29/08/2010 | Yazar: KAOS GL

Eşcinsel olduğu bilinen Almanya Dışişleri Bakanı Westerwelle'nin 'hoşgörülü davranmak' için yurtdışı gezilerine partnerini götürmeyeceğini açıklaması ahlaki b

Eşcinsel olduğu bilinen Almanya Dışişleri Bakanı Westerwelle'nin 'hoşgörülü davranmak' için yurtdışı gezilerine partnerini götürmeyeceğini açıklaması ahlaki bir harakiri. Westerwelle'nin düşünce tarzı kimseyi tahrik etmeme arzusuyla başlar ve kendinden vazgeçmekle sonuçlanır

Almanların gurur duyabilecekleri pek çok şey var. Bunlardan biri Berlin belediye başkanının açıkça eşcinsel olması. Keza mevcut dışişleri bakanının da. 1950’ler ve 60’larda Almanya’nın toplumsal muhafazakârlığını bilen herkes, o dönemin dışişleri bakanı Heinrich von Brentano hakkında fısıldananları da muhtemelen hatırlayacaktır. Muhafazakâr Hıristiyan Demokratik Birliği üyesi olan Brentano, Wikipedia’ya göre, ‘annesiyle birlikte evlenmemiş bir Katolik olarak’ yaşadı; Bavyeralı Franz-Josef Strauss ise, Soğuk Savaş jargonunun revaçta olduğu o yıllarda “Sıcak bir birader olmaktansa soğuk bir savaşçı olmayı yeğlerim” demişti (‘sıcak birader’ Alman argosunda eşcinsel anlamında kullanılıyor; ‘soğuk savaşçı’ysa, Soğuk Savaş döneminde Amerika’yla Sovyetlerin politikalarını belirleyen ve uygulayan yetkilileri ifade ediyor).

O günleri hatırlayanlar, bugün bir toplumun eşcinsellere karşı tutumunun ne kadar medeni olduğunun ölçüsü olduğunu biliyor.

Hoşgörü geri alınabilir
Bu bir hoşgörü meselesi değil, çünkü hoşgörü bir affetme tavrıdır ve bahşedildiği kadar çabuk geri alınabilir. Bir siyasetçinin eşcinsel, düzcinsel, vejeteryan veya bir bisiklet müptelası olması, Almanların büyük çoğunluğunun umurunda değildir.
İş çevrelerine yakın olan Hür Demokratlar’ın (FDP) lideri Guido Westerwelle eşcinsel olduğu için seçilip ülkenin dışişleri bakanlığına getirilme-di; mevkisini eşcinselliğine rağmen de elde etmedi. Seçmenler onun cinsel tercihiyle hiç ilgilenmedi. Ve umarız ki, bir sonraki seçimde verilen oylarla görevinden ayrılana kadar da bu durum değişmeyecek.
Fakat şu an Westerwelle, bir eşcinsel olarak değil bir diplomat olarak, kendi kendisini bitiriyor. Partnerini eşcinselliğin suç sayıldığı ülkelere yaptığı ziyaretlerde yanına almayacağını açıkladı. Sebebini bizzat onun ifadelerinden okuyalım: “Çünkü dünyada hoşgörü kavramını teşvik etmek istiyoruz. Fakat pervasız ve uygunsuz davranarak tam tersine yol açmak da istemiyoruz.”

Kendi kendisiyle çelişiyor
Ne ifade ettiğini anlamak için bu sözleri ikinci kez okumaya gerek yok: Hoşgörü harika bir şey, fakat şansımızı da fazla zorlamayalım. Bir siyasetçinin bildik boş laflarından fazlası söz konusu. Westerwelle’nin söyledikleri, bir yavaş çekimde ahlaki harakiri örneği ve Almanya için utanç verici.
Eşcinsellik en az 75 ülkede resmen suç sayılıyor, fakat bu durumun cezası hafiften ağıra kadar çeşitlilik gösteriyor. İki erkek arasındaki aşk, İran, Sudan, Yemen, Moritanya, Somali, Nijerya
ve Suudi Arabistan’da idamla sonuçlanabiliyor. Sadece İran’da son 30 yılda (‘İslam Devrimi’nin başlangıcından bu yana), eşcinsel olduğu iddia edilen veya gerçekten öyle olan 4 binden fazla erkek asıldı. Bazıları en azından ‘zina yapanlar’dan daha az vahşice muamele gördüklerini (zinanın cezası taşlanarak ölüm) söyleyecektir, fakat bu tür zekice ayrımlar sadece İslam uzmanları için bir şey ifade ediyor (sözgelimi asılmayı taşlanmaya yeğ tutan Dr. Katajun Emirpur).
Westerwelle’nin sözlerinin potansiyel etkisi üzerine gerçekten düşünüp düşünmediği, yoksa öylesine boşboğazlık mı yaptığı da tam olarak açık değil. Ev sahiplerinin hoşgörüsüzlüğüne göz yummakla ‘dünyada hoşgörü fikrini teşvik etmeyi’ nasıl başarabilir? Bu işi FDP merkezindeki bürosundan mı yapacak? Köln’deki Eşcinsel Onur Haftası’nın açılış konuşmasını yaparak mı?
Ya da belki partnerini denizaşırı seyahatlerde burkayla kapatarak mı?

