17/08/2012 | Yazar:

Mazzucchelli’nin eseri, çizim dili, öyküleme biçimi, kurgusunun derinliği ve kitabın bir nesne olarak taşıdığı estetik nitelikler bakımından, ‘çizgi roman’ türünün ufkunu genişletiyor.

Mazzucchelli’nin eseri, çizim dili, öyküleme biçimi, kurgusunun derinliği ve kitabın bir nesne olarak taşıdığı estetik nitelikler bakımından, ‘çizgi roman’ türünün ufkunu genişletiyor.
 
Asrımızın Bir Belâkeşi: Asterios Polyp
Bir Mimarlık Profesörünün Ölümü ve Yaşamı
 
Ali’ye ve Tomris’e
 
 
 
Çizeri ve yaratıcısı, soyadında üç duble harf bulundurmakla mağrur David Mazzucchelli’nin hayalhanesinde Asterios Polyp, musibetkeş bir Amerikalı, bedbaht bir mimar; tam ellisinde, belâkeş bir çizgi roman kahramanı. 2009’da Pantheon Books tarafından yayımlanan kitap, özelde bir mimar personanın, genelde erkeklik hallerinin derin, görkemli, zekâ yüklü bir çözümlemesi niteliğinde. Kitabı İstanbul’da evlerinde misafir olduğum arkadaşlarım armağan etti. Neredeyse bir yıl elimi sürmemiştim. Sonra, onları özledikçe kitabı okudum; okudukça bitmemesi için yavaşladım ve her ikisini de hatırımda tutmanın bir yolu olarak, bu yazıyı yazmaya karar verdim. Okurun bu yazıyı Mazzucchelli’nin öyküsünün entelektüel derinliklerini kuşatma iddiası taşımaktan ziyade, Asterios üzerine serbest müstezat bir giriş gibi okumasını tercih ederim.
 
Öyküyü olumsalın büyük güçleri yerine geçen iki ender musibet başlatıyor ve bitiriyor. İlki, oturduğu lüks gökdelene düşen yıldırım, Asterios’un kendini kendinden çekip alır, başka bir hayata savurur. İkincisi, savrulduğu derviş hayatının sonunda ‘vuslata’ erdiğinde, Olympos’un derin bir hicviyesiyle gelir kitabın sonunda: Dev bir göktaşı sûretinde.
 
İroni şurada ki, bir bar sohbeti sırasında, yılların külyutmaz mimarlık tarihi profesörü Asterios, kendinden emin bir biçimde, dünyanın karanlık geleceği meselesiyle balataları sıyırmış bir genç adama, dünyayı yok edecek güçte bir meteorun dünyaya çarpma ihtimalinin milyarda bir olduğunu beyan etmiştir bir süre önce. Aynı düşük olasılık, Asterios’un ebedi mutluluğunu, kavuştuğu uzatmalı aşkı –heykeltraş, hayat dolu, şefkatperest güzellik– Hana’yla beraber kendi hayatını da elinden alacaktır.
 
Kitabın leitmotiv’lerinden biri, ikizlik izleği. Asterios ana rahmini İgnazio ile paylaşır ama dünyaya sadece biri gelebilir. Asterios, kayıp ikizinin vicdan azabını yaşamı boyunca somutlaştırır: Yoksa, şimdi onun kayıp hayatını mı yaşamaktadır? Yaşasa, farkına varmadan tek yumurta ikizleri olarak benzer hayatlar yaşayacaklarını kurar. Bunda o kadar ileri gider ki, evini kameralarla donatarak hayatının her anını kaydeder. Yaşamının ‘ikizini’, yani kaydını tutmakla, bu kayıtların video kasetleriyle duvarlar dolusu bir arşiv kurmakla, İgnazio’nun asla sahip olamadığı yaşamın sûretini yaratmak peşindedir. Gerçekte tek bir saniyesini bile izlemediği bu hayat kaydının varlığı ona güven verir: Tıpkı ilk Çin imparatoru Kin Şihuang’ın mezarına yedi bin seramik asker heykelinden oluşan bir ordunun nezaret etmesindeki gibi.
 
