16/07/2023 | Yazar: Anjelik Kelavgil

Yasa olmadığı müddetçe ister kamu sektörü ve özel sektörde olsun ister sokakta olsun, herkes kendinde LGBTİ+’lara ayrımcılık yapma gücünü bulabiliyor.

Ayrımcılık ve yoksulluk kıskacında lubunyalar Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Yoksulluk ve nefret perdesini yırtacak olan şeyin varlığımız olduğu bir gerçekken; varlığımızın özgürce yeşerebileceği günler ise yoksulluğun ve nefretin olmadığı yarınlara dair kuracağımız hayallerde gizli.” 

Neredeyse her gününe LGBTİ+’lara dönük yeni bir nefret kampanyası ve hedef göstermelerle uyandığımız 2022 yılı; yoksulluğun hayatlarımızı derinden etkilediği, yoksunlukla sınandığımız bir yıl olarak tarihe geçti. 

Enflasyonla paralel yükselişe geçen nefret politikaları, Türkiye’de yaşayan LGBTİ+’ları çıktıkları dolaplara tekrar sokmaya çalışırken; gündelik hayatın keşmekeşinde var olmaya çalışan LGBTİ+’lar hem yükselen enflasyonun hem de nefretin kıskacında yoksullukla mücadele ederken buluyor kendini. İktidarın bir gün “yok öyle bir şey” dediği, bir süre sonra da “olay” olarak nitelediği varlığımıza dönük yoksullaştırma politikaları ile nefret politikaları her birimizin gündelik hayatında en yakıcı haliyle güncelliğini korumaya devam ediyor. Varoluşumuza dönük ayrımcı politikaların bizlerin yoksullaşmasıyla olan ilişkisini hatırlayacağımız bu yazı, hayallerimizin hangi gerçeklikte yeşerdiğini bizlere göstermeye çalışacak. 

Ayrımcılık ve yoksulluk döngüsüne hapsedilmeye çalışıldığımız şu günlerde tekrar dolaplara girmeyi reddeden bizler, bize dayatılan bu yakıcı gerçeği ancak hayallerimizle ve hayallerimizin dönüştürücü gücüyle yıkabiliriz gibi geliyor. Yoksulluk ve nefret perdesini yırtacak olan şeyin varlığımız olduğu bir gerçekken; varlığımızın özgürce yeşerebileceği günler ise yoksulluğun ve nefretin olmadığı yarınlara dair kuracağımız hayallerde gizli. Yoksulluğun ve nefretin olmadığı yarınları bugünden hayal ederek, o günlere giden yolları inşa edeceğimizden çok eminim.

2022 yılına genel bir bakış

Sadece son 1 yılda “gıda enflasyonu ortalama yüzde 102,6 olarak gerçekleşirken emeklilerde gıda enflasyonu yüzde 130,7 oldu. Üçüncü yüzde 20’lik gelir grubunun gıda enflasyonu yüzde 11,4 olurken, düşük gelirli ikinci yüzde 20’lik grubun gıda enflasyonu yüzde 132,1, en yoksul yüzde 20’lik gelir grubun gıda enflasyonu ise yüzde 151,4 olarak gerçekleşti. 

Dördüncü yüzde 20’lik gelir grubunun gıda enflasyonu yüzde 101,6 olurken, en yüksek gelir grubunun gıda enflasyonu ise yüzde 75,4 oldu. Böylece en yoksul gelir grubu yüzde 151,4 oranında gıda enflasyonu hissederken, en yüksek gelir grubu ise yüzde 75,4 oranında gıda enflasyonu hissetmiş oldu. Bu durum enflasyonun gelir gruplarına göre önemli ölçüde farklı hissedildiğini ortaya koyuyor.”[1] 

LGBTİ+’lara dönük nefretin ve hedef göstermelerin de enflasyon kadar hızlı yükselmesi; Türkiye’de yaşayan LGBTİ+’ların nefretten ve yoksulluktan aldığı payın giderek artmasına neden oluyor. Bir yanda ayrımcılık bir yanda yoksulluk parantezine sıkıştırılmaya çalışan LGBTİ+’ların yoksulluğundan bahsederken, hak ihlalleri ve ayrımcılığın LGBTİ+’ların yoksullaşmasıyla olan ilişkisini ele almak gerekiyor. 

