23/04/2010 | Yazar: Remzi Altunpolat
AKP’nin Yeni Muhafazakâr Türkiye’sinde Aile Kavramı ve Eşcinseller
AKP’nin Yeni Muhafazakâr Türkiye’sinde Aile Kavramı ve Eşcinseller
Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, tam da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nden bir gün önce Hürriyet gazetesinden Faruk Bildirici ile yaptığı söyleşide “eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inandığını”, “tedavi edilmesi gereken bir şey olduğunu düşündüğünü”, “dolayısıyla eşcinsel evliliklere de olumlu bakmadığını” ifade etti. Aynı söyleşide, “Aşk-ı Memnu dizisindeki öpüşme sahnelerinin dejenerasyona yol açtığını”, kendisinin sadece Kurtlar Vadisi’ni izlediğini söyledi.[1] Bakanın bu sözlerine yönelik başta LGBTT ve kadın örgütlerinden gelen tepkiler üzerine aralarında insan hakları alanında gösterdiği faaliyetler ile temayüz etmiş ve bir ara İnsan Hakları Ortak Platformu’na dâhil olmuş Mazlum-Der’in de içerisinde yer aldığı muhafazakâr-İslamcı sivil toplum örgütleri bir basın açıklamasıyla Kavaf’a olan desteklerini kamuoyuna duyurdular. Söz konusu örgütler tarafından kaleme alınan “Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Selma Aliye Kavaf'a Açık Mektup” başlıklı metinde; “bütün ilahi dinlerin eşcinselliği bir bozulma, sapma, gayri ahlaki bir tutum, tabii olanın dışına çıkma ve günah olarak gördüğü”, “birçok İslam ülkesinde eşcinselliğin yasal olarak yasak ve bu yasağın amacının toplumun ve insan neslinin korunması ve bu anormal yönelimin yaygınlaşmasının önüne geçilmesi” olduğu, bu nedenle “ahlaki olmayanın ve günahın hukuki kural olmasına ve meşruiyet kazanmasına asla destek verilemeyeceği”, “insanlığın geleceğini ve nesil emniyetini tehdit eden eşcinselliğin sapma ve anormal bir durum olarak görülmemesinin, sorunu yaşayanların tedavi/terapi talebini körelteceği ve durumun yaygınlaşmasına sebep olacağı”, “bu durumun meşrulaştırılması ve doğal bir durum gibi kabul edilmesinin hayatın kendisine karşı bir ihanet” olduğu belirtiliyordu. Üstelik eşcinselliği doğal bir seçim olarak kabul ettirmeye çalışan bir kesimin bu sapma durumunu topluma yaymak için ciddi lobi faaliyetleri yürüttüğü, diğer insanlara da sirayet ettirmek için akla gelmeyen yolları denediği, dizilerden yarışma programlarına, kliplerden haber bültenlerine ve tartışma programlarına kadar her alanı zorladıkları [2] feryâd-u figân ilan ediliyordu.
Muhafazakâr Kuşatma
AKP hükümetinin kimi bakanlarının (Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Başmüzakereci Egemen Bağış) ve yine AKP mensubu kimi milletvekilerinin (Nursuna Memecan, TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı Zafer Üskül) Kavaf’a katılmadıkları yönündeki beyanlarına rağmen, aslında Kavaf ve ona destek olan örgütlerin öne sürdükleri görüşler, muhafazakârlığın/İslamcılığın eşcinselliğe dair tasavvur dünyasının mücessem hale gelmesiydi. AKP, iktidara geldiği günden bu yana toplumsal alanının bütününü, belli bir tarz otoriterleşmeyi de beraberinde getiren -liberallerin iddia ettiğinin aksine- muhafazakârlık doğrultusunda dizayn etme çabasında oldu. Geçtiğimiz yıllarda gündemi uzun süre meşgul eden “mahalle baskısı” ve “Türkiye Malezya olur mu?” tartışmaları bağlamında Türkiye’de dinselleşmenin arttığı, toplumun muhafazakârlığın cenderesine girdiği dillendirildi. Söz konusu muhafazakâr kuşatmanın en görünür olduğu alanlardan biri de “müstehcenlik” ve “Türk aile yapısına uymadığı ya da zarar verdiği” gerekçesiyle kimi televizyon programlarına yönelik olarak RTÜK’ün getirdiği yasaklamalardı. Yukarda söz edilen Aşk-ı Memnu adlı dizi nedeniyle diziyi yayınlayan kanala verilen uyarı cezaları, travesti şovmen Huysuz Virjin’in programlarının yayından kaldırılması ve hiçbir kanalda program yapamaz hale gelmesi bu uygulamanın en bilinen örnekleri. RTÜK, son olarak, kablolu bir kanalda yayınlanan, bir baba ile eşcinsel oğlunun yaşantısının anlatıldığı ‘Hung’ adlı diziye, “kamusal alanda eşcinsellik gibi sapkın ilişkilerin normal görülemeyeceği, bu durumun toplumun cinsel sağlığını bozacağı gerekçesiyle uyarı cezası kesti. [3]
Mukaddes Aile Ocağı ve Eşcinseller
Ailenin yüceltilmesine dayalı bütün bu söylemsel vurgunun temelinde, kuşkusuz AKP’nin temsil ettiği muhafazakâr-İslamcı ideolojinin, aileyi, gelenek ve göreneklerin, geçmişten gelen değerlerin korunması ve toplumsal hayattaki sürekliliğin sağlanması açısından merkezi bir önem atfetmesi yatıyor. AKP iktidarının ilk yıllarında bir nev’i partinin ideologu görevini üstlenmiş bulunan Yalçın Akdoğan, Muhafazakâr Demokrasi adlı risalesinde “muhafazakârlığın en önemli bulduğu kurumun aile olduğunu, geleneğin ve toplumsal değerlerin taşıyıcı kurumu olan ailenin çözülmesinin modern dönemin en olumsuz yanı” olduğu vurgusunu yapmıştır. Söz konusu zihniyet bizim en büyük ve henüz bozulmamış temel değerimizin aile olduğunu, aile yapımızın üzerine titrememiz ve sakınmamız gerektiğini vaz’eder. Bu kurguda aile ve ahlâk değerleri, Müslüman-Türk toplumunu evlilik dışı ilişkiler, cinsel savrulma ve sapmalar dolayısıyla tam bir çöküntü içindeki Avrupa’dan farklı kılan temel hasletler olarak kodlanır. Ahlâklı nesillerin yetiştirilmesi ve böylece manevi değerlerin geleceğe taşınmasında aileye anahtar bir rol biçilir.[4] İşte eşcinseller bu mukaddes ocağı yok etmek isteyen ve bunun için her türlü yolu mubah sayan şer odaklarıdır(!) Bu noktada Zygmunt Bauman’ın kavramsallaştırmasına başvuracak olursak eşcinseller muhafazakârlığın-İslamcılığın “kavramsal Yahudi”sidir.[5] Bir dış unsur, sağlam toplumsal dokuya bozulmayı sokan yabancı bir beden, aşağı/ikinci sınıf ve fakat güçlü ve fesat...
Diğer taraftan ailenin çöktüğü ve eşcinselliğin bu dejenerasyonda başat rol oynadığın dair tez, bugün merkez kapitalist ülkelerde önemli ölçüde aşınma yaşamış olsa da muhafazakârlığın avadanlığındaki ortak argümanların başında yer almaktadır. Yeni Sağın/Yeni Muhafazakârlığın 1968’in bakiyesine karşı huruç ettiği 1980’lerde öne çıkarılan aile kavramı etrafında eşcinseller AİDS’in yayılmasına sebep olan lanetli varlıklar olarak damgalanmıştı. “Demir Leydi” Margaret Thatcher’i hatırlayalım.[6]
Ahmet Murat Aytaç, siyasî aklın aileyi kavrama biçimini eleştiriye tabi tuttuğu kitabında[7], ailenin salt toplumu ayakta tutma ve iktidara dayanak teşkil etme dolayımında ideolojik yeniden üretim ve sosyalizasyon işlevlerinin dışında toplumsal yapının dönüştürülmesine ve iktidarın oluşmasına katkı sağlayacak bir uğrak olarak görülmesi gerektiğinin altını çizer, uzun vadeli toplumsal dönüşümlerin öngördüğü güç ve enerjinin ailede birikmiş olduğunu belirtir. Bu bağlamda aileyi, yeni muhafazakâr Türkiye’yi inşa çabasında olan AKP’nin tedrici toplumsal dönüşümü sağlamak bakımından öne çıkaracağı bir nosyon olarak değerlendirmek yerinde olacaktır. Hobsbawm’dan ödünç alabileceğimiz bir kavramsallaştırmayla AKP aile üzerinden geleneği icat etmekte[8] yani eski kültürel ve tarihsel malzemelerden yeni amaçlar için tarihsel süreklilikler inşa edebilmek için büyük ölçüde sun’î “bizi biz yapan Müslüman-Türk aile yapısı” mugalâtasına başvurmaktadır.
[4] Bu zihniyetin analiz eden bir çalışma olarak bkz. Özlem Tür & Zana Çıtak, “AKP ve Kadın: Teşkilatlanma, Muhafazakârlık ve Türban”, AKP Kitabı: Bir Dönüşümün Bilançosu, (Ed: İlhan Uzgel & Bülent Duru), Phoenix Yayınevi, Ankara, 2009, s. 614-629.
[5] Zygmunt Bauman, Modernite ve Holocaust, çev: Süha Sertabiboğlu, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1997.
[6] En büyük idolü Thatcher olan Kavaf’ın diskur ve ritüeller açısından Thatcher ile arasında bir ünisiyet olduğuna şüphe yok. Gus Van Sant’ın yönetmenliğini yaptığı “Milk” (2008) teki Anita Bryant karekteri söylemsel ayniyeti çarpıcı biçimde gözler önüne seriyor.
[7] Ahmet Murat Aytaç, Ailenin Serencamı: Türkiye’de Modern Aile Fikrinin Oluşması, Dipnot Yayınları, Ankara, 2007.
[8] Eric Hobsbawm & Terence Ranger, Geleneğin İcadı, çev: Mehmet Murat Şahin, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2006.
Etiketler: yaşam, siyaset