09/09/2010 | Yazar: Bawer Çakır

Aylar önce, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) hazırladığı yeni anayasa taslağını kamuoyuyla paylaşmasının ardından başlayan tartışmalar referandum tarihi yaklaştıkça tuhaf bir

Aylar önce, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) hazırladığı yeni anayasa taslağını kamuoyuyla paylaşmasının ardından başlayan tartışmalar referandum tarihi yaklaştıkça tuhaf bir hal almaya başladı. Tartışmalar mahalle kavgası düzeyinde seyrederken, taraflar giderek kızgınlaşıyor, kızgınlaştıkça da ırkçılığın, ayrımcılığın, cinsiyetçiliğin sınırları zorlanıyor. 

Liderler, sanki yeni anayasa taslağını değil de ülkenin yeni başbakanını seçecekmişiz gibi bir eda ile meydanlarda “rakiplerini” karalayadursunlar, benim aklım çarşamba pazarına döndü. Zira, evetcilerin, hayırcıların ve boykotçuların argümanlarını okumaya ve anlamaya çalışmak cidden bünyemi zorluyor. Kim neye neden ne diyor, anlamak deveye hendek atlatmaktan, bir Serdar Ortaç şarkısına tahammül etmekten daha zor. Köşe yazarları da aynı şekilde tabii. Bazıları kendilerinden geçmişçesine AKP'yi yağlamakla, ballamakla meşgulken, bazıları da “azılı” ulusalcı damardan nağmelerle “hayır, hayır, yüz bin kere hayır” diyorlar histerik bir biçimde.
 
Ancak, referanduma sayılı günler kala, bu süreçte gözüme takılanlara dair iki cümle kurmak isterim yüksek müsaadenizle. Zira, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kişisel performansı gözden kaçacak ya da atlanacak gibi değil.
 
Öncelikle AKP'nin ve Erdoğan'ın zerre kadar samimi olduklarına inanmıyorum. Bunu belirtmeyi yazının salahiyeti açısından gerekli görüyorum.
 
Hatta ve hatta “Evet” dememizi buyur eden Erdoğan'ın yüzündeki ifade bana Yeşilçam'ın “müthiş” karakteri Nuri Alço'yu anımsatıyor. Yani, niyeyse bu referanduma Erdoğan'a inanıp evet desem, 13 Eylül sabahı Banu Alkan ya da Ahu Tuğba gibi pişmanlıklar denizinde, gözyaşları içinde uyanacağımdan adım kadar eminim.
 
Bunda, açılım diyerek başladığı hiçbir işin sonunu getirmeyen “yalancı” bir AKP CV'sinin ve Erdoğan meydanlarda, ekranlarda “şöyle özgürlükçüyüz, böyle şahane demokratlarız” diye atıp tutarken tutuklanan Kürt siyasetçilerin hali, savaşın sürüyor oluşu, AİHM'e yapılan Hrant Dink savunması, Erdoğan'ın feministleri çağırıp “nasıl mübarek anneler” olmaları gerektiğini anlattığı akla zarar konuşması, LGBTT örgütlerinin yıllardır sürdürdükleri ve her defasında Meclis kapılarından kendilerine ulaştırmaya çalıştıkları anayasal taleplerini duymazlıktan gelmeleri, HES'ler, Hasankeyf'in başına gelenler, ekonomik krizde işçiyi ezim ezim ezip, sermayedarların ekmeklerine kaymak, bal süre süre gülümseyişlerini hatırladıkça daha da sinir oluyorum.
 
Tüm bunlara bakıp, ardından bu ülkenin 17 yaşında idam ettiği devrimci Erdal Eren'in adını ağzına sakız edecek kadar ileri gidiyor olması da beni benden alıyor netekim! 1980 ve sonrasında devrimciler cezaevlerinde işkencelerden geçirilirken sırtı sıvazlananların şimdi darbecilerden hesap soracağına inanmak bana “bu ne kafası arkadaşım” diye sordurtuyor. Hangi harikalar diyarının Alice'isiniz acep, çok merak ediyorum.
 
Ben, AKP'nin Kenan Evren ve darbeci saz arkadaşlarını yargılayacağına da inanmıyorum. Bu nedenle iyimser “solcu” kardeşlerimiz gibi “yetmez ama evet” de diyemiyorum. Yetmiyorsa neden evet deniyor, onu da anlamıyorum. Anlamak istiyor muyum? Yok.
 
İçinde bulunduğumuz ayın Ramazan olması elbette AKP'lilerin kaçırmayacağı şahane bir ortam idi. Kafaya çıkıp, topu el yordamıyla ağlarla buluşturmakta hiçbir beis görmediler ancak herkesin Maradona olamayacağını hatırlatmakta fayda görüyorum. Ankara'da, 70 bin kişiye iftar yemeği verip, alanın her yerine “evet”leri doldurup, iftar yemeklerinin olduğu kutulara “evet” yazdırmak, din ile referandum işlerinin pek de ayrı olmadığının apaçık göstergesiydi.
 
Sinir olduğum en mühim şeylerin başında da her “hayır” diyenin liberallerce ulusalcı ilan ediliyor olması. Çileden çıkmamak elde değil. Bu ne biçim kibir bu ne biçim bir halet-i ruhiyedir ki “evet” dersen ilerici, modern, “hayır” dersen ulusalcı, Ergenekoncu, darbeci oluyorsun. Bu nasıl bir propaganda, bu nasıl bir argümandır, anlayan beri gelsin.
 
Bir de Salih Memecan var üzerinize afiyet. Sabah'ta karikatür çiziyor ama karikatür sanatının muhalif bir şey olduğunu çoktan unutmuş, bildiğin “AKP'nin Sesi” radyosu gibi çalışıyor. Bir önceki paragrafta bahsettiğim “kafanın” önde gidenlerinden. Karikatürlerinde “evet” diyen her karakter güleç yüzlü, mutlu, mesut, müreffeh, aydın iken “hayır” diyenleri hilkat garibeleri gibi resmediyor. Yani Başbakan'ın gözdesi olduğunuz açık sayın Memecan ama ne bileyim yahu, bu kadar da gözümüze sokmanız artık biraz ayıp kaçıyor kanımca. Bir de benim midem bulanıyor o karikatürcüklerden. Her şeyiyle bir yanlışlık paketi gibi ama işte Sabah'ta çizince belki de siz de haklısınız, el mahkum. Neyse bilemedim.
 
Boykot kelime olarak çok güzel cidden. Ama hâlâ boykotun bu süreçteki faydasını anlayabilmiş değilim. Kafam karışık. Bu konuda da bir aydınlatma istiyorum. Yani oy vermeyince “evet”cilerin işine yarayacak diyorlar misal. Bu beni biraz huzursuz ediyor. Mesela 5 adımda boykot gibi bir yazı filan varsa okumak isterim.
 
Referanduma “hayır” mı demeli yoksa boykot mu etmeli emin olamasam da AKP'nin, hiçbir sivil toplum örgütünün fikrini sormadan, ardından takındıkları o “maço, delikanlı, kavgacı, ukala” tavır, o kapitalizmin her şeyi kullanması gibi propaganda uğruna her şeyi kullanabiliyor olmalarındaki çiğlik, o Nuri Alço gülüşü nedeniyle “evet” denmemesi gerektiğinden eminim.
 
Bir arkadaşım, referandumla ilgili bir tartışmada “hayır” demenin ya da boykot etmenin şımarıklık etmek olduğunu yazmıştı “şımarıkça”. Bence demokrasi insanın üstüne yapıştırılanı değil, kendisine yakışanı seçmesidir. Bu nedenle kişisel seçimlerimizin hiçbiri şımarıklık değil, söz konusu demokrasinin güzelliğidir diyor, 13 Eylül'de yüz yüze bakacağımızı hatırlatarak, referandum sürecinde birbirimizi çok fazla incitmemeye, sarsmamaya gayret gösterelim diyorum. Yoksa, 13 Eylül'de hepimizin topluca doktora gitmesi gerekecek. Zira sinirler zıp zıp zıplıyor gördüğüm kadarıyla.
 
Kıssadan hisse değerli dinleyiciler, Aşık Bawer der ki “Referandum yakın, evet, hayır ya da boykot diyecek halkım, doğacak günler hakkın, kim bilir belki Evren de yargılanır bir gün, kim bilir belki yarın belki yarından da yakın...” 
 

Etiketler: insan hakları, sivil anayasa
nefret