18/12/2009 | Yazar:

Türkiye'nin siyasi parti mezarlığına döndüğünü tekrar etmeye sanırım hiç gerek yok.

Türkiye'nin siyasi parti mezarlığına döndüğünü tekrar etmeye sanırım hiç gerek yok. Siyasi Partilerin kapatılmasının anti-demokratik olduğunu, kapatmaların demokrasiye indirilmiş birer darbe olduğunu söylemek, artık klişelerdir. Ülkemiz ve demokrasisi bunları içselleştirmiştir! Demokrasi tanımımızın altına bunlar birer dipnot olarak düşülmüş; bir başka değişle biz bunları aşmışızdır.   

Türkiye halkı/medyası yani anlayacağınız her kesim, bu gelişmelere alışmış ve alıştırılmıştır. Siyasi yaşam konjonktüründe insanlığa yapılacak en vahim şey, “alıştırılmaktır”: İnsanların “savaşa”, “anti-demokrasiye”, “vurduya-kırdıya”, “yoksulluğa” alışması... Yani anlayacağımız, Türkiye’de olup bitenler artık çoğu kesim için “sıradan”dır. Ve koca bir kitle muhalefeti beklemek yersizdir. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)'nin, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)'nin veya diğer sistem elemanlarının çekinmeden-rahatça davranmalarının sebebi de, “alışık bir tarih”e sahip olmamızdan ötürüdür. Alışık bir toplum içerisinde “demokrasi” tanımı gereksizdir. Demokrasiden bahsetmek ise fütursuzluktur. Anayasa Mahkemesini kararını, demokrasi çerçevesinde görenler de alt bilincinde çok iyi biliyorlar ki, Mahkeme siyasi bir karar vermiştir. Daha da vahimi Siyasi Partilerin kapatılmasına ilişkin -(AKP veya DTP deneyiminde)- tüm kararlar hukuki-somut-sübjektif veriler üzerinden işlemediği için; kararın siyasi olması kaçınılmazdır. Bunu İktidar partisi de, muhalefeti de, Asker'i pek tabii bilmektedir. Fakat aynı zemin üzerinden baktıklarında dolayıdır ki, bu duruma bir sözleri yoktur. “Mahkeme kararı saygıyla karşılanmalıdır”! Geçmişte, AKP'nin Mahkeme deneyiminde, Mahkemeye ilişkin bolca sözleri olan AKP'liler şu an için susmayı yeğlemektedir. AKP'nin “Laiklik karşıtı söylemlerin odağı haline geldiği” sebebiyle kapatılma davasını reddeden mahkeme, “bölücü söylemlerin odağı haline geldiği” sebebiyle DTP'yi kapatabilmiştir. AKP'nin kapatılma davasında “niyet okuma” girişimine girmeyen Mahkeme, DTP konusunda “niyet okuma” girişimine girmiştir. Bu zeminde Anayasa mahkemesinin AKP kararını da hatırlarsak (5'e karşı 6 oyla AKP kapanmamıştı) DTP'nin 11 oyla kapatılması, Anayasa Mahkemesi üyelerinin TSK-AKP zihniyetinin konsensüsü olduğunu söylemek çok da zor olmayacaktır.  
*** 
Anayasa Mahkemesi Demokratik Toplum Partisi (DTP)'ni kapatma davasını 2 yıl önce gündemine almıştı. Mahkemeden 2 yıl içerisinde hiçbir ses çıkmadı. Bu iki yıl zarfında açılımlar konuşuldu. Gazeteciler, aydınlar, siyasiler bir araya getirilip, “Demokratik Açılım” ile ilgili, fikirlerini beyan etmeleri istendi. TSK bile (!) başlarda sürecin devamına ilişkin açıklamalarda bulundu. Umut vericiydi. Geldiğimiz şu nokta ise, malesef yapılan tüm açılım konuşmalarının nafile olduğunun göstergesidir.
 
