01/07/2010 | Yazar: Can Yaman

Uzun zamandır dişlerimde sorun yaşıyordum.

Uzun zamandır dişlerimde sorun yaşıyordum. Belirli aralıklarla gittiğim diş hekimime en son uğradığımda, bana: “Bir sonraki görüşmemizde, diş fırçanı da al.” demişti. Muhtemelen diş fırçalama tekniğim hakkında konuşmak istiyordu.
 
Randevu günümden çok önce onu ziyaret etmem, kendisini şaşırtmıştı. Çünkü sebebi bilinmez bir ağrı çekiyordum. Neyse ki diş muayenemde çürük ve benzeri şeyler görülmedi. Dolgu ve kaplamalarım da yerindeydi. Hatta ikna olmam için röntgen bile çektirmişti hekimim. Yalnız, sebebin ne olduğu sonradan belli olacaktı. Diş etlerim çekiliyordu; “Bunun sebebi ne?” diye sorduğumda bana, “Sinirsel.” dedi. Bir nevi post-travmatik stres. Tedavisini sorduğumda ise, bana kendisinin değil, ancak bir psikiyatrisin yardım edebileceğini, söyledi. Hâlbuki ben iki seneden beri anti-depresan kullanıyordum. Demek ki haplar sadece geçiştiriyormuş… Gün içinde artık nasıl bir sinir harbi yaşıyorsam, gece yastığa başımı koyar koymaz bilinçaltım hortlayıp, dişlerime saldırıyormuş. Daha yaşım kaç ki böyle stres birikimi oldu bende? Altı üstü otuzuma yeni basmıştım. Hayır, yani her yaşın ayrı bir güzelliği var ama stresi yanında cabası mı? Neden bu kadar erken yılmıştım? Ne kadar ezilmişim! Pes edercesine ilaçlara sarılmışım.
 
Hepimizin küçüklüğünde yaşadığı irili ufaklı birçok travma var. Ama sanırım en kötüsü, kendimizi olduğumuz gibi yansıtamayışımız,  kendimizi reddedişimiz ve kendimizle bitmek bilmeyen didişmemizdi. Bu öyle bir iç mücadeleydi ki ileride çıkacak arazların bahanesi olarak kimliğimiz gösterilecekti. Hâlbuki bizi hasta eden, LGBT-çemberine dâhil olmamız değil, o alanı hastalık olarak gören zihniyetin yakın markajlarıydı. Bir insana da kırk kez hasta dense, bir yerden acısı çıkardı. Özellikle kendi aramızdaki -yani eşcinsel camiadaki- gizli “madilik”in(I) ardında bu iç dengelerin rol aldığını düşünüyorum. Heteroseksizm öyle bir sarmış ki etrafımızı, birbirimizden nefret etmeyi başarmış. Hıncımızı birbirimizden çıkarmak için bilinçaltımıza gizli istihbaratçılar yollamış. En kötüsü de bizi atom taneleri gibi yalnızlaştırıp, kurtuluşumuzu imkânsızlaştırmış. Hâl böyle olunca da madilik kaçınılmaz olmuş tabi… Yıllar önce bir aktivist arkadaş, “Eşcinselleri tanıdıkça homofobikleştim.” demişti. Gruba yeni katılan bir arkadaş ise, “İlk başlarda eğlenceli gelen bu ortam, gittikçe beni rahatsız etmeye başlıyor.” demekle, görünenin aksine eşcinsellerin, birbirine karşı hiç de samimi davranmadığını tahlil edecekti. Elbette ki bu cümleler bir genellemeyi haklı çıkarmaz; zaten genellemelerin amacı da kolaycılık değil mi? Sırf bu genellemeler yüzünden şablonlara sarılıp, streçlenmiyor muyuz?
 
