22/01/2022 | Yazar: Ufuk Koşar

Bu şarkıyı askerler ve yargıç bir anlamda duyamaz, anlayamaz. Çünkü özgürleşen kadınların şarkısıdır.

Akelarre: Tutkunun Yüzleri, Arzu’dan Suçluluk Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Sadece ve sadece

senin buselerinle

Isınmak istiyoruz

Yeni Ülke’den bu limana kadar

Ormandan kayalıklara kadar

Akelarre 2020 yılında vizyona girmiş, konusu 17. yüzyılda Bask bölgesinde cadılıkla suçlanan 6 kadının hikayesini anlatır. Ancak hikayenin alt metinlerinde insanlığa dair başka meselelere de değinmektedir. Bu yazıda bildiğim, anladığım ve ifade edebildiğim kadarıyla gözüme çarpanlara değineceğim. Filmi henüz izlememiş olanlar için biraz spoiler içerebilir. Baskçada akelarre, İbraniceden Latince ve diğer Avrupa dillerine geçen ifadesi ile sabbat; cadıların toplanma zamanı ve yerini ifade eder. Ancak aynı zamanda Cumartesi günüdür, yani dinlenme zamanı. Orta Çağ literatüründe sabbat, Lucifer emri ve etkisi ile toplanan cadıları anlatır. Ancak esasında Pagan inancını kötülemek ve kadim tanrıları şeytanlaştırmak için ortaya atılan bir politik söylemdir.

Arzu ve tutku birbirine çok yakın iki kavramdır. Arzu bir isteği ifade eder, gerçekleşip gerçekleşmemesi üzerine henüz söylenebilecek bir söz yoktur. Çok daha içseldir, beklentiseldir. Tutku ise arzulanmakta olan bir şey için etkin bir eyleme dönüktür. Artık kişiyi harekete geçirmektedir. Arzu içeride bir yerde kalabilir, sessizliğe yakındır. Tutku ise söze ve eyleme daha yakındır, benliği sarmalamış haldedir, gerçekleştirilmek üzere kişiyi yönlendirir. Ancak çok güçlü ve süreğen bir arzu tutkuya dönüşebilir. Arzu, Eros (Sevgi) ve Psyche’nin (Can) çocuğudur. Tutku ise Pothos’tur. Hem hasreti hem de tutkuyu ifade eder. Afrodit ve Dionysos’un çocuğudur. Aynı zamanda bir sarmaşık türüdür ki sarıp sarmalanma haliyle tutkuya çok da yakışır. Dionysos da “zincirlenemez olan”, “durdurulamaz olan” gibi sıfatlara sahiptir.

Filmin ilk sahnesi kızıl alevlerle başlar, iki kilise görevlisi alevleri izlemektedir. Burada asıl karakter ise Yargıç Rosteguy De Lancre’dır. Gördüğü alevleri tiksinç olarak ifade eder, yananlar ise cadılıkla yargılanıp suçlu bulunmuş kadınlardır. De Lancre, cadıların “Sabbat’ın sırlarını” vermediklerini ifade eder. Yanındaki danışmanı ona “Ya sabbat bir düşse?” diye sorar ve De Lancre “Madem bir düş, neden bunca kadın aynı düşün peşinde?” şeklinde cevap verir. Bu sahne, filmdeki tutkunun ilk işaretidir. Yargıç De Lancre’ın tutkusu sabbatı keşfetmektir. Ancak bu sabbat uğruna pek çok cana kıymakta, hiçbirinin kendisine hayal ettiği gibi bir gerçeği söylemediğine inanmaktadır. Aslında sabbat, De Lancre’ın tutkularını, kirli gördüğü arzularını, kabul etmediği ve kendi içinde görüp tiksindiği her şeyi ifade eder. Ancak bazen arzu bir insana ağır gelir, bunu arzu ettiğine inanmaz ve arzusunu inkâr ederek bu suçu ondan alacak başka birilerini arar. Arzu ona ağır geldikçe öfkesi daha yıkıcı, görüşleri daha da katı hale gelmektedir. Filmin ilk sahnesinde yakılan ateş, en kızıl haliyle hem de, aslında De Lancre ve yoluna çıkan her şeyi -hatta arzu duyduğu her şeyi- tüketen bir tutkunun sembolüdür.

akelarre-tutkunun-yuzleri-arzu-dan-sucluluk-1

Ardından sahne bir uçurumun kenarında denizi seyreden kadınları bize gösterir. Uçurumun altındaki mağaraya, filmin sonunu anlamak için dikkat edilmesi gerekir, çünkü aslında özgürlüğün tadını çıkarttıkları bu tepe aynı zamanda tutsaklıktan kurtulacakları tepe olacaktır. Sahneye martı sesleri eşlik eder. Uzaklaşan bir gemiyi izlemektedirler. Filmin genelinde söyledikleri şarkı limandan dönmesi beklenenlere yazılmıştır, kavuşma üzerinedir. Bu da filmdeki ikinci tutkudur. Özlenene kavuşma tutkusu. Hem mağara hem de deniz pagan inancında tanrıçanın rahmini, koruyucu özelliklerini işaret eder. Edebi ve teolojik alandaki birçok anlatıda mağara sembolü bu sebeple karşımıza çıkar. Mağara ya birinin içinde yeniden doğduğu, yeni bir kimliğe büründüğü yahut düşmanlarından korunduğu yer olarak anlatılır.

Sonrasında Yargıç, Danışman ve birkaç asker Bask bölgesindeki bu köye gelirler. Köyde onları Peder Cristobal ve üç kadın karşılar. Bu üç kadın, köyün girişinde birlikte durmaktadırlar ve tanrıçanın üç yüzünü (genç kadın, anne ve yaşlı bilge) simgelemektedir. Hikayenin kalbinde olduklarını ancak geçiş zamanlarında ortaya çıkacaklarını, onları genelde eşikte görmemizden düşünebiliriz. Eşikler her iki yöne de ait olmayan ancak kendilerine ait alanları olan yerler olarak görülür. Hatta antropologların ifade ettiğine göre eşiklerin kendilerine ait kutsalları bulunur: Janus. Filmde kilisenin gönderdiği üç adama karşılık Bask bölgesindeki üç kadını görürüz. Bunlar birinin protagonisti ve antagonisti olarak da görülebilir.

Ardından gelişen olaylar çerçevesinde isimleri Ana, María, Olaia, Katalin, Maider ve Oneka olan kadınlar tutuklanır; engizisyon yargıcı tarafından sorguya çekilir. Filmde üçüncü tutkuyu da burada görürüz: Hayatta kalma tutkusu. Hayat doludurlar, ormanın içerisinde şarkı söyleyip içerek dans ederler. Orman burada yine önemli bir semboldür. Özgürlüğün ve arkaik insanın bilincinin sembolüdür. Aynı zamanda vahşi ve bir arada özgürce yaşayabilendir. Ormanın içerisinde çok çeşitli bitkiler ve hayvanlar bulunur, hiçbirine ait değildir. Hepsinin yuvasıdır. Üzerinde hiç kimsenin hükmü olmadığı için ise daha tekinsiz görülebilen bir yerdir. Bu yüzden arzuların üstünde hüküm olmadan gerçekleşebilmesini, kendiliğindenliği simgeler.

Sorguda işkenceye maruz kalırlar. De Lancre onların kesinlikle cadı olduklarını düşünmekte, sadece itiraf etmeleri gerektiğine inanmaktadır. Fakat hiçbiri Lucifer ve sabbat gibi kelimeleri De Lancre söylemeden evvel hiç duymamıştır. De Lancre, sorduğu her soruda aslında çeşitli yönlendirmelerle istediği cevabı almaya çalışır. Bununla birlikte De Lancre’nin elinde sürekli bir beyaz mendil görürüz, devamlı parmaklarını silmektedir. Bu beyaz mendil ile silme, temizlenme, bir kirlilik hissinin işaretidir. Sorgu sırasında aslında De Lancre, suçluluk duyduğu kendi arzularını temizlemeye çalışmaktadır. Kendi masumiyetini, arzularının nesnesi olarak görebildiği herkesi ve her şeyi yok ederek sağlama gayreti içindedir.

akelarre-tutkunun-yuzleri-arzu-dan-sucluluk-2

Ancak kadınların hapsedildikleri bu hücrede, tüm acıya ve hüzne rağmen kaybetmedikleri iki şey vardır: Umut ve neşe. Umut duygusu bizi geleceğe dair olumlu bir beklenti ile bugün şimdi ve burada ayakta tutan duygudur. Neşe ise mutluluktan farklıdır. Hem oldukça kırılgan hem de anidendir. Mutluluk beraberinde bir kaybetme korkusu ve yeniden kazanma telaşı getirebilir. Ancak neşe o anda yaşanır ve geçebileceği kabul edilmiştir. Herhangi bir anda, en kötü anda bile kısa bir süreliğine ortaya çıkabilir. Hapsedildikleri süreçte birbirlerine destek olur, yer yer şakalaşır ve ayakta kalmaya çalışırlar. Buradaki hapis sadece altı kadına değil, tahakküm altına alınmaya çalışılmış bütün bir kadınlığadır. Daha da ileri gidecek ve hikayeyi sadece De Lancre’nin gözünden okuyacak olursak belki de aslında bu kaskatı erkeğin kendi içindeki dişil yönünden duyduğu utanç, onun hissettirdiklerinden suçluluk ile ortaya çıkmış bir hapistir.

Hapis kaldıkları günlerde bir kaçış planı yaparlar. Kurtuluşlarını dolunay zamanı geminin gelişi ve oradaki erkek aile üyelerinden beklerler. Amaçları De Lancre’yi dolunaya kadar hikayelerle oyalamaktır. Hikayelerle oyalama görevini Ana üstlenir. Ormana giderken ve ormanda yaşadıkları her şey, De Lancre’nin sabbat düşüne uygun şekilde süsleyerek ona sunar.

Ana’nın her sözcüğü De Lancre’nin arzularını dile getirmektedir. De Lancre’yi gitgide karşı koyamadığı tutkuları ele geçirir. Nihayetinde sabbatı kendi gözleriyle görmek isterler.

Kilisedeki yaşlı kadına, Ana’yı yıkama görevi verilir. Bu süreçte aralarında geçen konuşmada “Bir zamanlar ben de senin gibiydim: Genç, isyankar ve vahşi… Sana yardım ediyorum zaten ama dinlemeyeceksen konuşmanın ne anlamı var ki?” sözcükleri geçer. Bu, Ana’ya bir rehberlik işaretidir. Bu sahnede Ana’nın yanına De Lancre gelir. Nefesleri birbirlerine karışacak denli yakın durmaktadırlar. De Lancre, Ana’dan uzak kalamaz; artık tutkularının peşinden gitmektedir ve gerçekten kopuk şekilde kendi sabbat düşünün içindedir.

akelarre-tutkunun-yuzleri-arzu-dan-sucluluk-3

Sonrasında kadınları zindandan çıkarıp onların ayin yaptıkları ormana getirir ve sabbatı gerçekleştirmelerini isterler. Kadınlar bu sefer sahte bir ayinle De Lancre’nin gözlerini boyarlar. Artık De Lancre arzusunu karşısında görmekte, arzu ettiklerini kendinden dışlayabilmektedir. Düşlerinin sadece kendinde olmadığına inanmış haldedir. Kadınlar gerçek bir ayindeymiş gibi şarkılarını söyler, davullarını çalıp dans eder ve zincirlerini şıngırdatırlar. Onların bağlandığı zincirler artık müzikleri için bir enstrüman haline gelmiştir. De Lancre’yi kendi silahıyla vururlar, kirli arzularıyla. Ayinin bitim sahnesine doğru yaşlı kadın, başındaki şapkayı çıkarır ve vahşi saçları omuzlarına dökülür. Üç tanrıça formuna yine işaret edecek şekilde bir arada durmaktadırlar. Tam da bu anda Ana, María, Olaia, Katalin, Maider ve Oneka; Yargıç De Lancre’ı zincirleri ile çepeçevre sararlar. Bu sahne kıpkırmızı bir ışıkla çekilmiştir. Bu kırmızı sahne bir yandan arzuyu ve tutkuyu hissettirmektedir. Öte yandan da bu arzuların şeytanî olduğunu düşünen De Lancre’ın inancındaki kızıl cehennemine işaret eder.

Sonra kadınlar bu alanı terk eder ve en başta gördüğümüz uçurum kenarına doğru yol alırlar. Tam uçurumun kenarında askerler ve Yargıç etraflarını sarar. Fakat arkalarında yine üçlü tanrıça formunda gördüğümüz üç kadın onlara gülümsemektedir. Baskça bir şarkı söylerler:

Sonbaharın son dolunayında,

Yükselir denizler

Havalanır martılar

Bu şarkıyı askerler ve yargıç bir anlamda duyamaz, anlayamaz. Çünkü özgürleşen kadınların şarkısıdır. Bir martı gibi uçacaklarını söylerler ve dönen kamera açısının ardından kadınları göremeyiz, sadece denizin üstünde Ay parlamaktadır. Yargıç martıya dönüştüklerini söyler. Fakat ilk sahnedeki mağaradan ve söylenen bu son şarkıdan aslında gelgit sebebiyle yükselen denize atlayıp belki de mağaraya sığındıklarını düşünebiliriz. Daha da şiirsel ve bilindik bir ifadeyle: Kadın kadının yurdudur. Tutsak bu altı kadına, tanrıçanın üç veçhesini yansıtan kadınların şarkısı yol göstermiş ve tanrıçanın rahmine sığınmışlardır. Onları kurtaran erkeklerin yardımı değildir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: kültür sanat
nefret