Yıldırımın düştüğü gece Asterios, evini yanına alelacele aldığı üç nesneyle terk eder. Yanan binayı o dışarıdan izlerken (kitabın en dramatik karelerinden biridir bu bakış), biz kendine kurduğu titiz ego tapınağının, o muhteşem arşivin alevlerce yutuluşuna şahit oluruz. Ama İgnazio, ikizi, Asterios’un peşinden gelmeye de, kâbuslarında görünmeye de devam eder. Yangın devam ederken ayrıldığı evinden, kitabın sonlarına doğru temsili bir Hades yolculuğu olduğunu öğrendiğimiz bir metro tüneline girerek uzaklaşır. Orfeus’un yeraltına inişinin bir versiyonudur bu öykü. Cebindeki son parayla, gidebileceği en uzak yere bir otobüs bileti alır.
 
Yangından kaçarken yanına aldığı üç nesne, bir şaka gibidir ama aynı zamanda son derece semboliktir. Bir kol saati, bir zippo çakmak ve bir İsviçre çakısı. Asterios, hikâye ilerlerken, babasından kalan zippo’yu otobüs yolculuğunda yanına oturan berduşa, kol saatini evinde yaşamaya başladığı yeni patronu araba tamircisinin küçük oğluna hediye eder. Masallardaki sihirli nesneler gibi, verildikçe Asterios’un yeni hayatında pencereler açar. Ama İsviçre çakısını kimseye vermez, çünkü onu Hana’yla beraber, okyanus kıyısında bulup sahiplenmişlerdir. Asterios’un çakısına bağlılığı, aslında Hana’ya bağlılığıdır. Kitabın sonunda Hana’ya doğru nihilistçe, ölümcül, mutasavvıf bir yolculuğa çıkmasının sembolik nedeni bu çakı olsa gerek: Kendini güneş panelleriyle donattığı eski bir arabayla yollara vurur, gidebileceği kadar uzağa gider (yine), bir kar fırtınasına yakalanır, güneş yok olunca araba yavaşlar, yavaşlar, durur, Asterios hipotermiden ölmek üzereyken bir ev görünür, ışığa yürür, kapıyı Hana açar.
 
İgnazio’ya dair sık sık kâbus görür: Bir keresinde ölü ikiz, Asterios’un olmak isteyip de olamadığı kişidir: Zengin, star bir mimar olarak kardeşini makamında karşılar. Bir seferinde, Asterios Parthenon’dadır; harabelerin arasında, hasta yatağındaki İgnazio’yla yüz yüze gelir. Bir başka sefer, Asterios yatağında ikizinin yanında, bu kez ona yapışık olarak uyanır. Kendilerini bir sandalın içinde, birazdan onları yutacak dev bir dalgadan umutsuzca kaçarken bulurlar.
 
Asterios, 1975’te MIT’den yayımlanan, İnsan Yüzüyle Modernizm kitabıyla ünlenir. Harvard’daki parlak öğrenciliğinin ardından, profesörlüğünde hiçbiri uygulanmayan projeleriyle ‘kâğıt mimarı’ olarak tanınır. Keskin köşeli düşünceleriyle, dikotomik bir şahsiyettir: Proje öğrencilerini profesörce bozması, derslerde her şeyi iki kutba hapsedişi, cinsiyetçi tavırları, kabarık egosunun tatmin olmazlığı, her konuda kendini haklı görmedeki ısrarı, aşırı kibri, Hana’yla ilişkisinde kırılma yaratır.
 
Hana çocukluğu boyunca hep yalnızlık çekmiş, başarıları hep görmezden gelinmiştir. Her seferinde konuyu kendine bağlayan kendini beğenmiş Asterios’la bu yüzden çatışmalar yaşarlar. Hana çok yetenekli bir sanatçı olmasına rağmen, kendine güvenemez. Sahne ışıklarının bir kez olsun üzerine düşmesini kırgın biçimde beklerken karşısına Asterios çıkmıştır. Ama işte, tam nihayet şansın döndüğünü, fark edildiğini düşündüğü sırada, lafebesi Asterios ışıkları kendi üzerine çevirecektir. Asterios şematik bir rasyonel akla sahiptir. Hana, sezgisel ve esnektir.
 
Hayat Asterios’un karşısına çatışacağı kimlikler çıkarır hep. Bunlardan biri, Hana’nın sanatına hayranlık duyan ve hami rolünü üstlenen, her seferinde bir başka ad kullanarak yapıtlar üreten sahne tasarımcısı Willy Chimera’dır ve Asterios’un karşıtlıklar ‘miti’ne inancıyla fena halde alay eder. Tanışmaları başlı başına ironiktir, Hana’yla Asterios’un yanına gelerek komplimanlarda bulunmaya başlar, Asterios cevap vermeye kalkışınca, “sizinle konuşmuyordum” diyerek ağzına lafı tıkıverir. Chimera (en azından o günkü adı budur), Hana’nın tanınmış bir heykeltraş olmasını sağlar.
 
Willy’nin sahnelediği Orfeus oyununun kahramanı Asterios’tur. Asterios yeraltına iner, orada geçmişindeki insanların hayaletleriyle karşılaşır, sonunda yeraltında bir tiyatroya varır. Burada, Hana’yla aşkının kötü sonunun sergilendiğini görür. Sahneye Willy çıkar, Asterios’la bir tirat yaparlar. Hana sahneye çıkar, Asterios’la aşk yaşarlar, Asterios Hana’yı Willy’nin yardımıyla yeryüzüne götürmeye çabalar ama Hana karanlıklara kapılır ve Asterios kaybetmenin acısıyla baş başa kalır. Bu sahneleme, aynı zamanda kitabın da bir sinopsisi: Yazar, öyküsünün taslağını, başka bir çizgi diliyle, öykünün içine bu şekilde gömmüş.
 
Bir başkası, Kalvin Kohutek isminde deneyselci bir kompozitördür. Bohemle burjuvanın karışımı, “bohe-juva”nın ikonudur. (Ulus Baker’le şaşırtıcı bir benzerliği var...) Simültanizme, eşzamanlılığın ayrımsanmasına, ses dokusuna, ses kurgusunun zamansallığına, kakofoniye ilişkin değinilerini müstehzi bir biçimde dinleyen Asterios, yaşlı adamın yığın halindeki nota kâğıtları kazayla etrafa saçılınca keyiflenerek “şimdi kendine yeni bir beste yapma yolu buldun” deyiverir.
 
Son kişilik, tamircinin karısı, Ursula Major, önceki hayatında şaman olduğuna inanan rüküş bir Diva’dır: Asterios’a kendisine aşık olmaktan çekinmemesini çünkü herkesin ona aşık olduğunu söyler. Ama bu kadın bile, Asterios’un “antroposantrik” cinsiyetçiliğini alt edecek fikirlerle doludur.
 
Kitapta Asterios’un yanan evine bakakalması, trajik bir yoğunlaşmaydı. Araba tamirciliği yaptığı dönemde, tamircinin oğlu için bir ağaç ev yaparlar. Asterios, günbatımında, yorgun argın eserini izlerken bir gerçeği fark eder: Sıradan bir araba tamircisiyle birlikte, çıkma ahşaptan, sade bir plana göre inşa ettikleri ağaç ev, Asterios’un hayatı boyunca inşa ettiği ilk yapıdır. Asterios bilginin kaynağına, pronesis’e ulaşmıştır.
 
Mazzucchelli’nin eseri, çizim dili, öyküleme biçimi, kurgusunun derinliği ve kitabın bir nesne olarak taşıdığı estetik nitelikler bakımından, ‘çizgi roman’ türünün ufkunu genişletiyor. Belli bir biçeme dahil olma kaygısının çok dışında duran, bu nedenle de öyküsünden çok, o öyküyü anlatma biçimi deneysel olan bir “grafik roman”, Asterios Polyp.(XXI) 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam