26/05/2009 | Yazar: KAOS GL

İnsanın kendini tanımlarken kullandığı, bir diğeri ile ilişkiye geçerken ilişkinin niteliğini adlandırmada tercih ettiği kelimelere bakıldığında, bu kelimelerin ‘aile’ temelli içeriğe sahip olduğ

İnsanın kendini tanımlarken kullandığı, bir diğeri ile ilişkiye geçerken ilişkinin niteliğini adlandırmada tercih ettiği kelimelere bakıldığında, bu kelimelerin ‘aile’ temelli içeriğe sahip olduğunu söyleyebiliriz . Aile denen ‘tek örgüt’ün bir çember olduğunu varsayar isek, insanın kendisine büyük ölçüde bu döngünün içinden seslendiğini görmek mümkün: Anne, baba, hala, yenge, elti... Döngünün dışında kaldığı iddiasında bulunanlar veya istemeyerek bunun dışında yer alanlar için de yine aynı ‘aile etimolojisi’ belirleyen olur: Evde kalmış, eşcinsel, dul, çocuklu kadın... Çoğunlukla da çemberin dışında kalanlara acımayla, nefretle, öfkeyle ve ‘bir gün içinde yer alanlara benzer’ tepeden hoş görüsüyle bakılır. Çemberin dışında kalanlar rahatsız edicidir, olmamışlardır, hayat ağacına tutunamamış başarısızlardır onlar. Her dem başarı müptelası bir toplumun kendilerinin de bir an olsun başarısızlığa uğrama ihtimalini hatırlattıkları için lanetlidirler.

Aile, onaylanan tek yaşam biçimidir ve aileye dönük tehdit olarak algılanan her şeye karşı nefes alma şansının tanınmaması üzerine toplumsal bir fikir birliği, eylem birliği vardır. O yüzden evlenmeksizin çocuk yapmak esefle karşılanır, heteroseksüel olmayan insanlar ilişkilerini kaçak yaşamak zorunda bırakılır, çok eşli ilişkiler ‘kirli’ kabul edilir, hatta boşanma kelimesi bile sessizce dillendirilir: ailenin başarısızlığının göstergesidir. Ailenin yapısını sarsacak her türlü cüreti gösterenlere karşı hudutsuzluğun büyüklüğüne göre önlem alınır: akıl verilir, küçümsenir, dışlanır, aşağılanır, yokluk içine terk edilir, dövülür, öldürülür!


BİZ BÜYÜK BİR AİLEYİZ

Yıllar önce ajanslar yaşlarının ortalaması 15 diye bahsetmişti onlardan. Uzak Asya’dan, Vietnam’ın çocukları. Kara gözlü, kara saçlı çocuklar. 365 tane çocuk, vücutları delik deşik... Amerikalı subayların sonradan ‘öldürülecek yaştaydılar’ dedikleri kara gözlü, kara saçlı, elbiseleri lime lime olmuş Vietnamlı çocuklar. Hayalleri, çocuklukları için direnen, direndikleri için katledilen bir uzak diyar çocukları... tıpkı bir başka uzak diyar çocukları gibi: sapanla taş savururken gördüğümüz, şimdilerde moda olduğu için görmeye sıkça alıştığımız puşileriyle yüzlerini örten, acının iklimine gözlerini açmış Filistinli çocuklar gibi. İçimiz kan ağlayarak, celladına nefretimizi haykırarak ama az sonra oturacağımız yemek masasında bir anda zihnimizden uzaklaştıracağımız Filistinli çocuklar gibi. İşte öyle çabuk ve öyle onulmaz bir unutuşa hapsettiğimizden midir nedir, yanıbaşımızdaki ailenin lanetlisi çocukları görmeyi bilmez gözlerimiz. Hani sanki Ece Ayhan bilmiştir de onlardan biri, Uğur, için yazmıştır dizelerini: ‘Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında /Bir teneffüs daha yaşasaydı,/Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür/Devlet dersinde öldürülmüştür. ’ Ya da söylemek gerekmez mi şimdi bir 23 Nisan sabahında: Bugün 23 Nisan/ Kafası kırılırken çocukların/ Kahrolup, utanıyor insan.

Onlar, acıya doğanlar, oturdukları köyden sürgüne uğratılanlar. Çalınan çocukluklarını ellerinden alanlara inat hayallerine koşanlar; henüz 14’ünde polis şiddetinden kaçarken dereye düşerek ölen, henüz 15’inde ‘özel mi özel’ timin dipçik darbeleriyle kafası kırılanlar. Amerikalı subayların ‘öldürülecek yaştaydılar’ demelerine benzer, aynı tondan ismi anılanlar.

S. Turan’ın fotoğrafına dikkat ettiniz mi? Hani şu kafası paramparça edilen 15 yaşındaki Kürt çocuk, Hakkari’de. Yerde baygın yatarkenki fotoğrafı. Gazetelerin ‘çocukları kullanıyorlar’ diye özellikle altını çizerek vermekten utanç duymadığı cinsten bir ‘çocuk’ fotoğrafı. Tıpkı Vietnam’da, Filistin’de kullanılan çocuklar gibi, eylemlerde en öne bilerek ! konulan ‘ora’ çocuklarından biri. İncecik belini tutmakta zorlanan eskimiş kemeriyle, kimbilir kemerinin kaçıncı deliğiyle tutturulmuş pantolonunun altından görünen, belli ki üşümemek için giydiği, pijamasıyla az sonra döneceğini düşünerek çıkmıştı evinden. Hani sanki Turgut Uyar’ın bir uzak kehanetten gelen şiiri gibi: ‘güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan/dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar/ dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan/ Kürdistan'da ve Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar/ Muş - Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan/ eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar’

Çocuklarını katleden, kafasını kıra kıra, vücuduna 13 kurşun sıka sıka öldürmekte bir gariplik bulmayan ailemiz, bir türlü ‘önlen(e)meyen’ aile içi şiddetin devlet katında tezahürü gibi. Aşkın çoktan tükendiği, belki de hiç uğramadığı sahtelikler sirkinde, gece olunca perdeleri kapatarak kapanmayan yaralar varken bile eltiler, görümceler, analar, babalar, amcalar... herkes mutlu. Ta ki sınırları zorlama cüreti gösteren, ‘başka’ olduğunu dillendiren, kendi hayallerinin peşinden gitmeyi göze alan, boşanmak, evlenmeden çocuk doğurmak isteyen ailenin ‘başarısız’ları ortaya çıkana kadar.

Geleceği ‘büyük aile’ tarafından istila edilmiş, yaşam boşlukları bir iğfal suretine sığdırılmış korku imparatorluğunda; Türküm, Ermenisin, Kürt. Ya da bir başka yazının aile fotoğrafında; kadınım, evlenmedin, eşcinsel.

Ebru Yıldırım: Sosyalist Parti MYK Üyesi

 



Etiketler: insan hakları, aile
İstihdam