Amaç sorgulatmak olmalı
Westerwelle kötü niyetli veya aptal değil. Sadece düşünmeden konuşmak gibi şoke edici bir meyli var. ‘Tam ters noktaya gitmemek’ için efendi gibi davranmamız gerektiği düşüncesinin ta kendisi yanlış. Bu düşünce tarzı kimseyi tahrik etmeme arzusuyla, barışı koruma amacıyla başlar ve kendinden vazgeçmekle sonuçlanır.
Westerwelle’nin tahrik etmek istemediği insanlar, kendi vatandaşlarının davranışlarından daha fazlasını kontrol ediyorlar. Kendi standartlarını küreselleştiriyorlar. Diğer ülkelerdeki sözüm ona ahlak eksikliğine verip veriştiriyorlar, sadece isimlerini bildikleri karikatüristleri öldürmeye çalışıyorlar ve kitaplarını okuyamadıkları yazarlar hakkında fetvalar veriyorlar. Bu koşullar altında, ‘aksine’ sebep olmamak için ‘efendi gibi’ davranan kimse, muadillerinin davranışından sorumlu olduğu şeklindeki yanlış bir kanaat üzerinden iş görüyor. Bu kişiye göre, sözgelimi kendi eşcinselliğini açıkça sergilemesi, İran’daki
eşcinsellerin durumunu kötüleştirmekten başka işe yaramayacaktır.
Fakat İran’da eşcinsellerin durumu, Westerwelle Playboy’un bütün kızlarını eskort olarak kiralayıp Tahran’a gitseydi bile, zerre kadar değişmezdi. Onların durumunu iyileştirmenin tek yolu, her fırsatta İran liderlerinin eşcinsellere reva gördükleri muameleyi sorgulamasını sağlamaya çalışmaktır. Diktatörler ve despotlar bile, acımasız birer alçak gibi görünmek istemez. İşte bu yüzden İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad New York’a yaptığı ziyarette, ülkesinde eşcinsellerin zulüm görmediğini, çünkü ülkesinde eşcinsel falan olmadığını söyledi. Söylenenin aptalca olması bir yana, Ahmedinecad’ın bu konuda zor durumda kalmamak gibi bir derdi olduğunu gösteriyordu.

Riyad valisine Kant Ödülü!
Westerwelle’nin niyet açıklaması (“Dünyada hoşgörü fikrini teşvik etmek istiyoruz”) ise tam tersine, müdahille-rinin (Almanya’da homofobiden yakınan eşcinseller, faşistlerin sayısı azaldıkça protestoları sadece daha gürültü hale gelen anti-faşistler ve İran’ın nükleer silah geliştirme çabasında olduğu çok muhtemelken nükleer enerji kullanmayan özel tasarım mutfaklarında rahatça oturan barış eylemcileri) morarmış bir gözden başka hiçbir riske girmediği bir oyunda yeni bir figürandan başka bir şey değil.
Hepsi gayet efendi davranıyor. En az, Arap Yarımadası’nda eğitimi ve bilimi teşvik etmekteki başarıları için Immanuel Kant Ödülü’nü geçenlerde Riyad valisine veren Berlin-Brandenburg Bilimler Akademisi kadar efendiler. Riyad valisinin resmi görevlerinden biri, halkın önünde uygulanan idam cezalarını onaylamak bilimi ve eğitimi teşvik etmenin bir yolu da bu galiba. (13 Ağustos 2010) 


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam