10/05/2010 | Yazar:

Aylardır tartışılan Anayasa değişikliği, referandum derken; asıl gündeme gelindi, birileri kendini demokrasi kahramanı ilan etti, yanına “eski solcu” ya da “neo-solcu&rdquo

Aylardır tartışılan Anayasa değişikliği, referandum derken; asıl gündeme gelindi, birileri kendini demokrasi kahramanı ilan etti, yanına “eski solcu” ya da “neo-solcu”/“kendi solcu”larını almasını bildi.
 
Nasıl mı?
Malum madde: Siyasi Partilerin kapatılmasını zorlaştırdığı iddia edilen madde..  Yani demem şu ki, totalde bir anayasa paketi eleştirisi yapmaya gerek hiç mi hiç yok. Yani bu tartışmalar aylardır ziyadesiyle yapılıyor. Tekrar sendikal hakların eksikliğinden, emek ve özgürlük anayasasının olmamasından filan bahsetmeyeceğim uzun uzun... Bunlardan uzak bir anayasa paketi içerisinde olduğumuzun sanırım hepimiz farkındayız... Bu makalede konuşulacak konu, AKP'nin Kürt sorununa ilişkin derin analizlerden ziyade, AKP'nin oluşturmaya çalıştığı politik hat ve bu hattın eksik/çürük tarafları.
 
AKP'nin yaptıklarını yorumlarken düşülen hatalar...
Adalet ve Kalkınma Partisi(AKP)'nin bir siyasi parti kendi ideolojisinin ve tahayyül ettiği bir Türkiye’si olduğundan hepimiz hemfikiriz. Tabii ki bunu diyerek size R. Tayyip Erdoğan'ın veyahut Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün geçmiş dönem video kayıtlarından, demeçlerinden bahsetmeyeceğim, sayın “Cumhuriyetçiler” veyahut yeni terimle “ergenokoncular” gibi.
AKP şu günün Türkiye'sinde İslami çevrelerin bir siyasi partisi olarak kurulup, kendi politik hattını çizerken Türkiye sol ve sağındaki bu dağılmışlığı ve Türkiye halkının örgütsüz halini  ve mevcut ekonomik nahoş seyri çok  güzel değerlendirdiğinin sanırım farkındayız.
 
Yani AKP kendi dünyevi ve uhrevi hayalleri doğrultusunda bir politika seyretme güdüsünde. Bu politik hattı oluştururken, değerlendirmeleri sonucunda varılan noktaların en belirgini/derini/kendilerini yaralayacak faktörlerden birisi de Kürt sorunu ve Kürtler. Pek tabii bu olayın üzerine giderken, kendi çapında -ki çap işlevselliğin dışında geniş bir çaptır- Kürt politikası üretmek zorundadır. Tabii ki bu politikayı üretirken, kendi dünyevi/uhrevi politikasını da içselleştirme manevralarını da yabana atmamalıdır -zaman zaman çıkışlarından da atmadıklarını anlıyoruz, örneğin: Vakit gazetesine verilen para cezasını ölçüsüz bulurken, bir yılda elliden fazla kez kapatılan Kürt hareketinin basın organı hakkında herhangi bir şey deme ihtiyacı duymamıştır - Ki diğer az çok belirgin/derin noktalarda olduğu gibi (örneğin alevi meselesi) bu mühim meselede de temkinli davranıp, güç dengelerini koruyup, ortak bir mücadele hattı üretip kendi önderliğinde/politik ütopyasıyla hedefe varmayı amaçlamaktadır. İşte bu ortak mücadele hattı ise Türkiye sol ve İslamcı sağının zamanında çokça mustarip olduğu Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve onun buyruğu altında olan veya aynı statükonun devamı niteliğinde işleyen kurumlardır. Örneğin HSYK, YÖK.
İşte tam da bu noktaların kaçırıldığı anda,  AKP'nin “ortak mücadele”si ve/veya TSK'ya karşı “kafaladığı” bazı solcular filizleniyor.
Bu “sol” ağızların, söylemleri ise şöyle aktarılabilir: “AKP şu andaki ceberut sisteme karşı, TSK'ya mevcut statükoya karşı en etkili mücadeleyi vermektedir. TSK gibi savaş edebiyatı yapan bir kurumun egemenliğini ortadan kaldırıp demokrasi yolunda ilerlemektedir. Bu nokta da Türkiye'de demokrasinin ilerlemesi adına AKP ve yaptığı/önerdiği reformlar desteklenmelidir”
 
Peki burada sorulacak sorular şunlar oluyor sanırım: AKP bu değişimleri önerirken/yaparken aslında kendi örgütlenmesini yapmakta mıdır? Kendi örgütlenmesinin yolunu mu açmaktadır? Türkiye'de tam bir politik iradeye sahip olmayan olamayan, medyadan dahi etkilenebilen büyük çoğunluğun, kendi saffına örgütlenmesini mi kolaylaştırmaktadır? Bunu yaparken, “sol” ve liberal ağızların destek söylemlerini bir katalizör olarak mı kullanmaktadır?
 
Paranoya deyip geçmek ne kadar doğrudur? 
Peki bunlar paranoya mıdır? Pek tabii bunlar paranoya değildir. AKP'nin de bir siyasi parti olarak-ki geçmişi ve örgütlülüğü sağlam bir parti- kendi ütopyasının olduğunu çok tabii biliyoruz. Aslında AKP burada kendi siyasetsizliği ile yeni bir politika üretmektedir. Türkiye'de gerçek anlamda, çoğu konuda “sol-sosyalist”lerinin bile üretemediği politik hattı, İslamcı-liberal sol birlikteliği gerçekleştirme yolunda ilerlemektedir.
 
Türkiye'de demokrasi adına sol-sosyalistlerinin ve de Kürtlerinin de mustarip olduğu  TSK ve yargıdaki değişiklikleri desteklemek, -ki bu değişiklikler daha çok AKP tarafının yani irticai faaliyet sebebiyle “ezilen” kısmının yarasına merhem olmaktadır- Türkiye demokrasisi adına ileri bir yöndür. Fakat daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, AKP'nin Kürtler-TSK-milliyetçi üçgenindeki, TSK faktörünü bu kadar göze alıp, cesur hareketler de bulunurken, anayasa paketiyle seçim barajını neden düşürmemektedir -burada tam anlamıyla sendikal haklar, emek anayasası talebi bile değildir söylenen-..? Bu soruya AKP'nin cevabı ise: “zamanı değil”dir. Fakat bu zamanlama AKP'nin TSK korkusundan değildir.- Ki TSK bu kadar yıpranmışlığı içerisinde baraj konusundaki değişim ve TBMM değişimini hoş bir tebessümle karşılayacaktır- Buradaki asıl mesele; AKP'nin Türkiye'ye demokrasi getirme isteğimi yoksa kendi örgütlülüğü doğrultusunda kullanılamayan, kullanmak isteyenlerin dahi azlığının çekildiği bir demokrasi verme süreci midir?  Aynı hatta baktığımızda, Cumhuriyet'in kuruluşundan beri süren inkar ve asimilasyon politikası eğer ki başarılı olmuş olsaydı,  Türkiye'deki Kürtlere en büyük demokratik özgürlüğü yasalar üstünde statüko verirdi. İşte bu iki olayı değerlendirdiğimizde, tam manasıyla AKP hükümeti, kendi neferleri ve siperlerini oluşturarak, soğuk bir politika ile mevzilerini almaktadır. Bu politik mücadele sonrasında  verilen demokrasi çemberinde, kendi atlarından koşacak atın kalmadığı bir turnuva düzenleyecektir.
 
Bu nokta üzerinden devam edersek, sayın liberal “solcu”larımızın kendi dışındaki az veya çok, katmerli veya katmersiz solcuların eleştirisini yaparken söyledikleri cümlelerden bir başkası da, Türkiye'de geleneksel solun, özgürleşmeci adımları kendisinin atacağını sanması olduğudur. Peki sermaye mi atacak özgürlükçü adımları, “yeşil” sermaye mi atacak, onlara yettiği kadar mı atılacak adımlar? Sanırım AKP kendi sermayesini, Türkünü, Kürdünü, Alevisini yarattıktan sonra bir de “solunu” yarattı.
 
BDP kararı 
Barış ve Demokrasi Paritsi(BDP)'ne gelecek olursak, BDP; AKP'nin daha çok kendini korumak için yaptığı anayasasını, kendi partisinin kapatmasını önlemek için oluşturduğu maddelerini-  değişiklik daha çok irticai faaliyetle kapatmaları engelliyor ve kapatma yetkisini Meclise veriyor. Meclisin  bu değiştirilen anayasa ve bu baraj ile MHP-CHP-AKP ve bu minvalinin dışında kimsenin olmadığı bir Meclis olma halini devam ettireceği düşünülürse BDP için pek de bir şeyin değişmeyeceği aşikardır. -desteklemeyerek tarihi bir karar almıştır. BDP günü birlik politika üretmekten çok, kendi anayasa talebiyle tarihi bir kararla karşı çıkmıştır. BDP bu tutumuyla özellikle/belki de en sembolik ve en önemli istekle yani “seçim baraj” isteği ile, bu konuda ne kadar ciddi ve bu konunun ne kadar mühim olduğunu göstermiştir. Ki ordudan, statükodan en çok hasarı gören bir oluşumun bunu yapmasının eleştirisi AKP'nin solcularına sanırım hiç düşmez...
 


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam