03/04/2023 | Yazar: Defne Güzel

Makbul olmamayı, anormal olmayı, sağlıksız olmayı, kirli olmayı, ahlaksız olmayı sevmek güzeldir.

Ayrımcılığa karşı bir başkaldırı: “Yaraları sevmek” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Eser: Cui Fei

Tanışma uygulamalarında kullandığım fotoğrafım sebebiyle bazen natrans bir kadın zannediliyorum. Halbuki trans bir kadınım ve trans deneyimimin görünür olmasını seviyorum. Bir gün uygulama üzerinden yazıştığım bir kişiye trans olduğumu belirttiğim zaman söylediği şu cümleyi unutmuyorum:

“Kusura bakma ama cinsel bir deneyim yaşayamayız. Onun yerine yemeğe çıkabiliriz.”

Trans bir kadın olduğumu belirtmeden önce bana duyulan arzu çok rahat ifade edilirken trans kadın olduğumu belirttikten sonra beni cinsellik dışı kılan ne olmuştu? Bunun üzerine biraz düşünmek istiyorum.

Ayrımcılık ideolojilerinin sıklıkla ikilikler yarattığını biliyorum. Normal, makbul, iyi olarak kurgulanan bir tarafla anormal, makbul olmayan, kötü olarak kurgulanan bir taraf vardır. Makbul taraf hayatın olağan akışında birtakım avantajlardan ve haklardan faydalanır. Bu avantajları ve hakları kaybetmemek, paylaşmamak için makbul olmayan tarafa çeşitli şiddet ve ihlal pratikleri uygular. Ayrımcılık temelde aşağı yukarı bir biçimde böyle başlar. Öte yandan makbul tarafta olmak güçlü ve üstün hissetmek anlamı da taşır. Buna göre trans olmayan kişiler makbul yani güçlü ve üstünken trans olan kişiler ise makbul olmayan, güçsüz ve düşüktür ya da benzer bir düşünceyle heteroseksüelliğin makbul olarak kurgulandığı, eşcinselliğin ise makbul olmayan olarak kurgulandığı da söylenebilir.

Benzer bir ikilik sağlık konusunda da geçerlidir. Bildiğimiz anlamıyla bir sağlıklı olanlar vardır bir de sağlıksız olanlar vardır. Kulağa en başta makul gelebilir fakat bu kavramlara yüklediğimiz anlamlar var. Sağlıklı demek güçlü, tam, dengeli, hasarsız demektir. Sağlıksız demek ise güçsüz, eksik, dengesiz ve hasarlı demektir. Kavramlara bu anlamları yüklerken toplumdan, kültürden, aileden, politikadan, bilimden ve daha birçok faktörden etkileniriz. Peki kör olmamız, bir parmağımızın olmaması, kanser olmamız bizleri hasarlı kişiler mi yapar? Artık eksik miyizdir? Toplumun verdiği yanıta bakarsak, evet. Bize bunların gurur duyulmayacak şeyler olduğu öğretilir. Örneğin kanser olan biri kendi durumuna üzülmelidir. Tek parmağı olmayan birine acınmalıdır yani özetle yarası olan kişi utanmalı ve yarasını gizlemeli, yarası olmayan kişi ise ona acımalı ve üzülmelidir. Kulağa ne kadar hiyerarşik geldiğinin farkındayım.

İyi-kötü, sağlıklı-sağlıksız, normal-anormal, makbul-makbul olmayan gibi ikiliklerin içinde bir hiyerarşinin yattığı, ikiliklerin birbirinden uzak tutulmasının istendiği, birtakım sınıfların oluştuğu belli. Peki konu HIV’e geldiğinde nasıl olacak?

AIDS paniği yani HIV edinme “riskinin” yarattığı suni kriz içinde oluşan şiddet ve ayrımcılık pratiği bizlere, konu sağlığımız ya da sağlıklı olma halimiz riske girdiğinde bu sınıfların ne kadar keskinleşebileceğini gösteriyor. Türkiye’nin HIV’le ilk tanıştığı yıllarda HIV’le yaşayanların sinema koltuklarına “AIDS’li şırıngalar” bıraktığı iftiraları atılırken ilk HIV vakalarından biri olan Murtaza Elgin’in mezarına kireç dökülmüştü.

2015 yılından bu yana HIV’le yaşadığımı biliyorum. Yakalanma hissinin ne olduğunu lubunyalığımdan çok iyi bildiğim için HIV’le yaşadığımı gizleyebilecek gücüm olmadı. Tanı aldığımdan bu yana HIV statüm açık. Trans olduğum için aldığım mesajın benzerini HIV’le yaşadığım için başka birinden almıştım:

“Sen çok iyi birisin. Cinsel bir deneyim yaşayamam ama arkadaş olabiliriz.”

Utanılmamın beklendiği iki konu da beni toplumun gözünde cinsellik dışı bırakıyor. “Sağlıklı” olanın “sağlıksız” olanla”, “tam” olanın “eksik” olanla cinsellik yaşaması istenmiyor. Trans olmak ya da HIV’le yaşamak cinsel pratikleri deneyimlemeye engel değil. Konu burada yalnızca cinsellik de değil. Konu AIDS paniğinin ve trans paniğinin ne gibi eşitsizlikler yaratabileceğiyle ilgili. Belli ki birtakım sınıflar ve belirli hiyerarşiler düşünüldüğünde her alanda bir araya gelinmemeli. Belki translarla ve HIV’le yaşayanlarla sevgili olunmamalı, arkadaş olunmamalı, aynı mekanlar kullanılmamalı, aynı haklar translara ve HIV’le yaşayanlara verilmemeli… Oysa sağlıklı olmak, makbul olmak her an sınırları değişebilecek bir kurgudan ibaret.

Değerlendirmeden geçemeyeceğim bir nokta daha var. Bu insanlar benimle yemek yiyebileceklerini, benimle arkadaş olabileceklerini söylüyorlar. O zaman nasıl olacak?

Translar için sıklıkla “yazık”, “aslında özlerinde çok iyiler”, “onlar da insan” gibi cümleler kullanılır. Bu cümleler “medeniyetin” göstergesidir. Bahşedilen lütuftur. Karşılığında teşekkür beklenir. Kişinin de kendisinden utanması, verilene tamah etmesi istenir. Aslında trans olmanın kötü bir şey olduğu algısını devam ettirir bu cümleler. Translara saygı duyulur ama kimse çevresinde bir trans olsun ya da çevresindeki birinin trans olmasını istemez. Benzeri HIV’le yaşayanlar için de geçerlidir. HIV’le yaşayanlar aynı translar gibi gettolarında yaşamalıdır, topluma karışmamalıdır. HIV’le yaşayanlar sözde “AIDS’li şırıngalar” hazırlamasalar aslında iyi insanlardır. Translar da dillerinde jilet taşımasa… HIV’le yaşayanlar da translar da kendilerinden utandıkları kadar makbullerdir. “Medeniyet” paravanıyla sürdürülegelen bu ayrımcılığa çomak sokan bir cümle var:

“İyi ki HIV pozitifim.” ya da “İyi ki lubunyayım.”

“İyi ki” demek bizim yaralarımızı sevmemize işaret ediyor. Kendimizi eşitlememize, kendimizle övünmemize, bizden beklenene karşı çıkmamıza, sisteme çomak sokmamıza işaret ediyor.

Daha önce sosyal medya hesaplarımda 1 Aralık Dünya AIDS Günü’nde “İyi ki HIV’le yaşıyorum.” yazarak içkimi yudumladığım fotoğrafımı paylaşmıştım. Bununla övündüğüm için ise çokça tepki aldım. Halbuki bu benim başarı öyküm. HIV tanısı aldığım zaman hayatım değişti. Elbette olumsuz birçok şey yaşadım ama güçlendim. Daha iyi arkadaşlar edindim. Bilgimi ve becerimi, mücadele pratiklerimi artırdım. Kariyer hedeflerimi güncelledim ve geliştirdim. HIV’le yaşamak benim hayatıma çok özel deneyimler kattı. Acısıyla, tatlısıyla bu deneyimler biricik. Hepsi bana ait, benim yaşamıma ait ve beni acıma duygusundansa herkesle eşitlenme arzusuyla yaşatan, daha iyi bir insan haline getiren deneyimler. Trans bir kadın olmam da böyle. Kimisi için de bir parmağının olmaması, kanser olmak, kör olmak böyledir.

Biliyorum ki trans olmayı sevdiğimi, HIV’le yaşamayı sevdiğimi söylediğim ve böyle hissettiğim her an özgürlük talebimi, gettolara itilmeye baş kaldırmamı, örgütlenmemi ve paylaşmamı, yaralarımdan utanmamamı içeriyor. “İyi ki HIV’le yaşıyorum!” demeyi akranlarımdan öğrendim. HIV’le yaşayanların da lubunyaların da öykülerini anlatacağı zeminlerin yaratılması hayati önem taşıyor.

Yaralarımızı sevmek birbirimizden öğrenmenin, birbirimizde temas etmenin ve eşitlenmenin yollarını açıyor. “Kusurlarımızdan” utanmamızın beklenildiği, çeşitli hiyerarşilerin yaratıldığı, suni paniklerin oluşturulduğu bir düzene başkaldırmak kendi yaralarımızı ve birbirimizin yaralarını sevmekten geçiyor.

Makbul olmamayı, anormal olmayı, sağlıksız olmayı, kirli olmayı, ahlaksız olmayı sevmek güzeldir.

Kaos GL Dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Onur dosya konulu 186. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam
İstihdam