27/01/2022 | Yazar: Yasemin Bahar

Toplumsal cinsiyet eşitliği olmayan toplumlarda bir LGBTİ+ olarak yaşamanın kendisi bir stres kaynağı. Çünkü eğer yaşadığımız yerde güvende olduğumuzdan emin değilsek, elbette sürekli endişeli ve tetikte olacağız.

Ayrımcılık içinde yaşamanın kronik stresi Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Stres, kısa sürede faydalı olsa da, kronikleştiğinde birçok zararı olabiliyor. Kronik stres, düşük seviyede dahi olsa bağışıklık sistemi, kardiyovasküler sistem ve sindirim sistemi gibi birçok alanda sağlık sorunları riskini arttıyor. Uyku sorunları, duygudurum sorunları, anksiyete, iritebilite ve/veya sosyal izolasyon olarak da kendisini dışa vurabiliyor. Anlayacağınız, sizi yoruyor ve daha fazla yorulmaya da fırsat açıyor.

Kronik stresten uzaklaşmanın da tahmin edeceğiniz gibi engebeli bir yolu var. Bunların belki de en başında kronik strese yol açan olumsuz faktörlerin puf diye ortadan kaybolmaması geliyor. Ardından bu stres kaynaklarının hayatımızın diğer alanlarına da girmesi geliyor: vücudumuz buna alıştığı için bir tehlike olmadığında bile tetikte olmak için fark etmeden yüksek enerji sarf etmeye devam ediyor. 

Şimdi gelelim benim bunu niye anlattığıma:

Bence, toplumsal cinsiyet eşitliği olmayan toplumlarda bir LGBTİ+ olarak yaşamanın kendisi bir stres kaynağı. Evet, böyle bir toplumda var olmanın direkt kendisi bence bir stres faktörü. Çünkü eğer yaşadığımız yerde güvende olduğumuzdan emin değilsek, elbette sürekli endişeli ve tetikte olacağız. İki saat önce homofobik bir saldırıya maruz bırakılmadık diye stres yaşamıyor olmak zorunda değiliz. Toplumsal sorunlardan dolayı ve bu toplumlarda var olmanın zorluklarından dolayı da stres hissediyor olabiliriz.

Gündelik hayatta birçok stres kaynağıyla karşılaşıyoruz. Aleni veya üstü örtük kadın ve/veya LGBTİ+ düşmanı söylem ve eylemlere (psikolojik şiddet dahil) maruz bırakılma veya bunları gözlemliyor olma, toplumun  ve umumi alanların bizim ihtiyaçlarımızı düşünen veya bizi dahil eden bir şekilde yaratılmamış olması, kabul görmeme, bize verilen konum ve değerin düşük olması, bize “layık görülen” var olma “imkanları”nın kısıtlı olması, beden algısı mesajları ve diyet endüstrisi… daha kim bilir nicesi…

Bireysel ve aleni olmayan bir stres kaynağını tanımlamak daha zor olabiliyor. Tanımladığımızda da “Aman bizim başımıza bir şey gelmedi ki” diyebiliyoruz. Ama beynimiz “Bu stres senin değil, bunu önemsememe gerek yok” deyip geçmiyor. Başka LGBTİ+’ların maruz bırakıldığı şiddetleri duymak, okumak ve gözlemlemek de hem ruhsal hem fizyolojik olarak aynı stres tepkilerini vermemize sebep oluyor. Sürekli nefret saldırılarının ve hak ihlallerinin olduğu bir yerde yaşıyorsak da, vay halimize. Hem kendimiz özne olduğumuz için stres hissediyoruz, hem de başka stresleri gözlemlemiş oluyoruz. Bir süre sonra empati hissedecek halimiz olmadığı için hissizleşebiliyoruz, ekstrem olmayan hak ihlallerini kafamızda küçümseyebiliyor ve normalleştirebiliyoruz, kendimizi daha fazla mücadele vermek için sorumlu hissedebiliyoruz, ”öğrenilmiş çaresizliğe” kapılabiliyoruz ve bunların benzeri diğer “eşduyum yorgunluğu” izlerini taşıyabiliyoruz.

Bu stresi ve stres kaynaklarını görmenin zorluklarından bir diğeri de, sistemin kendisi ve sistemdeki adaletsizliğin derinliğini anlamanın zorluğu: Biz de yaşadığımız toplumun içindeki normlarla büyüyoruz, bunların alternatiflerini görmeden büyüyoruz. Dolayısıyla hem bu normlar hayatın her alanında çok derine işlemiş oluyor, hem de karşılaştırma yapabileceğimiz bir ideal çizgi olmuyor. Ve bu öyle bir düzen ki, yukarıda saydığımız örnekleri sistemsel bir sorun olarak görmek yerine kendimizi sorunlu, eksik, yanlış ve/veya değerini kanıtlaması gereken kişiler olarak görmemizi isteyen toplumsal seviyedeki psikolojik manipülasyonlar uyguluyor (Evet inanır mısınız toplumsal normlar ve sistemler bile bize gaslighting yapıyor). Ve bu manipülasyonlar sayesinde bizim öğrenilmiş çaresizlik içerisinde, hak talep etmeden, uslu oturup sürekli kendimizi kanıtlamaya çalışacağımızı varsayıyor. Ve/veya öğrenilmiş çaresizlik ile değiştirme alanımız olan alanlarda da mücadele etmeyeceğimizi umuyor.

Bunları karamsar olmak için mi yazdım: HAYIR. Aslında yazmaktaki amacım cisheteronormativitenin de bizim için stres kaynağı olabileceğini, dolayısıyla kronik stres yaşıyor olabileceğimizi düşündüğümü sizlerle paylaşmaktı, çünkü bunun daha iyi hissetmek veya kötü hissettiğimiz için kötü hissetmemek (anladınız siz) için güzel bir adım olabileceğini düşündüm.

Haddim olmadan size bırakmak istediğim iki mesaj var. Birincisi, sadece bizim başımıza gelmeyen ve/veya tam olarak adlandıramadığınız stres kaynakları için de öfke, yas ve endişe hissetmek olağan tepkiler. Bunun için kendimizi suçlamaya veya hislerimizi sorgulamaya gerek yok. İkincisi, stres kaynakları ve stres aynı şeyler değil. Dışarıdaki durum değişmese bile eğer içimizde gergin, tedirgin ve tetikte olma hali olduğunu fark ettiysek artık bunu azaltmaya çalışabiliriz -eğer imkanımız varsa. Bir başka deyişle, kontrol edemeyeceğimiz durumlarda da kendi stresimizi azaltmanın yollarını araştırıp pratikleyebiliriz*. Böylece eğer istek ve imkanımız varsa, sürdürülebilir bir hak savunuculuğu yapmak için de daha hazır olabiliriz.

P.S. Sadece hayatta kalmaya çalışmak da bazen yeterli <3

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir. 


Etiketler: yaşam
İstihdam