21/01/2011 | Yazar: Emre Korlu

'Gittim' ama bir gün dünya yaptığından utanacak...

'Gittim' ama bir gün dünya yaptığından utanacak...

02 June 1992 
Arad; güzel gülümser o gülümsediğinde Şiraz'ın sarı toprakları dans etmeye başlar. Kendinizi başka topraklara ait hissedersiniz. Onu ilk gördüğümde ben de böyle hissetmiştim. Oturduğum yerden el değmemiş yüzüne bakarken bunları düşündüğümü bilse aylardır herkesten saklamak zorunda olduğumuz, her şeye muktedir olan aşkımızın, hâlâ ilk günki gibi tazeliğini koruduğunu anlayacaktır. Şu an Hâfız'ın şiirlerini okurken yanına gidip alnından öpme ayıbıyla onu şımartmak istiyorum. Önce yüz vermeyecek sonra sevişmek için dudaklarımda o güzel nefesini gezdirecek biliyorum. Sanırım artık yanına gitmeli ve usulca onun sıcaklığını parmak uçlarımda hissetmeliyim..
....
09 June 1992
Dokuz gündür görüşemiyoruz. Bu çok acı... Ayetullah Ali Hamaney'in ölmesi için duacıyım...
... 
09 July 1992 
Bir ay sonra ilk kez buluştuk. Hava o kadar sıcak ki ter ensemizden bedenimize doğru akış halinde.. Yeni resimler yapmış, hepsini tek tek ve büyük bir keyifle bana gösterdi. Eğer bu cehennemden uzaklaşabilir başka bir ülkeye gidebilirsek onun büyük bir ressam olacağına inanıyorum. Şii olmak gibi bir zorunluluğumuz olmasaydı; Bahailiği benimseyebilirdik ama ikimizin de böyle bir şansı yok. Çünkü burada bu inancı benimsemek yasak. Burada hayal kurup bir kurtarıcı beklemek bile sapkınlık olarak nitelendiriliyor. Mehdi; Hamaney'in altında ezildi diye gülüyoruz. Sonra kendimize inşa ettiğimiz dünyamızda birbirimize sarılarak uyuyoruz. Bizi burada kimse bulamaz...
... 
19 July 1992 
Arad; gözlerimin içine bakarak farsça şarkılar söylüyor. Farslı olmamızın yanı sıra atalarımızın bazılarının Arap olduğunu biliyoruz. Bu da birbirimiz kadar etnik yapımızın da benzer taraflarını ortaya çıkarmış oluyor. Birbirimize ailelerimizden bahsetmeyi seviyoruz. Bu hoşumuza gidiyor. Sürekli sohbet halindeyiz. Ben sussam, Arad başlıyor. En büyük sıkıntımız ise İslam Cumhuriyeti'yle yönetiliyor olmak.
... 
19 September 1992 
İki aydır ondan ve nefesinden uzağım. Yaşadığımız yerlerin birbirine çok yakın oluşu görüşmemiz açısından kolaylık sağlamıyor. Buralarda birilerine yakalansak iki erkeğin yakınlık derecesi hemen anlaşılabilir; bu durumdan çekinmek zorundayız.
... 
21 September 1992 
Şimdi kollarının arasında uyumaya çalışıyorum. Bu gece içimde Tanrı'nın unuttuğu bir korku var. Arad; uyurken garip sesler çıkarıyor aynı korku onu da esir almış olmalı...
 
- 'Mustafa çok üşüyorum' diyor.
Onu uyandırmak için saçlarını okşuyorum. Bir an gözlerini açıp etrafa bakıyor.
 
- 'Buraya gelecekler ve bizi bulacaklar' diye mırıldanıyor.
 
Kaçmak için tek şansımız üzerimizi giyinip koşmak. Bunu yapmak için çaba sarfetmiyoruz. Bu sabah babamın yüzünde gördüğüm o telaşlı hali anımsıyorum. Durumu anlamasından şikayetçi olmak için bile geç kalınmış bir uyuşukluk hakim üzerimde. Arad; ona cennetten bahsetmemi istiyor. Yalnızca çocukların girmesine izin verilen, o cennetten..
 
- Melekler yok Arad. Onlar hiç olmadı. Olsalardı yapılan bu zulme, bu vahşete bir son verirlerdi...
... 
22 September 1992 
Güneş tapınağımızın içerisine girmek üzere. İçimdeki huzursuzluk yerini mutluluğa bıraktı. Hâlâ yan yanayız. Bir süre daha görüşmemek en güzeli. Bu karar Arad'ın yüzünde tarifi imkansız acılar bırakıyor ama şimdilik başka bir şansımız yok.
Elimizi birbirine kenetleyip dışarı çıkmaya yeltendiğimiz an; o iki adamla göz göze geliyoruz. Yeşil üniformaları gözlerimizin derinliğinde büyüdükçe büyüyor. Sanırım artık her şey için çok geç. Bize yaşlarımızı soruyorlar.
 
- 'Ben 15, Arad 16' diyorum.
Sesimde titreme yok. O titremenin oluşmaması için kendimi zorluyorum. Onlara boyun eğmek yapacağım en son şey.
Bizi ensemizden tutup askeri araca bindiriyorlar. Arad ağlıyor. Bunu yapmaması gerektiğini söylüyorum. Öleceksek bile birbirimize olan inancımızla ölmeliyiz.
Götürüldüğümüz yerde sorguya çekiliyoruz. Günahkar olduğumuzu ve bu günahı işlediğimiz için cezalandırılacağımızı söylüyorlar. Ailelerimize bakmaktan utanmıyoruz. Arad'ın annesi ondan utandığını söylüyor. Arad; çaresiz, Arad korkuyor.
Sorgu bittikten sonra kırbacın o ıslak sesini sırtımda işitmeye başlıyorum. En çok Arad'ın çıkardığı acı dolu sesler canımı yakıyor. 'Ona vurmayın' diye bağırmaya başlıyorum. 'Onun hiçbir suçu yok. '
 
Arad susuyor. Bağırmıyor. 'O ibne bayıldı' diyen askerin yüzüne tükürmek için direniyorum.
 
Ben tek bir meleğin varlığına inandım. Onun varlığına. Arad'a...
...
Şimdi yan yanayız. Bu dünya'ya son bakışımız. Günlüğü tuttuğum defteri elimden aldılar. Günlerce işkence gördükten sonra bağırarak yazdıklarımı okuyan askerin yüzünü hiç unutmadım. Hiçbir zulüm o askeri unutmama neden olamayacak. Çevremizde büyük bir kalabalık var. Gazeteciler belki de ilk ve son fotoğrafımızı çekmek için yarış halinde bekliyor. Gözlerimizi siyah bir bez parçasıyla kapatıyorlar. 'Arad'ınkini bu kadar sıkmayın' diyorum. Ben böyle dedikçe kulağımı tırmalayan o adamların sesleri iyice yakınlaşıyor. Arad 'bana cenneti anlat' diyor. 'Mustafa bana cenneti anlat hani o yalnızca çocukların içeriye buyur edildiği...' 
 
Biz o gün asıldık. Tek suçumuz aşık olmaktı. Şimdi yaşadığınız yerlerde boğazınızdan geçen lokmalar varsa ve hâlâ özgür olamadığınız kanısıyla yaşıyorsanız. Bizi düşünün; İran'ı, buradaki Azerileri, Gilekleri, Mazandaranlıları, Kürtleri, Arapları, Lurları, Belucileri, Türkmenleri, Kaşkay Türklerini ve tüm diğer etnik grupları... Bizim gibi eşcinsel olan, burada recm ve idam cezasıyla yargılanıp öldürülenleri; Arad'ı ve beni düşünün. 

Etiketler: yaşam, dünyadan
İstihdam