13/12/2010 | Yazar: Pınar Avcı

Bildiride özetle; her 'iyi' ve 'ideal' cümle ya da karar, içinde sinsi ve kötücül bir başka yargıyı barındırıyor aslında...

Bildiride özetle; her 'iyi' ve 'ideal' cümle ya da karar, içinde sinsi ve kötücül bir başka yargıyı barındırıyor aslında... Ve ne acı ki, bunun altında ülkenin geleceği ellerine teslim edilmiş, çağdaş, aydın, görgülü ve en önemlisi eğitimli olarak kabul edilen 'nitelikli' insanlarının, üniversite öğretim üyelerinin imzası var. 

"Akademik" Aile Konferansı'nın Sonuç Bildirgesi Yayınlandı...
 
Alınan kararlar içinde kimsenin itiraz edemeyeceği, etmek istemeyeceği, Türk toplumunun genel edep ve ananelerine uygun maddeler var ancak bunların arasına ince ince yerleştirilmiş oldukça dayatmacı, yanlı ve ataerkil bakışın hakimiyetinde, özellikle kadın haklarını hiçe sayan, toplumu ileri değil geri götürecek yargılar da var.
 
Henüz bir hafta kadar önce, tecavüze uğrayan bir kız çocuğunun haberi 3. sayfa manşetlerindeydi. Hakim, tecavüzcüsünden hamile kalan kıza 'cinayete ortak olamam' gerekçesiyle kürtaj hakkı tanımadı ki yasalara göre şu an 20 haftaya kadar kürtaj olunabiliyor. (Detaylı bilgi için; http://bianet.org/bianet/toplum/121626-kurtaj-karsiti-hakim-yasayi-yok-saydi ) Buna rağmen ülkemizde tecavüze uğrayan kız çocukları ya da kadınlar yaşadığı ağır tramva yeterli değilmiş gibi bir de ya tecavüzcüsü ile evlenmek ya da zaten unutması çok güç bu olayın 'iz'ini hayat boyu omuzlarında taşımak zorunda bırakılıyor. Ve bu, yasalar kürtaja izin verirken böyle... Ki bu örnek, kürtaj için en zaruri hallerden biri... Burada sorumsuzluk ya da keyfilik sonucu bir 'kıyım' söz konusu değil... Hal böyleyken, bildirgede azalan doğum oranları gerekçe gösterilerek kürtajın tamamen önlenmesi isteniyor. Her yıl üniversitelerden milyonlarca "potansiyel işsiz" titriyle gençler mezun olurken, ülkede 500 bin ila 1 milyon kişi açlık sınırı altında yaşam savaşı verirken, Türkiye'de son on yılda cinsel yolla bulaşan hastalıkların görece en basitlerinden olan HPV'de bile inanılmaz bir artış yaşanırken ve bu hastalık doğum yoluyla bebeğe de geçebilirken, temel eğitimin ilk ve zorunlu basamağı olan ilkokula halen (tespit edilebilen rakam) 667 bin kız çocuğunun yanı sıra 444 bin erkek çocuğu gidemezken ve örnekler sayısız şekilde çoğaltılabilecekken, özellikle çok çocuk yapan düşük sosyo-ekonomik düzeydeki insanlar nufüs planlamasına özendirilecekken kürtajın yasaklanması konuşuluyor ve 'üremek' teşvik ediliyor. Bunun kime ne yararı vardır, ülke ekonomisi ve geleceği açısından faydalı mıdır? Bu konu gerçekten tartışmalı...
 
Konunun tartışmaya daha da açık kısmı ise, devlet eliyle insanların yatak odalarına kadar girilmesi... Ki bu müdahale, yapılan fazladan her çocuk, geleneksel aile yapımıza baktığımızda, sadece kadını ilgilendiren bir konu olarak karşımıza çıkmakta... Eğitimli ya da eğitimsiz, zengin ya da fakir pek fark etmiyor, bir çocuğun her türlü sorumluluğu ülkemizde kadının omuzlarında. Erkek saniyeler içinde 'görev'ini tamamlayıp kenara çekiliyor ve olan kadına oluyor. Atatürk'ün cümleleriyle; 'Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun, bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse, o sosyal toplum felçlidir.' Kürtaj yasağı ve çok çocuğun teşviği işte bu sözlerle özetlenebilecek noktaya kadar geliyor. Kadınlar ya toplum hayatından geri çekilerek evlere kapanmak ya da gönüllü bir seçim olup olamayacağı tartışılan başka bir rolü oynamak, medyada son dönemde idealize edilen 'süper kadınlar' dan biri olmak, 'çocuk da yaparım kariyer de' nidalarıyla herşeyi omuzlamak zorunda bırakılıyor. Bu noktada çok insalcıl bir kararmış gibi duran 'kürtaj yasağı'nın satır aralarını tekrar okumak gerek kanaatindeyim.
 
