyoruz. Birileri bir yerde hukuka aykırı, insan onur ve haysiyetine uygun olmayan muamelelerin ya da suçların mağduru olmaya devam ediyor. Hukuku güçlü kılmak adına çoğu zaman sosyal medyayı kullanıyoruz, çünkü hukuk iktidarların önündeki en büyük engel. Hukuk hesap sorar, hukuk hesap verir, hukuk düzenler, cezalandırır, korur, destekler, onarır, gün gelir onu prangalara vurmak isteyenleri bile korur… Fakat ülkemizde her geçen gün anayasal ilkelerimizden biri de olan hukuk devleti anlayışının terk edildiğini gözlemliyor olmak, bizi bilim kurgu senaristi yapmaz.

Anayasanın 11. Maddesi der ki; Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Aynı Anayasa, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir der. Türkiye’de idarenin eylem ve işlemlerine baktığımızda ( burada tüm merkezi idari teşkilatını kast ediyorum, hepsinin hukuka aykırı, keyfi uygulamalarına tanıklık ettik ) hukuka uygundur diyebilir miyiz? Merkezi idare teşkilatı içerisinde konumlanan idari organlara baktığımızda bunu demek mümkün değildir. Ne yazık ki ülkemiz Anayasal Devlet olmaktan çıkmakta, Anayasası olan ya da anayasalı devlet olmak yolunda ilerlemektedir.

Bugünün beyazı yarının ötekisi olabilir. Hiçbir dönemde unutulmamalıdır ki hukuk herkes için…

Yazı dizisindeki tüm içerikler:

“Adaletin bu mu dünya” dizisi başlıyor!

Av. Hayriye Kara: Hukuk sistemi ikili cinsiyet rejimi üzerine kurulu

“Öznelerin katkısı olmadan yapılacak her türlü yapı çökmeye mahkumdur”

“LGBTİ+’ların haklarını savunmak aynı zamanda demokrasiyi de savunmaktır”

“Avukatların güven veren bir yerde olmaları çok önemli”

“Baroda komisyon kurulması geç bile kalınmış bir adım”

“Seks işçiliği yıllardır sistematik bir şekilde kriminalize edilen bir alan”

“Nefret ve ayrımcılık suçu LGBTİ+’lar için işletilmiyor”

“Adalet dediğiniz şey yalnızca yargı eliyle sağlanamaz”

“Barolar bu eşitsiz denklemde dezavantajlı gruplardan yana olmak zorundadır”

“Baronun ayrımcılığa uğrayan LGBTİ+ meslektaşlara sahip çıkması gerekir”

“Sorunların çözümleri ortada, mesele kamu politikasına dönüşmemesi”

“LGBTİ+ avukatlar yargının bütün özneleri tarafından fobiye maruz kalıyorlar”

“Staj eğitiminde LGBTİQ+ haklarının ders olması şart”

“Hak ihlallerini kanıksamak da bir sorun”


Etiketler: insan hakları
nefret