09/07/2024 | Yazar: Berfu Şeker
“Bugünün Türkiye'sinde ve iktidarın ideolojik evreninde kadınların ve lubunyaların özgürleşmesine, bedenleri ve hayatları üzerinde söz sahibi olmalarına yer yok. Bir günde 8 kadının ailesindeki erkekler tarafından öldürüldüğü bir ülkede kadına yönelik şiddetin lafını bile etmeyen iktidar “aileyi güçlendirmekten” söz ederek tek amacının erkek egemen sisteme dayanan bir toplum mühendisliği olduğunu açıkça ifşa ediyor.”

Fotoğraf: Serra Akcan / csgorselarsiv.org
Dünya giderek otoriterleşirken, cinsiyetçiliğin, kadın düşmanlığının, homofobi ve transfobinin bildiğimiz ve alışageldiğimiz tezahürlerinden daha farklı bir versiyonunu yaşıyoruz. Kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik nefretin çeşitli kavramlar altında meşrulaştırılarak örgütlendiği, kurumlar ve yasalar aracılığıyla hayatın her alanında ana akımlaştırılmaya çalışıldığı yeni bir dönem bu. Yeni bir tür faşizmin yükseldiği bu dönemde, özgürlükler ve haklar gelişirken, bu özgürlük ve haklara karşı yaşanan ataerkil geri tepmeden[1] de artık bir adım öteye daha gidildiğini görüyoruz: Küresel düzeyde örgütlenen “yeni karşı hareketler”, “geleneksel aileyi koruma” adı altında “toplumsal cinsiyet ideolojisi” kavramını icat ettiler. Bu kavramla birlikte toplumsal cinsiyet eşitliğinin ve toplumsal cinsiyet kavramının önce aileleri, bununla birlikte toplumları yıkmak için icat edilmiş emperyalist bir proje olduğu yalanını yaymaya çalışıyorlar.
Halbuki kendini toplumsal cinsiyet karşıtı, LGBTİ+ karşıtı, kürtaj karşıtı olarak tarif eden, kadınların ve LGBTİ+’ların bizzat kendi bedenleri ve hayatlarıyla ilgili karar verme kapasitesine hükmetmek isteyen bu patriarkal güçler, tüm dünyada kazanımlarımızı elimizden alma gayretindeler. Türkiye’de iktidarın kendi ideolojisini tesis etmek için söylem ve eylem birliğine girdiği ve eklemlendiği bu küresel “eril restorasyon”[2] projesinin olmazsa olmazı toplum içinde yaşayan yurttaşlar arasında nefreti ve kutuplaşmayı körüklemek için iktidarın çizdiği makbullük sınırları dışında kalan kimliklerin ve hak gruplarının nefret nesnesine dönüştürülmesini örgütlemek. Son on yılda “aile yıkılıyor” söylemi altında haklarımızı hedef alarak örgütlenen bu kötülüğe karşı inatla mücadele ediyor, tüm engellere ve kriminalize etme çalışmalarına rağmen dayanışmamızı büyütüyoruz.
İktidarın toplumsal cinsiyet karşıtı politikalarının kısa tarihi
AKP’nin Gezi Direnişi sonrası 2015’te ilk kez Meclis çoğunluğunu kaybetmesine dek daha dağınık bir görüntü arz eden toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik saldırılar, 2015 Kasım seçimleri sonrası AKP’nin iktidarı tekrar almasıyla bambaşka bir boyut ve hız kazandı. Boşanmaların arttığı öne sürülerek ailenin tehdit altında olduğu söylemiyle Meclis’te toplanan Boşanma Komisyonu ve sonrasında çıkan rapor[3], özetlemek gerekirse; kadın haklarının, şiddetten korunma mekanizmaları başta olmak üzere, aile kurumu için bir tehlike olduğunu, ve boşanmaları arttırdığını iddia ediyordu. Bu rapor, daha sonrasında yaşayarak gördüğümüz üzere, kadın hareketinin elde ettiği yasal kazanımları bozmak, yasaları erkek egemenliğinin İslamcı bir versiyonunu tesis edecek şekilde değiştirmek üzere bir yol haritası olarak hazırlanmıştı ve hayata geçiriliyordu. “Nafaka Mağdurları,” “Aile Meclisleri,” “Boşanmış Aileler” adları altında toplanan, iktidara yakın örgütlenmeler ortaya çıkarak, 6284’ün ve İstanbul Sözleşmesi’nin “aileyi yıktığını” öne sürmeye ve kaldırılmasını talep etmeye başladılar.
