26/01/2011 | Yazar: Cenk Erdem

80’lerin Kaliforniya’dan çıkan efsane

80’lerin Kaliforniya’dan çıkan efsane şarkıcısı Belinda Carlisle, 30 yıllık kariyerinde, İstanbul Kültür Başkenti projelerinden biri sayesinde nihayet İstanbul’daki ilk konserini vermişken, işin ironik tarafı sanatçının tek oğlu James Duke Mason şimdilerde annesinden daha şöhretli…
 
Ünlü “Advocate” dergisinin en etkili genç eşcinsellerden biri olarak listesine aldığı James, eşcinsel kimliğini 14 yaşında önce annesine sonra herkese açma cesaretini göstermiş. “You can’t have it all” adındaki ilk Hollywood filmini tamamlayan James, en başından beri cinsel kimliğini saklamayan ilk ve en genç aktör oluyor. Genç yaşına rağmen makaleler yazıyor, röportajlar veriyor ve LGBT aktivistlerinden biri olarak genç yaşında dünyanın her yerinden hayranlar topluyor. Şimdilerde annesi Belinda Carlisle, tıpkı 80’lerin ve günümüzün eşcinsel ikonları Cyndi Lauper ve Madonna gibi isimlere katılarak oğluyla beraber kampanyalara destek veriyor. Sanatçı İstanbul konserinden hemen önce Manchester Pride’da sahne aldı…
 
Türkiye’de kimselere röportaj vermeyen Belinda Carlisle’ın kariyerini, sırlarını, şöhretli bir annenin oğlu olarak James’in ilginç öyküsünü paylaştığım bir röportajla, İstanbul’da anasıyla kuliste tanışıp, oğlu ile röportaj yapmış oluyorum… Şöhretli bir annenin oğlu olmak ve efsane bir şarkıcının hikayesi üzerine, sırlarını Belinda’nın yakışıklı oğlu James’den öğrenirken, genç bir eşcinsel aktivistin heyecanlı hikayesini de kaleme almış oldum…
 
 
80’lerin efsane isimlerinden şarkıcı Belinda Carlisle’ın oğlusunuz, ancak 90’larda dünyaya gelmiş biri olarak annenizin şöhreti hakkında siz neler hissediyorsunuz?
Böyle bir aileye sahip olduğum için minnettarım, annemin kariyerini hep takip ettim ve kendime göre her şekilde ona destek olmaya çalıştım, sanırım onun başarılarından en çok faydalandığım nokta yetiştirilirken bana verdiği inanç biçimi oldu, eğer annem büyük zorluklardan gelmiş biri olarak, hem The Go-Go’s grubun solistliğiyle hem solo kariyeri ile son derecede ünlü bir yıldız olmayı başardıysa, ben de düşlerime ulaşabilirim inancıyla büyüdüm. Kendime ve istediklerime başarabileceğime inanmamı sağladığı için anneme teşekkür borçluyum ama ne kadar teşekkür etsem az olur. 
 
2008 yılında Hillary Clinton’la beraber gönüllü çalışan gençlerden biriydiniz ve bir şekilde daha 16 yaşındayken politikanın içine girmiş oldunuz, babanızın politika kariyerini bir kenara bırakacak olursak, ünlü bir pop yıldızının oğlu olarak nasıl oluyor da bu siyasete bu kadar duyarlı oluyorsunuz?
Politikaya çocukluğumdan beri ilgi duyuyorum, ilk önce babamın Beyaz Saray’da Reagan dönemindeki işlerinden dolayı merak duymuştum ama daha sonra annemin George W. Bush’a olan aşırı muhalefetiyle daha da çok merak duymaya başladım. 2004 yılında Demokrat Parti seçimlerinde Wesley Clark’ı destekliyordum, sonra genel seçimlerde John Kerry’i desteklemiştim. Bir noktadan sonra benim için bir tutkuya dönüştü ve Hillary Clinton için çalıştım; 2008 yazı boyunca Kongre için yapılan çalışmalarda bir şekilde yer almaktan büyük onur duydum.
 
Her ne kadar en son 2007 yılında bir albüm yayınladıysa da, her ne kadar konserlere devam ediyor olsa da, annenizin birçokları için artık nostaljik bir değeri var, yine de sizin arzularınızın annenizin şöhretinden etkilendiğinden bahsedebilir miyiz?
Daha önce söylediğim gibi annemin düşlerini gerçekleştirdiğini görerek büyümek bana büyük bir özgüven verdi ve hayatımda her ne yapmak istiyorsam sayısız fırsatlar olabileceğine inanarak büyüdüm. Hiçbir zaman yapabileceklerim konusunda engeller varmış gibi hissetmedim, birçok insan yapabileceklerinin sınırlı olabileceğini düşünerek ve gerçekçi olup hırslarından vazgeçmek zorundaymış gibi yetiştiriliyor. Ailemden bana geçen böyle bir düşüncem hiç olmadı, vazgeçmek benim kalemim değil, eğer kafamıza koyarsak ve çok çalışırsak her isteğimize ulaşabiliriz diye düşünüyorum.
 