Film koleksiyonu yapmak, belki yaptığım en güzel birikimlerden biri. Bu koleksiyonun en başat(II) aktörlerinden olan Hollywood’un, eşcinselleri türlü klişelerle kodlayarak ayrıştırması ise bir gelenekti. Bu geleneği sorgulayan Amerikan yapımı bir belgeselin, lezbiyen bir kadın yazara ayırdığı bölüm çok etkileyiciydi. Yazarın itirafı, dudak uçuklatan bir yangıydı(III). Amerikan film tarihindeki eşcinsel kod açılımının iç burkan yakarışları, onu hâlâ etkilemişti. Çünkü her ne kadar kendisiyle barışmış olursa olsun, yüreğinin bir yanı hep, “Ben niye böyle olabildim?” diyordu. Bir şeylerin üstesinden gelmek, geçmiş yara izlerini tedavi etmiyordu ne yazık ki… Bunun için defalarca kendimizi affetmemiz ve kendimizi sevdiğimizi haykırmamız gerekiyordu. Heteroseksüellerin kendi rol model oluşturma süreçlerinde, eşcinsellerin aradalığı, bir tür ayraç görevi görürken; kadın ve erkek heteroseksüellerde bu femme fatale’liğe(IV) ya da maçoluğa vurgu yapıyordu. Yapı-bozumcu bir araç için sorunlu ve zorlu bir görevdi. Eşcinsellerin kimlik algısında yalpalaması ve bunun sonucunda psikolojisinin bozulması doğaldı.
 
Bir psikiyatri kongresinde, konuşmacı psikiyatrlardan birinin “sevgi”ye değinmesi, katılımcıları belki bu yüzden güldürmüştü. Adı, satır boyunca uzayan hastalıkları tartışmak varken, sevgiyi konuşmak ironikti tabi… Hâlbuki sevmek, insan olabilmenin yegâne koşuluydu. Sevmeden olmuyordu. Çünkü sevemediğimiz şeye güvenemiyor, güvenemediğimiz şeye de saygı duymuyorduk. Altı defalarca boşaltılan sevgi üzerine konuşmak zaruriydi. Bakırköy Sinir Hastalıkları Hastane’sinin bahçesinde on iki saat müzik yayını yapılmasında bir sebep vardı.
 
Askeri hastaneye, çürük raporu alacağım sırada da radyo yayını veriliyordu. “Hastalık”ımı tescil ettirirken duyduğum ses, pek manidardı çünkü Sir Elton John radyodan, “I don’t wanna go on with you like that/ Senle bu şekilde devam edemem” diye sesleniyordu. Sanki hislerime tercüme oluyordu. Çektiğim çile ta burama kadar gelmiş, çıldırmama az kalmıştı. Anlayacağınız deli raporu almak, delirmeyi hak etmeyi gerektiriyordu. Ve sonunda başardılar da! Ben o süreçten sonra, aylarca dışarı çıkamayacak ve ileriki süreçte ilaç kullanmaya başlayacaktım. Sistem son bir kozunu oynayıp, elverişli hale soktuğu zavallıyı kendi elleriyle tüketecekti. Aile, arkadaş, okul, iş, ilk sevgili ve hastane derken, koca bir akıl sorunun kapı komşusu olması kaçınılmazdı. Sonra kalkılıp, “Eşcinseller şöyle, eşcinseller böyle…” genellemeleri sıralanıyordu. Bugüne kadar eşcinsellerin “normal olma” gibi bir şansı olmuş sanki…
 
Denyoluğun zorunlu kader olduğu bir dünyada, uslu kalmak ne kadar mantıklıydı? 90’ların, “Uh, Ah’lı” erotik göndermeli şarkılarında dillendirilen “Aklımı başımdan aldın” gibi sözler için fazla aklı havada değil miydik? Aklını yüzyıllar önce yitiren bir kitle için sizce de geç kalınmış değil miydi bu sözler? Yoksa kışkırtılmak için yeni bir akıl oyunu mu geliştirilmeliydi?  Birini yoldan çıkarmak için onun aklını başından almak yeterliydi; böylece tüm inisiyatifi size verirdi. Tüm benliğiyle size esir ve oyununuzun yeni piyonu olurdu. Peki, bu oyunun komutunu veren kimdi? Sanırım ben bunun cevabını biliyorum: “Emredersiniz efendim!”
 
(I) Madilik: Eşcinsel dili olarak tariflenen Lubunca’da, “kötülük” anlamında kullanılmaktadır. Çirkin, hoş olmayan, sevimsiz gibi yan anlamları bulunmaktadır.
(II) Başat: Birincil; baskın.
(III) Yangı: Canlı dokuya/yapıya giren yabancı maddeye verilen tepki; iltihap.
(IV) Femme fatale: Seksapelitesi/cazibesi yüksek kadın.


Etiketler: insan hakları, sağlık
nefret