2019’da Erdoğan’ın “İstanbul Sözleşmesi nas değildir” [4] beyanından sonra, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin zemini hazırlanmaya başlandı. Numan Kurtulmuş, 2020’de katıldığı bir televizyon programında İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasının yanlış olduğunu, Sözleşme’de geçen toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim ifadelerinin milli değerlerle uyuşmadığını iddia ediyordu. İktidarın ve iktidara yakın bu örgütlenmelerin hedef aldığı İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek için LGBTİ+ karşıtlığının hız kazanacağının beyanıydı bu ifade. AKP’li ve AKP’ye yakın bazı kadınların bile itirazlarını dinlemeyerek, Başkanlık sistemiyle elde ettiği uçsuz bucaksız yetkileri dahi aşarak bir gecede Sözleşme’den çekilen iktidar, çekilmeye dair açıklamasında da LGBTİ+’ları hedef gösteriyordu. Büyük Aile Platformu isimli oluşumun iki yıldır Saraçhane’de düzenlediği “Büyük Aile Buluşmaları” bu hedef göstermenin çok kollu, çok boyutlu, çok paydaşlı bir şekilde hayata geçirilmeye çalışıldığının kanıtı.
Aileyi Güçlendirme Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’ndan inciler
Bu kısa tarihsel aktarımdan sonra, 15 Mayıs 2024’te Külliye’de gerçekleşen bir basın toplantısıyla Aile Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş tarafından tanıtılan Aileyi Güçlendirme Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’na yakından bakalım. 2023 seçimleri öncesinde AKP, Anayasa’nın aile ile ilgili 41. maddesinde LGBTİ+’lara karşı ayrımcılık öngören bir değişiklik yapmaya çalışmış, ancak Meclis’te yeterli çoğunluğu bulamadığı için bu değişiklik rafa kalkmıştı. Aileyi Güçlendirme Vizyon Belgesi ve Eylem Planı, iktidarın Anayasa değişikliği yoluyla yapamadığını bu belge üzerinden yapmaya çalışacağını gösteriyor. Anayasa madde 41’de yapılmak istenen değişikliğin gerekçesinde kullanılan “çürüme,” “sapkın akımlara karşı aileyi korumak” gibi muğlak ifadelerle yazıya geçen LGBTİ+ ve toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığı bu belgede açıkça yerini buluyor.
Yukarıda bahsettiğim Eylem Planı’nın gerekçelendirilmesinde ortaya atılan birbirleriyle ilişkili iki temel nokta var. Birincisi, nüfus yaşlanıyor; bu, emekli maaşlarının ödenmesini bir yük olarak gören iktidar açısından daha çok emekli maaşı ödenmesi anlamına geliyor. İkincisi ise, doğum hızının düşmesi. Dolayısıyla, yaşlıların emekli maaşını ödeyecek ucuz iş gücünü sağlayacak genç nüfusun azalması. Bu şekilde nüfusun yaşlanmasından ve doğum hızının düşmesinden dert yanan Eylem Planı, tahmin edilebileceği üzere, ekonomik krizden, erkek şiddetinden veya emeklilerin yaşam standartlarından bahsetmiyor. Bunun yerine, geniş aile modeline dönmeyi söylemselleştirerek teşvik ediyor ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini güçlendiren evde bakım hizmetleri politikalarını sürdüreceğini ilan ediyor. 2012’den bu yana sürdürülen fiili kürtaj yasağının, bu belgeyle birlikte üretilecek pronatalist politikalarla birlikte daha da genişlemesinin teşvik edileceğini, gebeliği önleyici yöntemlere ve bu yöntemlere dair bilgiye erişimin daha da kısıtlanacağını tahmin etmek güç değil.
Belge’de “Küresel Cinsiyetsizleştirme Projeleri” ile mücadele etmek için normların belirleneceği bir strateji belgesi hazırlanacağından bahsediliyor. İktidarın, küresel muadillerinden apardığı bu mesnetsiz kavram, yıllardır verdiğimiz mücadelelerle yer yer aşındırdığımız ve aşındırmaya devam ettiğimiz geleneksel toplumsal cinsiyet normlarının, katı bir şekilde yeniden hayata geçmesi için var gücüyle çalışacağını gösteriyor. LGBTİ+’ların insan haklarının savunulmasını bir “proje” olarak gören, insanın kendi bedeni, cinsiyeti ve cinselliği üzerinde söz sahibi olmasına “Batının bir oyunu” diyen bu kavramsallaştırma ve söylemselleştirme; insan haklarının değil, tutucu kalıp yargıların, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve bu eşitsizliğin sonucu olan toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin, ayrımcılık ve nefretin teşvik edileceğini gösteriyor.