Son dönemde DTP'nin açılımı desteklemesi, açılımın DTP tabanlı Kürtlerde de umut yaratması AKP'nin neden işine gelmemekteydi? Çünkü DTP'nin demokrasi mücadelesi sonucu Türkiye açılımı konuşur olmuştu. Fakat AKP'nin yapmaya çalıştığı şey, açılım konuşmalarını kendi direktifleriyle yönetmek, DTP'nin tabanını kendine inandırmak/güvendirmek/nemalamaktı. DTP’ye alternatif bir açılım yapmak, bunu yaparken elinde geldiğince DTP'yi saf dışı bırakmak istedi. DTP'nin, AKP açılımına destek vermemesi AKP ve kurmaylarının işine gelecek, Kürt halkı içerisinde bir politika üretebileceklerdi. Fakat AKP, Kürt halkını kendisine çekmeye çalışırken, kendi milliyetçi tabanını da ikna etmek zorundaydı. Tabii ki CHP/MHP gibi milliyetçi odakların da eline koz vermek istemiyordu. Öte yandan TSK ile olan “somut veya soyut” anlaşmasını da ihlal etmemeliydi. AKP'nin Kürt sorunun da bu kadar “cesur” hareket edebilmesinin temel sebebi, günümüz Türkiye'sinde, Siyasi Parti çapında Türkiye'nin doğu-batı anlamında homojen dağılım gösterip merkezi bir otorite kuracak tek parti olmasıdır. Bu merkezi otoritenin kurulabilirliği TSK'nin bölünme fobisine merhem gibi gelmektedir. Çünkü ne CHP ne MHP; ne de başka bir parti, Türkiye'nin doğusunda AKP'nin sağlayabileceği bir otoriteyi sağlayamayacaktır. AKP'nin bunu sağlayabileceğine olan güven ise manevi bir birliktelik içerisinde, etnik anlamda heterojen bir yapıyı hedeflemeleridir. Bu “soyut veya somut” TSK-AKP anlaşması planı son zamanlarda tutmamıştır. DTP, Kürt halkına ve Türkiye'nin “ulusal olmayan sol”una demokrasi uğruna verdikleri mücadele sonucu Açılım'ın konuşulduğuna ikna etmiş, neredeyse AKP'yi devre dışı bırakmıştır. Bu ne AKP'nin ne de TSK'nın işine gelmiştir. (Son dönemdeki T. Erdoğan'ın Kürt sorunu üzerindeki konuşmaları DTP'yi eleştirmek üzerinden gitmekteydi). Yani TSK-AKP anlaşması fiyaskoyla bitmiştir. AKP'nin Açılım konusundaki samimiyetsizliği de gün yüzüne çıkmış, TSK'nın da AKP yoluyla bölgede elde etmek istediği otorite hayalleri suya düşmüştür. İşte tam da bu noktada söz sırası mevcut statükoya geçmiştir, AKP kendince “yapabileceğini yapmıştır” görüntüsü vererek sahneden inme yoluna girmiştir. AKP'nin sahneden iniş “müziği” ise açılımı sabote eden provokasyonlarla desteklenmiş; halkın nazarında DTP'ye yapılacak her türlü müdahale müstahak kılınmıştır. Ve sahneye iki yıllık sessizliğini bozan, Anayasa Mahkemesi girmiştir. Tabii ki, sahne değişikliği CHP/MHP/TSK ve AKP'nin milliyetçi tabanını ikna etmek yolunda, AKP'nin işine gelmekteydi. Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın DTP kapatılma konusunu kameralar önünde gündeme getirmiş ve sabotenin etkisi henüz geçmeden, halk/medya ve dolaylı olarak Anaysa Mahkemesi üzerindeki “DTP'ye yönelik nefret söylemleri bitmeden” 4 gün içerisinde sonuç açıklanmıştır. Ve DTP kapanmıştır. 
*** 
Türkiye'deki askeri ve siyasi yönetim kendi bölünme fobisini, başlarda yok sayma yoluna girerek örtmeye çalışmaktaydı. Fakat son yıllarda, Kürt halkını kabullenip, bunları da kendi içerisinde sınıflandırma yoluna girmiştir. DTP'li Kürtler ve DTP'li olmayan Kürtler... İktidar ve Asker DTP'li olan ve olmayan Kürtler arasındaki çukuru derinleştirip, kendi Kürdünü yaratma çabası içerisindedir. Kapatma sonrası yapılan protesto gösterilerinde, provokasyon yapan eli silahlı “gönüllü korucular” bunun en güzel örneğidir.
 
Öte yandan, “gönüllü korucu” yani devlet içerisindeki bağımsız “ordu”ların yaptığı provokasyonlardan, AKP'de “politik” olarak rahatsız olmuş. Süreci “daha” Milliyetçi odakların elinden tekrar alıp, eski DTP milletvekilleri ile görüşme gibi, tekrar açılıma devam imajı çizme peşindedir. 
*** 
Tüm bunlar bir yana bırakılırsa; Türkiye'deki güç dengelerinin, Kürt halkına ilişkin planı nedir? Siyasi bir partiden çok illegal bir oluşum mu istenmektedir? Neden legal kanallar inatla kapatılmaktadır? TSK; devlet üzerindeki hâkimiyetini kaybetmemek için, bölünme fobisini ortadan kaldırmaktan ve “düşman”ını kaybetmekten mi korkmaktadır? 
***
Ama şunu söyleyebiliriz! AKP de TSK de hiç “saf” değil!
 
Peki biz?
 

Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam