14/01/2016 | Yazar: Duygu Aloğlu

Zaten buna ne gerek var; at suçu ‘Müslüman kültürden gelen ‚sığınmacı erkeklere’, koy onlarla (yani yabancılarla) arana bir kol kadar mesafesi, yeter de artar bile!

Yılbaşı gecesi Köln’de yaşanılanlar, Almanya’nın gündemini günlerdir meşgul ediyor ve baya da meşgul edecek gibi duruyor. Yılbaşı gecesi Köln, Stuttgart, Düsseldorf, Hamburg’ta yaşanılan toplu taciz ve gasp olayları ve bunlara dair neredeyse 400’e yakın suç duyurusu (2 tanesi tecavüz için) gündemin ana konusu haline geldi. Organize ve planlı şekilde yapıldığı tespit edilen bu olayların, Almanya’da daha önce hiç görülmemiş bir suç şekli olduğu konusunda uzmanlar, gazeteciler, politikacılar hemfikirken olayın boyutuna “ırkçılık” ve “İslamofobi” katan konu ise; bu taciz ve gasp olaylarını gerçekleştirenlerinin çoğunun sığınmacı olan ya da mülteci statüsü almak için Almanya’da yaşayan “Kuzey Afrikalı ve Ortadoğulu erkekler” olması. Irkçı, çünkü tecavüz ve taciz daha önce Almanya’da yokmuş ama sığınmacılar, mülteciler ve hatta göçmenler tarafından ‚ülkeye getirilmiş gibi konuya yaklaşılıyor. Hatta, eski aile bakanı Kristina Schröder’in “Müslüman kültüründe şiddeti yasallaştıran erkeklik normlarının tabu olmaktan çıkarılıp konuşulması lazım” şeklinde tweet atması da, sığınmacı ve mültecilerin çoğunlukla Müslüman ülkelerden gelmesini esas alıp İslam’a ve yabancılara karşı olan PeGİDA, AFD gibi aşırı sağcılara “el altından destek” veriyor, onların propagandalarını güçlendiriyor. Medya ve politik tartışmaların da etkisiyle, konunun odağı “Müslüman kültürden gelen sığınmacılar” ve “sığınmacılara dair yasal düzenlemeler” olarak gösteriliyor. Lakin kimse kadına yönelik taciz ve tecavüz olaylarını nasıl azaltmak gerektiğini konuşmuyor.

Alman yasalarına göre, cinsel saldırı suçunda kurbanın rolü önemli. Yani saldırıya ve tecavüze karşı koyduğunu, mücadele ettiğini ispatlamak durumunda. Şu anki yasal haliyle tecavüz suçu, kadının ölümle tehdit edilmesi, darp edilmesi ve korunmasız bir haldeyken bunu kötüye kullanılması halinde gerçekleşiyor. Yani kadının hayır demesi ama yine de tecavüze uğraması, tecavüz suçunu oluşturan unsurlardan biri olmuyor. Haliyle, yaşanılan cinsel saldırı sayısı ile polise bildirilen arasında büyük bir uçurum var. Kadının beyanını esas almayan, yaşadığı tecavüz ve cinsel saldırıya karşı direndiğini, ölüm tehdidi aldığını ya da şiddet gördüğünü ispatlatmaya yönelik hem yapısal hem toplumsal hem de hukuksal cinsiyetçi bir boyut da karşımıza çıkıyor.

Günlerdir, bu konuyla ilgili başka bir tartışma dönüyor, özellikle sosyal medyada. Focus ve Süddeutsche Zeitung (her ikisinin de baya bilinen yayın organları olduğunu belirtmek gerek) bu konu kapsamında ırkçılığı ve cinsiyetçiliği o kadar “güzel” harmanladılar ki, insan gördükçe hayret ediyor. İlk olarak, 8 Ocak 2016 tarihli Focus’un kapağını ele almak lazım. Başlık “Kadınlar Suçluyor: Göçmenlerin seks-saldırısı sonrası: Hala toleranslı mıyız yoksa kör müyüz?” şeklinde, hatta yanında exklusiv yani özel olarak okuyucularına vaat ettiği başlık ise şöyle “O gece Köln’de gerçekten ne olduğu’(nu anlatma). Kelime kelime provakatiflik ve ırkçılık kokuyor. Ama seçilen görsel ise gerçekten ‘akıl tutulması’ yaşatıyor. Çünkü çıplak ve hatta erotik bir kadın bedeni görseli üzerinden cinsel saldırı suçuna dair “cinsiyetçi” bir eleştiri getirmeye hedefliyor Focus. Erotik bence, çünkü görselde sadece kadının ‘erotize edilen’ kısımlarını (meme, dudak, vajina) göstererek hem kadını çıplak bir bedene indirgeyip, kadın bedenini metalaştırıyor hem de kadının bireyleştirecek detayları (misal gözlerini) görselde kesilerek kadın kimliksizleştiriliyor. Olayın ironikliği bir yana, simgeleri yorumlamayı sevenleri coşturan bu “anlamlı” görseldeki siyah beyazlık dikkat çekiyor. Hem görselin siyah-beyaz oluşu, hem de sarışın (beyaz) bir kadının çıplak bedeni üzerinde siyah (ve/ya kirli) eller oluşu, beyaz kadının (Alman kadınının) bir ‘kurban’ olduğunu ve siyah el sahiplerinin (Ortadoğulu ve Kuzey Afrikalı sığınmacı ve mültecilerin) de suçlu (hatta potansiyel seks saldırganları) olduğunu gösteriyor. Focus’a göre, kadın dediğin zaten Alman, beyaz tenli, zayıf ve sarı saçlı olmalı; göçmen, sığınmacı ve mülteci dediğin de siyah ve kirli ellere sahip olmalı. Seks saldırısını (cinsel taciz ya da cinsel saldırı demek yerine seks demesi de dikkat çekici), göçmenlerin işi olduğunu belirten Focus’un tolerans sahibi ya da kör olma ifadesi ile kadına yönelik cinsel saldırıya yönelik yapısal ve hukuksal sorunlara dikkat çektiğini söylesem, ben bile kendi cümleme katıla katıla gülerim. Öyle bir kaygısının olmadığı seçtiği görselden belli olan Focus’un körlük atfettiği şey, göçmen ve sığınmacılara yönelik politikalar.                                 