Bu halk dinden çektiğini hiçbir şeyden çekmedi. 1950'lerden beri her gelen iktidar bir şekilde dini kullanarak kitleleri sömürdü. Şimdiye kadar gelinen nokta yeterli olmamış olacak ki bildiride dini nikahın meşru ve geçerli sayılması ve ön plana çıkarılması yönünde kararlar alınmış. Dini nikanın geçersiz olduğu, ciddiye alınmadığı ya da meşru olmadığı gibi bir algı yaratıyor bu cümleler... oysa ki halen Anadolu'da ve büyük şehirlerde genç kuşaklar arasında bile, dini nikah olmadan sadece resmi nikaha dayalı evlilikler yapılması pek olağan bir durum değil. Geleneklerimize göre, az çok inançlı olan herkes mutlaka resmi nikahtan önce dini nikah yaptırıyor zaten. Ama bunun tek başına ön plana çıkarılması medeni kanuna aykırı olduğu kadar toplumsal gelişmişlik düzeyimiz açısında da sorunlu bir konudur. Dini nikah kime yarar? Tabiki erkeğe... Çünkü sadece dini nikahlı bir kadınsanız eğer hukuki anlamda hiç bir hak iddianız olamaz, çocuklarınız üzerinde de herhangi bir söz hakkınız ve onların geleceğini garanti altına alabileceğiniz hiç bir dayanağınız da olmaz ve yine diğer erkeklerce ve malesef birçok kadınca algılarda 'nikahlı orospu'dan öteye geçemezsiniz. Sadece dini nikaha dayalı bir evlilik kurumu, erkeğin iktidarını pekiştirmekten başka bir işe yaramaz. Öyleyse, 'akademisyenlerce' neden savunuluyor dersiniz?
 
Bildiri de göze çarpan bir başka sorunlu konu ise, sağlıklı nesillerin kadın ve erkeğin evliliğiyle oluşan geleneksel aile ortamlarında yetişeceği, bunun aksinin bizi 'sapkın' bir nesle götüreceği savı ve eşcinselliğin bir 'hastalık' olarak nitelenmesi... Öncelikle sosyo-psikolojik açıdan aile kurumunun gerçekten idealize edildiği kadar olumlu değerler taşıyan, kutsanan, olmazsa olmaz bir yapı olup olmadığı yönünde çok ciddi tartışmalar ve bunun aksini ortaya koyan yaklaşımlar var. Daha da önemlisi eşcinselliğin hastalık olduğu savının uzun süredir hiç bir bilimsel dayanağı yok ve bu, literatürce şiddetle reddedilen, kendi içinde hastalıklı bir düşünce... Yapılan araştırmalar da gösteriyor ki bir eşcinselin gerek ev içinde gerekse kamusal mekanlarda bir başka insana cinsel yönden taciz, tecavüz gibi rahatsız edici, istenmeyen davranışlarda bulunma potansiyeli, 'sağlıklı' ve 'normal' olarak kabul edilen heteroseksüel bireylerin neredeyse yarısı kadar... Eşcinsellere potansiyel sapık gözüyle bakanlar, ülkemizin birçok yerinde kendini heteroseksüel olarak tanımlayan erkekler tarafından hayvanlarla girilen ilişkilerin doğal kabul edilmesini, kız ya da oğlan çocuğu farketmeksizin evlerde yaşanan ensesti, namus ya da aşk kisvesi altında işledikleri cinayetleri ve daha çoğaltılabilecek birçok olumsuz örneği nedense görmüyorlar. İdeal aile hayatını sabote eden yegane etken eşcinseller ve onların 'aşırı' sergiledikleri cinsellikleri olarak ele alınıyor. Bu zihniyet, her gün onlarca trans ya da eşcinsel bireyin her tür aşağılamaya maruz kalmasına, toplum dışına itilmesine ve hatta öldürülmesine ve cinayeti işleyenlerin sırf öldürdüğü insanın farklı bir cinsel yönelimi olduğu gerekçesiyle 'tahrik indirimleri' almasına 'doğal' gözüyle bakıyor. İnsanların en temel haklarından biri olan 'yaşam' hakkını ellerinden almakta bir sakınca görmüyor. Bu söylem işte bunları besliyor; süslü ve sempatik cümlelerin arkasına gizlenen, ucu ciddi konulara temas eden, çok tehlikeli ve ayrımcı bir bakış, bir ötekileştirme var burada.
 
Bildiri hakkında söylenebilecek daha çok şey var, ama özetle; her 'iyi' ve 'ideal' cümle ya da karar, içinde sinsi ve kötücül bir başka yargıyı barındırıyor aslında... Ve ne acı ki, bunun altında ülkenin geleceği ellerine teslim edilmiş, çağdaş, aydın, görgülü ve en önemlisi eğitimli olarak kabul edilen 'nitelikli' insanlarının, üniversite öğretim üyelerinin imzası var.
 
Atatürk 'öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır!' derken, bu öğretmenleri mi kastetmişti acaba?
 
Düşünmek gerek...
Pınar Avcı - Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü  
Radyo Televizyon Sinema Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi 


Etiketler: insan hakları, sağlık
İstihdam