Belinda Carlisle, İstanbul’da ilk kez 6 Kasım tarihinde bir konser gerçekleştirdi, aslında hayranları için biraz geç kaldı sayılır, şimdi siz neredeyse annenizden daha çok ünlenmeye başladınız, yükselen bir film yıldızı olarak projelerinizden bahseder misiniz?
Aynı anda çok şey oluyor ve hızlı gelişiyor. 4 aydır yeniden Los Angeles’tayım ve şimdiden kariyerimi desteklemek ve ilerletebilmek için harika bir ekibim (ajansım, menajerim, yasal temsilcim) var. Nisan ayında ilk filmim “You Can't Have It All”un çekimleri bitti, büyük olasılıkla 2011’de ünlü bağımsız film festivali Sundance Fil festivali’nin filmlerinden de biri olacak, ayrıca bu aralar birçok proje için görüşmelere gidiyorum, sırada birçok potansiyel proje var. Normalde bu endüstride yol almak çok zaman alır, ama benim açımdan işler hızlı gelişiyor, bundan bir dört ay sonra neler olabileceğini hayal bile edemiyorum. Bir şekilde son birkaç aydır, eşcinsel kimliğini açıkça yaşayan aktörler için de engellerin yavaş yavaş ortadan kalktığını göstermiş oluyorum, bu konuda heyecanlı bir değişim yolda.
 
Şimdiden birçok hayranınız var, çünkü hem genç bir aktivistsiniz, hem de aynı anda politika okuyup, bir yandan da Hollywood’ta bir kariyer peşindesiniz, bu anlamda bir rol modeli olmak adına bir sorumluluk hissediyor musunuz?
Her zaman her bireyin inanılmazı başarabilecek bir potansiyel taşıdığına inanıyorum ve bir fark yaratabilmek adına hepimizin konuşması, ses çıkarması ve inandığımız değerler için savaşması gerektiğini düşünüyorum. Ben kendime düşeni yapmaya çalışıyorum, şimdiye kadar gösterdiğim gayretlerle eşcinsel haklarını ileriye taşıyabilecek adımlarda payım olması için uğraştım, bu çabalar hem toplumun hem pop kültürünün LGBT haklarını daha çok kabul eden ve destekleyen bir hale gelmesi için. Eşcinsel kimliğini açıkça yaşayan çok az sayıda rol modeli olduğu bir gerçek ve bu yüzden bir yandan bir aktivist olmaya devam ederken, ayrıca kendi adıma bir aktör olarak başarılı olabilmek için çok çalışıyorum, açıkça bu kimliği yaşıyor olmanın ünlü bir aktör olmayı engelleyeceğine inanmıyorum. İnsanların benim için “En başından beri eşcinselliğini saklamadı ve yine de çok başarılı oldu”, demeleri için, bir 10 yıla daha ihtiyacım var, cinsel kimliğim benim bir sinema yıldızı olma kabiliyetime engel değil.
 
Anneniz Haziran 2010’da, “Lips Unsealed” adında anılarını yazdığı çok cesur bir otobiyografi yayınladı, kendi öz annenizin sırları ortaya çıkınca neler hissettiniz?
Kitabı çok beğendim, annemin dürüstlüğü ve açık yürekliliğinin okuyan birçok kişiye çok faydalı olacağını düşünüyorum. Bahsettiği meseleler herkesin kendinden bir parça bulabileceği meseleler ve bence kendi hikayesiyle her şeyin mümkün olabileceği ve üstesinden gelinemeyecek bir zorluk olmadığı inancını güçlendiriyor. Tüm zorlukların altından kalkmış ve bu yüzden ona çok büyük bir sevgim, saygım ve hayranlığım var. Benim gerçek rol modelim annem, benim kişiliğimin gelişmesinde onun etkileri olduğu için çok şanslıyım ve hala benim en büyük akıl hocam ve desteğim.
 
Los Angeles’ta doğdunuz fakat Fransa’da büyüdünüz, bu durumda doğal bir romantik olduğunuzdan bahsedebilir miyiz?
Fransa’da geçirdiğim zamanlardan dolayı çok mutluyum, bana çok özgün bir bakış açısı verdiğini düşünüyorum. Avrupa’da büyümek farklı bir kültürü deneyimlemek ve başka hayatları gözlemlemek açısından bana uzun vadede çok faydalı oldu diyebilirim. Ama kalbimde Amerikalı olmaktan her zaman gurur duydum ve çocukluğum boyunca Amerika’ya geri dönmek konusunda çok hevesliydim. Nihayet bu yaz kalıcı olarak Amerika’ya geri döndüm.
 
Peki Belinda Carlisle şarkıları dinliyor musunuz? Annenizden dinlemeye bayıldığınız bir şarkı var mı?
Annemin bütün şarkılarını seviyorum ve içtenlikle oğlu olmasaydım da, yine büyük bir hayranı olurdum. The Go-Go's, grubuyla çalıştığı dönem açısından “Vacation”  benim için listenin başını çekiyor. Solo kariyerinden bahsedecek olursak, dürüstçe söylemem gerekir ki “Do You Feel Like I Feel?” en sevdiğim şarkısı. Kariyeri boyunca kaydettiği onlarca harika şarkıdan bir ya da iki tane seçmek çok zor. 30 yıldan fazla bir süredir müzik yapıyor, bunca yılı birkaç şarkıya indirgemek çok zor.
 
Madonna ve anneniz Belinda Carlisle arasında 80’li yıllar boyunca azılı bir rekabet olduğu efsaneleri dolaşıyor, buna siz ne diyeceksiniz? Madonna’yı da sever misiniz?
Bana kalırsa annem Madonna’ya çok saygı duyuyor ve şarkılarını da çok seviyor, ben de aynen annem gibi hissediyorum. Tarafsız olamayacağım tek konu annemin kariyerini kendi tercihlerine göre daha iyi yönettiği , çünkü Madonna yıllar boyunca gündemde kalabilmek için o anda pop kültürü olarak neler güncelse, kariyerinde rotayı o yöne çevirdi. Ama anneme bakarsanız, müziğinin bütünlüğü açısından ve kalitesi açısından ödün vermediğini görürsünüz. Annem kariyerinin en başından itibaren satıp satmamak, havalı ya da trendy görünmek gibi kaygılar taşımamış. Yaptıklarını hep kendine göre %100 sanat için yapmış. Bu açıdan bakıldığında eğer böyle bir rekabet olduysa, sonunda annemin kazandığını söyleyebiliriz.
 
Belinda Carlisle son röportajlarında bağımlılığa karşı kazandığı zaferle daha güçlü hale geldiğini itiraf ediyor, peki size çocukluğunuzda bu mücadelesini hissettirdi mi?
Aslında bağımlılıktan kurtulduğu son yıllara kadar bağımlı olduğunun farkında değildim, 2005 yılında alkol ve madde bağımlılığından kurtulduğunda ben henüz 13 yaşındaydım, o zamana kadar annemde şüphe uyandıran davranışlar diyebileceğim hiçbir davranışını görmedim. 80’li yıllarda madde konusunda sorunları olduğunu biliyordum ama 2000’lerin ortalarına kadar buna devam ettiğine dair hiç fikrim yoktu. Bu yüzden etrafta , bir anne olarak oğlumun daha çok yanında olmalıydım diye konuştuğunda, herhangi bir suçluluk hissetmemesi gerektiğini söylüyorum, çünkü benim hep hatırladığım her zaman bana çok özen gösteren bir anne olduğu, o dönemler için tek bildiğim sevgi dolu olduğu. 
 
Bu genç yaşta Hollywood’ta bir kariyer elde etmek için ailenizi geride bırakacak kadar cesursunuz, ama bu kararınıza ilk başta anneniz nasıl tepki verdi?
Sanırım anneler her zaman çocukları için endişelenirler ve benim durumumda da aynı oldu, ama annemin bana sonsuz bir inancı ve güveni var, beni bağımsız olmam ve isteklerimin peşine düşmem konusunda her zaman cesaretlendirdi. Buna rağmen beni tetikte olmam konusunda uyardı ki Hollywood’taki ilk günlerinde onun düştüğü tuzaklara düşmeyeyim, kararımı tam anlamıyla sevinçle karşıladı ve destek oldu. Onu çok seviyorum ve annem de beni çok seviyor, onun sevgisi bana büyük güç veriyor.
 
Eşcinsel kimliğinizle henüz 14 yaşındayken açılacak kadar cesurdunuz, aileye açılmaya nasıl karar verdiniz?
Eşcinsel olduğumun farkına vardığımda henüz 7 yaşındaydım, bunu kabul etmekte kişisel olarak bir sorun yaşamadım, ama açılmam 14 yaşımı buldu, çünkü başkaları neler düşünür diye korkuyordum ve gelecekte yapmak istediklerimi etkiler mi diye çekiniyordum. Bir süre gizli kalmak bana daha uygun, açılmak söz konusu bile olamaz, diye düşündüm. Bu düşüncelerim 2006 yazında tesadüfen televizyonda izlediğim “The Trip” adlı filmle değişti; bir buçuk saat içinde film bitene kadar, film bakış açımı tamamen değiştirdi ve hayatımı da değiştirmiş oldu. Film iki eşcinsel erkek arasındaki tutkulu bir aşk hikayesini anlatıyordu ve bu aşk neredeyse 10 yıldan fazla süren bir aşk hikayesiydi, filmi izleyince eğer ben de açılarak böyle bir aşk bulabilirsem, başıma geleceklere ve sonuçlara katlanmaya değer diye düşündüm. Bir ay sonra anneme açıldım, daha sonra babama ve sınıf arkadaşlarıma açıldım.
 
Daha şimdiden genç bir eşcinsel olarak deneyimlerinizi anlattığınız birçok makale yazmışsınız ve çok ünlü bir dergi olan Advocate sizi en etkili genç eşcinseller listesine almış, peki bir aktivist olarak sizin için sırada ne var?  
Bugünlerde oyunculuk kariyerimi benim başlıca müdafaam olarak görüyorum; Sidney Poitier ve  Dustin Lance Black’in kariyerlerini gelecekte başarmak istediklerim konusunda birer şablon gibi görüyorum. Sosyal ve politik bir değişim yaratabilmek için mesajlar vermek üzere eğlence sektörünü nasıl olup da bir araç olarak kullanabildiklerine büyük saygı ve hayranlık duyuyorum. Bence oyuncular ve yapımcılar bir bakıma politikacılardan bile daha etkili olabiliyor, çünkü birçok kişi gözlerinde güvenilmez ve hiç dürüst olmayan politikacılardansa, sevdikleri ünlüleri örnek almayı tercih ediyor. Bunun dışında, çok önem verdiğim tüm bu konularda sesimi duyurabilmek ve bu meselelere dikkati çekebilmek için sürekli makaleler yazıyorum, röportajlar yapıyorum, YouTube için videolar kaydedip eklemeye devam ediyorum.
 
Hollywood’taki ilk filminiz “You can’t have it all” yakında vizyona girmek üzere, nasıldı ilk deneyiminiz?
“You Can't Have It All” filminin çekimleri tam bir cümbüştü ve benim için harika bir deneyimdi. Philadelphia’da iki harika hafta boyunca çekimler yaptık ve Wendie Malick ve Jon Lindstrom gibi yetenekli oyuncularla birlikte çalışmak inanılmazdı ve gerçek dışıydı. Ayrıca ekipteki ve kadrodaki birçok kişiyle arkadaşlıklar kurdum, umarım film  Sundance Film Festivalinde Ocak ayında gösterildiğinde yine hepsiyle bir araya gelebilirim. Babamın sinema filmi, “Sex, Lies and Videotape”, Sundance Festivalinde 1989 yılında gösterilen filmlerden biri olmuş, benim filmimin 20 yıldan fazla bir süre sonra aynı festivalde gösterilecek olması enteresan olacak! Her ne olursa olsun, yapılan işten çok memnunum, yönetmenim Jay’e bana bu işin bir parçası olma fırsatını verdiği için teşekkür borçluyum.
 
Hollywood’ta inişlerle çıkışlarla mücadele eden, özellikle ünlü bir ismin kızı ya da oğlu olarak çok sıkıntı yaşayan birçok isim varken, kendi de birçok zorlukla uğraşmış bir ünlü isim olan Belinda Carlisle’ın oğlu olarak tüm bunlardan nasıl sıyrıldınız?
Uzun yıllar mücadele verdiği birçok sıkıntıya rağmen annem benim için hep bir cesaret ve ilham kaynağı oldu. Annem benim uyumlu biri olarak yetişmemin ve istediklerimi başarabileceğime inanmamın arkasında yer alan tek kişi. Çok güçlü biri ve onun kararlılığını ve cesaretini örnek almasaydım, açıkça eşcinsel kimliğini en başından ortaya koyan bir aktör olarak Hollywood’a girmeyi düşünemezdim. Benim için annem, tüm zorlukları yenmeyi başarmış ve zirveye çıkmış bir kahraman.
 
Röportaj: Cenk ERDEM


Etiketler: yaşam, dünyadan
İstihdam