Buna benzer şekilde, ‘medyada cinsiyetçilik ve ırkçılık’ dendiğinde örnek gösterilmesi gereken bir grafiği de Süddeutsche Zeitung paylaşıyor. Gene, kadının cinsel organına ve bacaklarına odaklanan beyaz bir kadın bedeni ve kadının bacakları arasından uzanıp vajinanın tam üzerinde olan siyah bir el görseli. Yani, Alman medyasının ana akım (kimi) organlarınca itina ile stereotip üretilir, cinsel saldırının kurbanı da gerçekleştireni de, derisinin rengiyle ve toplumsal cinsiyeti ile işaretlenir. Sonra bunlar tepe tepe her yerde isteyenlerce kullanılır. Süddeutsche Zeitung (SZ), gelen tepkiler bağlamında bu görselle ilgili özür diledi lakin Focus “bu görseli bilerek kullandıklarını, kim bunun cinsiyetçi ve ırkçı olduğunu düşünüyorsa (sanırım Focus burada bana sesleniyor), onun gerçekleri konuşmaktan korktuğunu” ısrarla savunuyor.

Kimi politikacılar, kadınların en az bir kol aralığı kadar yabancılar ile arasına mesafe koymasını, grup halinde gezmeleri gibi davranış kuralları öğütlüyor; kimisi de korunmasız kadınları böyle çirkin cinsel tacizlerle küçük düşürülmemesi gerektiğini söylüyor. Yani Focus ve SZ, kadını bir kurban olarak nasıl simgeleştirip sunuyorsa, Alman politikacıları da bu kurban rolünü kadınlara yükleyip, kadının “korumasız” olduğunu ifade ediyor. Aslında bir anlamda, ‘kadın kendini koruyamıyorsa bunlar olabilir’ diyerek bir yandan da kadını suçluyor (Kanada’da 2011 yılında bu konu tartışılırken, polisin ‘kadınlar cinsel saldırıya uğramak istemiyorlarsa fahişe gibi giyinmeyi bırakmalılar’ önerisinde bulunmasını hatırlattı sanki). Örneğin mini etek giyiyorsa, gece tekinsiz sokaklarda tek başına yürüyorsa, tacize ve tecavüze olanak sağlıyor, haliyle hoop gene başlanılan noktaya geri dönülüyor: bunu yaşıyorsa kadın, direndiğini ispatlamalı (ee ama mini etek giymişsin, gece sokaklarda tek başına gezmişsin, yabancılarla arana bir kol kadar mesafe koymamışsın olacağı buydu’ denilebilme ihtimali hala ortada duruyor hala). Yasa tasarısı dışında, kadına yönelik cinsel saldırıyı engellemeye/azaltmaya yönelik başka bir çözüm, girişim yok.

Gene belirtiyorum; polise intikal eden cinsel saldırı suç duyurusu çok az, kadınlar polise tecavüz ve cinsel saldırı vakasını bildirmemeye devam ettiği sürece yasanın değiştirilmesi çok bir şey ifade etmeyebilir. Ayrıca, böyle girift bir sorunun, sadece yasayla düzenlenebileceği sanmak da çok ‘iyimser’ bir çözüm bence. Bir de, sığınmacılara dair düzenlemeleri sertleştirme (suçlu bulunan bir sığınmacının ülkesine geri gönderilmesi vs.) üzerine bir girişim var. Ama topluma nüfuz eden, etmediği yerde medya ile bir şekilde nüfuz ettirilen cinsiyetçiliği ve ırkçılığı azaltmaya ya da cezalandırmaya yönelik bir gelişme yok. Zaten buna ne gerek var; at suçu ‘Müslüman kültürden gelen ‚sığınmacı erkeklere’, koy onlarla (yani yabancılarla) arana bir kol kadar mesafesi, yeter de artar bile!

*Bu yazı, Almanya’daki Göçmen Kadınlar Birliği’nin yayını olan KADIN dergisi için yazılmıştır. 


Etiketler: medya
İstihdam