Belge’de Aile Enstitüsü’nün kurulacağını, aile arabuluculuğunun teşvik edileceğini ve kadınların yasal haklarını kısıtlama girişimlerinin bu belgeye dayandırılacağını görüyoruz. Nitekim, kadınların evlendikten sonra kendi soyadlarını kullanabilmelerinin önünü açan Anayasa Mahkemesi Kararı’na karşı, “aile bütünlüğünün zarar göreceği” gerekçesiyle Anayasa’nın eşitlik ilkesinin hiçe sayılması “kadınlarla erkekler eşit olamaz” diyen zihniyetin kendini yeniden ve tekrar ifşa etmesinden başka bir şey değil. İktidarın, ülke içinde örgütlü ve kurumsal bir şekilde yürüttüğü toplumsal cinsiyet ve LGBTİ+ karşıtlığının Birleşmiş Milletler gibi hükümetlerarası kurumlarda Rusya ve Vatikan’ın başını çektiği toplumsal cinsiyet eşitliğine dair mekanizmaları zayıflatma girişimine eklemlenerek daha sistematik bir şekilde yürüteceğini gösteriyor. Basitçe söylemek gerekirse, küresel bağlamda da kadın ve LGBTİ+ haklarının geriletilmesinin Türkiye tarafından bir strateji olarak benimseneceğini bu aşamada rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bugünün Türkiye'sinde ve iktidarın ideolojik evreninde kadınların ve lubunyaların özgürleşmesine, bedenleri ve hayatları üzerinde söz sahibi olmalarına yer yok. Bir günde 8 kadının ailesindeki erkekler tarafından öldürüldüğü bir ülkede kadına yönelik şiddetin lafını bile etmeyen iktidar “aileyi güçlendirmekten” söz ederek tek amacının erkek egemen sisteme dayanan bir toplum mühendisliği olduğunu açıkça ifşa ediyor. AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana, adım adım kadınların adını politika yapım sürecinden silerek, kadınları sadece aile içerisinde, ailedeki erkeklerle olan ilişkisi üzerinden gören politikalarının son noktası bu Eylem Planı.
Sosyal politikaları ortadan kaldırarak, sosyal devletin yükümlülüklerini aileye, esasen de kadınların sırtına yüklemek hem iktidarın halkı yoksullaştırma üzerine kurduğu ekonomi politikasına uygun, hem de cinsiyet eşitsizliği üzerine kurulu düşünce dünyasına. Burada “aile” kadınları, çocukları ve gençleri tahakküm altına almanın bir aracı olarak kullanılarak otoriterleşme projesinin en elverişli birimi olarak kullanılmak isteniyor. Ancak şunu unutmamakta fayda var, iktidar tüm imkanları seferber etmesine rağmen, 20 yıldan fazladır hayata geçirmek istediği toplum mühendisliğinde başarılı olamadı. Yüzyılı aşkın bir süredir durmadan mücadele ederek elde ettiğimiz haklarımızı almak öyle kolay değil, İstanbul Pride’ın muhteşem basın açıklamasından şu büyülü sözleri alıntılamak istiyorum: “Biz gerekirse taşı deler, zamanı büker, yine birbirimizi gülüşlerimizde buluruz.” Hiçbir toplum mühendisliği projesi bu iradeyi ve mücadele azmini alt edemez.
[1] İngilizce’de “patriarchal backlash” olarak ifade edilen bu kavram ile toplumsal mücadelelerde ezilen grupların hak kazanımlarına karşı egemen grupların bu kazanımların gerçekleşmesini engellemek için gösterdikleri çabalara dikkat çekmek istiyorum.
[2] Bknz: https://kisadalga.net/haber/detay/deniz-kandiyoti-eril-restorasyon-ve-toplumsal-cinsiyet-krizinin-keskinlesmesi_306
[4] https://www.evrensel.net/yazi/86882/istanbul-sozlesmesi-akp-icindeki-tartismalar-neyin-gostergesi
Bu yazı, Türkiye Avrupa Vakfı’nın yürüttüğü SAHNE projesi kapsamında Avrupa Birliğinin mali desteği ile hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla yazarın sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.
Etiketler: insan hakları, kadın, sivil anayasa, aile, siyaset, sahne projesi