29/01/2022 | Yazar: Aras Örgen

İnsan haklarını savunmanın kendisini bir hak olarak olarak ifade ederken, hak savunucularını korumakla yükümlü devletin bunu yerine getirmediği durumlarda ne yapılacağına dair somut mekanizmaların olmamasını tutarsız görüyorum.

Ama yok öyle bir mekanizma Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

İnsan haklarının ve hak savunucularının korunmasına dair sürekli olarak dile getirilen ‘mekanizmaların getirilmesi/geliştirilmesi/uygulanması’ gibi söylemlerden fazlasıyla sıkıldım. İnsan hakları alanında çalışan bir yandan da yüksek lisans yapan biri olarak bazı zamanlarda; uluslararası insan hakları belgeleri ve mekanizmalarını genellikle hukuki geçerliliği olmayan, olsa da uygulamada ideal mekanizmalardan sık sık bahsedilip, işlemeyen yanları olan sayfalarca metinler olarak görmeye yatkın olabiliyorum. Bu haftaki yazımda da insan hakları savunucularının korunması ile ilgili araştırma yaparken karşılaştığım iki uluslararası belgeye dair yazmak istedim. Yazının başındayken bu belgelerin tabi ki gerekli olduğunu, bunların üzerinden daha iyisine dair kurgular yapabildiğimizi, hepsinin çok değerli mücadeleler sonunda kazanıldığını biliyorum ve bu alanda çalışanlar olarak her emeğimizin geleceği öreceğini düşünüyorum. Bu nedenle bu yazı var olanları tümden reddetmeye değil, hali hazırda elimizde olanlar üzerinden daha kapsayıcı, uygulanabilir ve ihtiyaç odaklı yaklaşımlara odaklanacak.

İnsan hakları savunuculuğunun ve savunucuların korunmasına dair uluslararası ortaklığı olan ilk belge 1999 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından yayınlanan uzunca bir ismi olan; ‘Evrensel Olarak Tanınan İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Geliştirilmesi ve Korunmasında Bireylerin, Grupların ve Toplumsal Kuruluşların Hakları ve Sorumlulukları Üzerine Bildirge’. Belge genel anlamda hak savunuculuğunun bir hak olduğunu, buna dair yolların devlet tarafından bireyler ve sivil toplum iş birliği ile temin edilip güvence altına alınması gerektiğini söylüyor. Bütünü itibariyle hak savunucuları için holistik bir koruma sunmasa da insan haklarının uygulanması, örgütlenme özgürlüğü, insan haklarına dair savunuculuk hakkı gibi konularda devlete dair sorumlulukları belirtiyor ve hak sahiplerine ilişkin bilgilendirmelerde bulunuyor. Bu nedenle oldukça önemli bir belge olduğunun yeniden altını çiziyorum. Ancak hem teorik hem de pratik anlamda iki sorunlu konuya odaklanacağım. Bunlardan ilki hak savunucularının korunması dair atıflar olacak.

Bildirgenin ilk maddesinden başlayarak neredeyse sonuna kadar her bireyin insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, bunun için örgütlenebilmesi, iş birliği yapabilmesi ve bilgi edinmesi konularında haklarının olduğunu vurguluyor. Bunlara ek olarak, 7.madde herkesin insan haklarına ilişkin yeni fikirler ve ilkeler geliştirme, bunları tartışma ve kabul edilebilirliklerini savunma haklarına sahip olduğunu belirtiyor. 7.maddede tanımlanan savunuculuk hakkı, 9.maddede 3(c); ‘İnsan hakları ve temel özgürlükleri savunurken profesyonel nitelikli hukuki yardım veya ilgili diğer tavsiye ve yardım talebinde bulunma ve yardım sağlama’ ile de hukuki anlamda güvence altına alınıyor. Ancak metin boyunca koruma sadece hukuki anlamda tanımlanıyor. Ne fiziksel ne de ruhsal korumaya dair net bir tanım yok. Bu da aslında bildirgenin kendisinin korumayı sadece hukuki olarak ele aldığını, kapsamlı holistik bir korumadan uzak olduğunu görüyoruz. Esenliğin kendisinin sağlık hakkından başlayarak geniş bir hak perspektifindeki haklarla iç içe olduğunu düşündüğümüzde, evrensel bir belgede sadece hukuki bir korumaya odaklanmak yetersiz kalıyor.

İnsan haklarının liberal ve birey odaklı köklerini düşündüğümüzde aslında bireyi sadece hukuki yollar ve geçerlilik ile ele almanın nereye oturduğunu görebiliyoruz. Ancak 1999 yılından günümüze gelindiğinde insan haklarının genişlediğini ve söylemlerin de daha kapsayıcı hale getirilip tartışıldığını düşünüyorum. Bu nedenle bildirgenin korumaya sadece hukuki olarak yaklaşmasının sadece metinde değil hem metinde hem de algısal açıdan değişmesi gereken ve artık bir anlamı olmayan bir şey olarak görüyorum. İnsan hakları savunucularının korunması ve desteklenmesi sadece hukuki olarak değil, fiziksel, sosyal, ruhsal ve kültürel boyutlarda ele alınması gereken ve bu kapsamlı ele alışın pratikte uygulanması için gerekli müdahaleleri içeren bir yere taşınması gerektiğini düşünüyorum. Bu da aslında beni yazının başında belirttiğim pratiğe dair sorunlara götürüyor.

Aslında en başında belgenin sadece bir bildirge oluşu ve hukuki bir geçerliliğinin olmayışı pratikte birçok soru işaretini doğuruyor. Bu noktada hukuki olarak geçerli bir sözleşmenin neden olmadığını soruyorum. Devletlerin ve devletlerden bağımsız olmayan uluslararası oluşumların hak savunucularını korumada görev almaktan kaçtığını zaten günümüzde neredeyse her gün dünyanın başka bir yerinden aldığımız haberlerde ve ülkemizde görebiliyoruz. Bu noktada yetkililer acaba daha ne kadar sağlam ve pratikte karşılığı olan adımlar atmaktan kaçınacak onu da merak ediyorum. Belki bu konuda belgenin hukuki geçerliliği olmayışının ötesinde ortaklaşılmış bir örnek veya dayanak teşkil ettiğinin ve bunun da dolaylı olarak bize bir savunuculuk alanı açtığının da farkındayım ancak belgenin 23 yıldır değişmemiş olmasını da anlamlandıramıyorum.

Dayanak noktasına gelindiğinde bir başka ulus üstü belgeye gidiyorum. Avrupa Birliği’nin hazırlamış olduğu ‘İnsan Hakları Savunucularının Korunmasına İlişkin Rehber’. Adı üzerinde bir rehber olan ve yine hukuki bir geçerliliği olmayan bu belge koruma kavramını biraz daha açmış ancak açtığı yer yine holistik bir koruma değil, daha çok AB misyonlarının yapabilecekleri üzerinden giden bir alan. Belgenin tamamında ilgili BM bildirgesine dair atıflar bulunuyor ve AB misyonlarının insan hakları savunucularını desteklemesinin yollarına dair yöntemler sunuyor. Ancak bunlarında bir yaptırım ve sorumluluktan ziyade, bunu yapmak isteyene dair öneriler olarak sınırlı kaldığını ve bunun da bize pek yardımcı olmadığını düşünüyorum.

Sonuç olarak halihazırda elimizde olan bu iki uluslararası belgenin önemli olduğunu, yer yer bize dayanak sağlayabileceğini ancak belki de dayandığımız yerlerdeki algının holistik bir korumaya doğru evrilerek bunun üzerine pratikte geçerli ve uygulanabilir mekanizmalara doğru gitmemiz gerektiğini savunuyorum. İnsan haklarını savunmanın kendisini bir hak olarak olarak ifade ederken, hak savunucularını korumakla yükümlü devletin bunu yerine getirmediği durumlarda ne yapılacağına dair somut mekanizmaların olmamasını tutarsız görüyorum. İnsan hakları savunuculuğu bir hak ise, hak savunucularının holistik korumaya erişebilmesi de bir o kadar haktır!

Bir de insan hakları savunucuları olarak uluslararası belgeler dışında bize holistik korumaya sağlayan nasıl imkanlar olabilir sorusunu düşünüyorum. Devletin ve BM, AB gibi kurumların yetersiz kaldığını gördüğümüz şu noktada; Hak savunucularının korunmasına dair biz nasıl mekanizmalar geliştirebiliriz? Bu mekanizmalar nasıl dayanışma ağları örebilir? Bunları düşlerken lubunyalık deneyimi ve kültürü bize nasıl imkan sağlar? Sorularını sorarak yazımı sonlandırıyorum. Daha sonraki yazımlarımda kolektif güvenlik ve hak savunucuları üzerine yeniden yazacağım gibi duruyor.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.

* Bu yazı, Avrupa Birliği'nin mali desteği ile hazırlanmıştır. İçeriğin sorumluluğu tamamıyla KAOS GL’ye aittir ve AB’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.

ama-yok-oyle-bir-mekanizma-1



Etiketler: insan hakları
nefret