Hak ihlalleri ve ayrımcılığın yoksullukla olan ilişkisi ele alındığında ise yoksulluğun geleneksel tanımının bugünkü yoksullaşma ve yoksunlaşmayı açıklamakta yetersiz kaldığı görülüyor. “Yoksulluğun geleneksel tanımı, elde edilen gelir miktarını merkeze alır. Bu tanıma göre yoksulluk, asgari yaşam düzeyi için gerekli olan mal ve hizmetleri satın alacak gelire sahip olmamaktır. … Ancak yoksulluğun sadece az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerle sınırlı olmaması ve gelişmiş ülkelerde de görülen küresel bir sorun haline gelmesi, meselenin servete ve gelire erişememekten ibaret olmadığını ortaya çıkardı. Buna göre, yoksulluğu tanımlarken asgari geçim standartları yerine onurlu bir yaşam için gerekli temel koşulların dikkate alınması gerekir. Ayrımcılığın ve dışlanmanın olmadığı elverişli bir insan hakları ortamı bu koşulların başında gelir.”[2] 

İnsan hakları ihlallerinin hem nedeni hem de sonucu olan yoksulluğu, LGBTİ+’ların yoksulluğu açısından ele aldığımızda; her gün uğradıkları ayrımcılığın hem LGBTİ+’ları yoksulluğa yaklaştırdığını hem de yoksul olan LGBTİ+’ların bu yoksulluktan kurtulmak için gerekli araçlara erişiminin her geçen gün imkansızlaştığı sonucuna varılıyor. Dünya’da ve Türkiye’de sistematik olarak ayrımcılığa uğrayan LGBTİ+’ların yaşam koşulları daha derinlemesine araştırıldıkça, LGBTİ+’ların ayrımcılık ve yoksulluk döngüsüne sıkıştırıldığı daha net olarak ortaya çıkacaktır. 

“Birleşmiş Milletler (BM) Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi ise 2001 yılında yoksulluğu ‘yeterli bir yaşam standardından ve diğer medeni, kültürel, ekonomik, siyasi ve sosyal haklardan yararlanmak için gereken kaynaklardan, yapabilirliklerden, seçeneklerden, güvenlikten ve güçten sürekli veya kronik olarak yoksunluk ile nitelendirilen bir insanlık hali’ olarak tanımlamıştır.”[3] 

Yoksulluğa insan hakları perspektifinden çok boyutlu yaklaşıyor olmak, ekonomik ve sosyal hakların yanı sıra diğer insan haklarının da ele alınmasını gerekli kılıyor. “BM Yoksulluk ve İnsan Hakları Bağımsız Uzmanı Magdalena Sepúlveda Carmona, 2010 yılında yayımladığı raporda insan hakları ve yoksulluğun birbiriyle en az üç şekilde bağlantılı olduğunu belirtmiştir: a) yoksulluk, insan hakları ihlallerinin hem nedeni hem de sonucu olabilir; b) insan haklarının gerçekleştirilmesine ve yoksulluğun ortadan kaldırılmasına yönelik çabalar karşılıklı olarak birbirini güçlendirir; c) insan hakları normları ve ilkeleri, yoksulluğun azaltılması ve/veya ortadan kaldırılması için çerçeve sunar.”[4] 

LGBTİ+’ların giderek şiddetini arttıran şekilde deneyimlemek zorunda kaldığı güçsüz bırakma, damgalama ve ayrımcılığa bir de maddi yoksunluk eklendiğinde dev bir kısır döngüyle karşı karşıya kalınıyor. Bundan ötürü hem yoksullukla mücadelenin hem de insan hakları mücadelesinin birlikte yürütülmesi gerektiğine ikna olunması ve herkesin buna ikna edilmesi gerekiyor. Biri olmadan diğerinin olamayacağını LGBTİ+’lar kendi hayatlarından biliyor.

Ülkede bunca artan yoksulluğun içinde LGBTİ+’ların nerede durduğuna bakıldığındaysa yoksulluğun LGBTİ+ toplumu için pek yabancı bir kavram olmadığı açık bir şekilde görülüyor. “Son dönemde LGBTİ+ örgütlerinin yürüttüğü anketler bize bu konuda bazı ipuçları veriyor. Örneğin, 2020 tarihli “Pandemi Sürecinde LGBTİ+’ların Sosyal Hizmetlere Erişimi” araştırmasına katılanların yüzde 63.5’u gelir getirici bir işte çalışmadığını, yarısı da hiç gelirinin olmadığını ifade etmişti. Katılımcıların ortalama gelirleri 3780,62 TL olarak hesaplanmıştı. 17 Mayıs Derneği’nin Nisan 2022’de yayımladığı “Yaşlanıyoruz Lubunya” raporu için yürüttüğü araştırmaya katılan 509 kişinin sadece yüzde 18,75’i 10.000 TL ve üzeri aylık gelirinin olduğunu belirtmişti. Ankete katılanların yaklaşık yarısı ayda 4254 TL ile 10.000 TL arası kazandığını söylerken, yaklaşık yüzde 19’u gelirinin olmadığını veya 0-2000 TL arası kazandığını ifade etmişti. Anketi yanıtlayan lubunyaların yüzde 85’inin farklı istihdam türleriyle çalıştığı dikkate alındığında, işgücünde aktif bir şekilde yer almalarına rağmen yeterince kazanamadıkları açıktır. Nitekim aynı anketteki “çalışma ve gelir durumunuz dikkate alındığında, benzer eğitim düzeyine sahip kişilerle eşit oranda refaha sahip olduğunuzu düşünüyor musunuz?” sorusuna yalnızca yüzde 20 oranında olumlu yanıt alınabilmiştir.”[5] 

Freedom House’un özgürlük sıralamasında 195 ülke arasında 145. olan ve son 10 yılda özgürlüklerin en çok gerilediği 2. ülke olan Türkiye, ILGA Europe’un her yıl hazırladığı Gökkuşağı Endeksi’nde ise bu yıl da 49 ülke içerisinde 48.liği koruyor. LGBTİ+’lara dönük nefretin her geçen gün derinleştiği Türkiye’de, LGBTİ+’lara dönük hak ihlalleri yoksulluk çerçevesinde ele alındığında, LGBTİ+’ların yoksullaştırılmasının nefret politikalarından ayrı düşünülemeyeceği sonucuna varılıyor.

Örgütlenme özgürlüğünün çeşitli yasal düzenlemelerle gittikçe daraldığı, yardımlaşmanın izne tabi tutularak kısıtlandığı, fonla çalışmanın suçlulaştırıldığı ve devlet görevlilerinin her an LGBTİ+ örgütlerini hedef haline getirdiği bir atmosferde LGBTİ+’ların uğradıkları hak ihlallerine karşı örgütlenmesinin giderek zorlaştırıldığı görülüyor. Örgütlenmenin önündeki engeller, yoksullukla mücadeleyi de giderek zorlaştırıyor. 

Yaşanan hak ihlallerine karşı yükselen taleplerin kamuoyuyla buluşması ve LGBTİ+’lara dönük ötekileştirme ve ayrımcılık duvarının yıkılabilmesi kamusal alanla LGBTİ+’ların temas edebilmesiyle yani barışçıl toplanma özgürlüğüyle doğrudan ilişkili bir halde.  Ne var ki, Türkiye’de LGBTİ+’ların barışçıl toplanma özgürlüklerini kullanarak kamusal alanlarda seslerini yükseltebilmeleri 2015’ten beri engellenmektedir. “Peki LGBTİ+’ların yoksulluğunu konuşurken barışçıl toplanma özgürlüğünü neden konuşuyoruz? BM Barışçıl Toplanma ve Örgütlenme Özgürlüğü Özel Raportörü’ne göre, örgütlenme özgürlüğü ile birlikte barışçıl toplanma özgürlüğü, bireylerin kendilerini yardım götürülen pasif topluluklar olarak değil de toplumun aktif ve bağımsız üyeleri olarak görmelerine imkân verir. Öte yandan, bu özgürlüğün ihlali “...toplumsal birliği aşındırarak, genel bir korkuya, kayıtsızlık ve değersizlik duygularına ve toplumsal gruplara katılımın azalmasına neden olarak sosyal sermayeyi yok eder.” Ayrıca, protesto ve gösterilerin dağıtılması ve suç olarak gösterilmesi LGBTİ+’ların ve yürüttükleri mücadelenin daha fazla damgalanmasına ve dışlanmalarına yol açar. Tüm bunlar, LGBTİ+’ların uğradığı ayrımcılığın toplum ve hizmet verenler düzeyinde normalleştirilmesine neden olmakla kalmaz, bu ihlal ve ayrımcılığa itiraz edip karar vericiler üzerinde baskı kurmalarını da engeller. Sonuç olarak, kişiler kendi refahları ve yaşam koşullarıyla ilgili konularda aktif bir şekilde yer alamadığı için toplumsal dışlanma devam eder.”[6] 

Örgütlenme ve barışçıl toplanma özgürlüğü düşünülürken katılım hakkını da değinmek gerekiyor. Kamusal katılım ve diyalog, LGBTİ+’ların ihtiyaçlarının saptanmasına ve kendilerini özgürce ifade edebilmelerine olanak sağlar. Uğradıkları hak ihlalleri ve ayrımcılığın günlük yaşamlarına etkilerini ifade edebilmeleri, dolayısıyla yoksulluk riskinin önüne geçilebilmesi için LGBTİ+’ların kamusal tartışmalarda dışarıda bırakılmaması oldukça önemli; ancak giderek devletin resmi politikası halini alan LGBTİ+ karşıtlığı LGBTİ+’ların katılım hakkının önüne çeşitli engeller getirdiği gibi; bu hakkın kullanılabildiği bazı yerel yönetimlerin ise hedef haline getirilmesi ve soruşturma, denetim süreçlerine tabii tutulması, LGBTİ+’ları kamusal katılım olanaklarından giderek uzaklaştırıyor.

LGBTİ+’ların adalete erişiminin giderek zorlaşması, yaşanılan insan hakları ihlallerinin üzerine gitmeyi ve bunlardan şikayetçi olmayı çok daha zor hale getiriyor. Adli yardım dosyalarına atanan avukatların LGBTİ+’lara dönük ön yargıları, dava masraflarının giderek daha da karşılanamaz oluşu, yargının bağımsız niteliğini yitirerek resmi nefret politikalarına paralel kararlar oluşu LGBTİ+’ların adalete olan güvenini giderek yerle bir ederken; adalete erişimin mevcut durumu yoksulluğu sona erdirmede, uğranan hak ihlallerinin ortadan kaldırılmasında etkin olamıyor. 

“Ekonomik eşitsizlik, genellikle ayrımcılığın olduğu, yani insanların haklarını eşitçe kullanamadığı koşullarla yakından bağlantılıdır. İnsan haklarının genelinde olduğu gibi, dışlanma ve ayrımcılık ile ekonomik ve sosyal hakların hayata geçmesi, dolayısıyla yoksulluk arasında da neden sonuç ilişkisi vardır. Sistematik olarak ayrımcılığa uğrayan gruplar - mülteciler, azınlıklar, kadınlar, engelliler, yaşlılar, LGBTİ+’lar, HIV’le yaşayanlar, vd. - düzenli gelire, kaynaklara ve hizmetlere erişimde çeşitli engellerle karşılaşır. Dolayısıyla yoksullaşma riskleri diğer insanlara göre daha yüksektir ki tüm dünyadaki yoksul insanların büyük çoğunluğunu bu gruplar oluşturuyor. Öte yandan, bu gruplar yoksullaştıklarında da yoksulluğa bağlı damgalanma ve ayrımcılık devam eder. Çoğunlukla bu döngü, onları daha yoksul, daha yoksun ve her türlü hak ihlaline karşı daha savunmasız yapacak şekilde devam eder.”[7] 

Ayrımcılığın yoksullaştırdığı, yoksulluğun ayrımcılığa daha açık hale getirdiği LGBTİ+’lar mevcut ekonomik krizde yeterli gıdaya erişmekte giderek daha da zorluk çekerken; astronomik kira artışlarıyla giderek daha da derinleşen barınma krizi de LGBTİ+’ların yoksulluktan daha da sert etkilenmesine neden oluyor. Ayrımcılık ve nefretin gündelik hayata olan etkileri LGBTİ+’ları metropollerin belli mahallerinde yaşamaya zorlarken, insan onuruna yakışır sağlıklı bir konutta yaşamak giderek daha da imkânsız hale geliyor. LGBTİ+’ların LGBTİ+ oldukları için ev bulması giderek zorlaşırken buna bir de yoksulluğu eklediğimizde, LGBTİ+’ları evsiz kalma tehlikesinin beklediği açıkça görülüyor. Bir de cezaevleri, yurtlar ve yaşlı bakımevlerinin ikili cinsiyetçi heteroseksist dizaynı, LGBTİ+’ları buralarda görünmezleşmeye ya da buralardan yararlanamamaya doğru itiyor. 

“LGBTİ+ öğrenciler, okul öncesi ve ilköğretimden başlayarak eğitim ortamlarında çeşitli cinsiyetçi tutum ve davranışlara maruz kalıyor. Okulun fiziki koşullarının ve eğitim müfredatının ikili cinsiyet sistemini temel alması, siber zorbalık da dahil akran zorbalığı ve okulların LGBTİ+’ları zorbalığa karşı koruyucu tedbirlerinin olmaması, eğitimci ve idarecilerin ayrımcı tavırları ve yetersiz bilgileri LGBTİ+ öğrencilerin sıklıkla yaşadığı sorunlar arasındadır. Eğitim ortamında şiddete ve ayrımcılığa maruz kalmak, öğrencilerde güvensizlik duygusuna, aidiyet duygusunun azalmasına, okuldan kaçmaya ve hatta okulu tamamen terk etmeye ve dolayısıyla akademik başarı şansının azalmasına yol açar. Dolayısıyla eğitim kurumlarındaki homofobi ve transfobiden kaynaklanan aşağılanma ve baskılanma, LGBTİ+ öğrencileri ya kendilerini gizleyerek var olmaya zorlar ya da sistemin dışına iter.”[8] İnsanlar eğitimde geri kaldığında ileriki hayatında daha iyi bir meslek edinme, daha iyi bir gelir elde etme şansı da azalıyor. 

Eğitim ve istihdam arasındaki güçlü bağı hatırlarsak, LGBTİ+’ların eğitimden geri kalması, ileriki hayatlarında daha iyi bir meslek edinme, daha iyi bir gelir elde etme şansını azaltıyor. Bunun yanında, LGBTİ+’lar, istihdamın tüm aşamalarında (işe alım, yükselme, eğitim, tazminat ve fesih) ve kazanç dahil çalışmayla elde edilen haklar söz konusu olduğunda ayrımcılığa uğruyor. Ayrıca, LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılığın bir başka boyutu, görünür işlerde değil, geri plandaki ve güvencesiz işlerde çalıştırılmak olabiliyor. 

Söz konusu LGBTİ+’lar olduğunda sağlık hakkının ihlallerle anılıyor olması; sağlık sisteminin LGBTİ+ dışlayıcı yapısıyla ve sağlık sistemine nüfus eden ayrımcı politikalarla doğrudan ilişkili. LGBTİ+’lar sağlık hizmetlerine doğrudan erişemediği gibi, LGBTİ+’ların özel sağlık ihtiyaçlarını gören bir sağlık hizmeti ise ya yok ya da çok pahalı bir şekilde bu hizmete erişilebiliyor. Yoksulluğu giderek daha derin bir şekilde LGBTİ+’lar sağlığı erişemedikçe yoksulluğu daha derinden deneyimliyor. LGBTİ+’ların sağlık hakkına erişememesi onları yoksulluk riskine daha açık hale getiriyor. 

“LGBTİ+’ların yoksul gruplar arasında yer almasının arkasında yatan temel neden, devletlerin destek programlarını tasarlarken, LGBTİ+’ların yaşam pratikleri ve ihtiyaçlarıyla örtüşmeyen geleneksel aile modelini esas almasıdır. Türkiye’de de sosyal yardımlar, temel olarak haneye giren gelir değerlendirilerek sunulur. Türkiye gibi muhafazakâr eğilimlere sahip ve LGBTİ+ karşıtı söylemlerin yoğun olduğu toplumlarda LGBTİ+’lar, açık yaşamayı seçtiklerinde aile baskısıyla karşılaşabiliyor. Bu baskının sonuçlarından biri, aileden, dolayısıyla da aile içindeki dayanışma ve destek ağlarından uzak kalmak olabiliyor. Atanmış aileyle bağların kopması, seçilmiş ailesini de kuramamış LGBTİ+’lar için çeşitli güvencelerden yoksunluk ve yoksullukla yalnız başa çıkmak anlamına geliyor.  Türkiye’de sosyal yardımlar en muhtaç olanı hedeflediği için de kişi, ailesiyle bağlarını koparmış olmasına rağmen, atanmış ailesinin koşulları yardım kriterlerini sağlamıyorsa söz konusu yardımdan mahrum kalabiliyor. Aynı durum yoksulların sağlığa erişiminde önemli bir araç olan Yeşil Kart için de geçerli. Kişinin hane ve aile odaklı yapılan gelir testi sonucunda genel sağlık sigortasını karşılayabileceği düşünülürse Yeşil Kart alması mümkün değil.”[9] 

LGBTİ+’ların uğradığı ayrımcılık ve bu ayrımcılığın yoksullukla ilişkisine dair söylenebilecek sözlerin ancak binde biri bu yazıya sığabilir durumda. Ama şu net bir gerçek: Her gün uğradıkları ayrımcılık, hem LGBTİ+’ları yoksulluğa yaklaştırıyor hem de yoksul olan LGBTİ+’ların bu yoksulluktan kurtulmak için gerekli araçlara erişimini engelliyor. 

Hayatlarımızla oynamaya çalışanların hayallerimiz karşısında un ufak olacağından hiç şüphem yok. Hele bir de varlığımızın tüm çeşitliliğiyle şanladığı bir dünyaya olan özlemimiz karşısında bugünkü nefret odaklarının hiç şansı olduğunu sanmıyorum. Yoksulluğu ve nefreti bize reva görenlerin hayallerimizin geleceğinde yeri olmadığı bugünden belli. Sadece son 40 yıldaki LGBTİ+ mücadelesi bile dün kurduğumuz hayallerin bugünü nasıl şekillendirdiğini gösteren en büyük kanıtken; bugün bu yoksulluk ve nefret bataklığında hayatta kalan bizlerin yarınlara dair kurduğu hayaller, bu bataklığın kuruyacağının en büyük emaresi niteliğinde. Hayallerimize adım adım yaklaşırken ortaya çıkan talepler de yoksulluğun ve nefretin olmadığı yarınların ne kadar yaklaştığını bizlere gösteriyor. 

Ayrımcılığın ve yoksulluğun olmadığı özgür yarınlara yürürken “yapılacakların başında eşitlikçi, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı ayrımcılığı yasaklayan ve LGBTİ+’ları gören bir ayrımcılıkla mücadele yasası geliyor. Çünkü böyle bir yasa olmadığı müddetçe ister kamu sektörü ve özel sektörde olsun ister sokakta olsun, herkes kendinde LGBTİ+’lara ayrımcılık yapma gücünü bulabiliyor. Ayrıca, kendilerini koruyan düzenlemeler olmadığı için LGBTİ+’lar ayrımcılığa uğrayacakları düşüncesiyle destek programlarına başvurmaktan kaçınıyor. Ek olarak, LGBTİ+’ların eşitliğini kabul eden temel bir kanun sağlık, eğitim, istihdam, barınma, sosyal koruma, yoksullukla mücadele gibi politika alanlarında LGBTİ+ haklarının ana akımlaştırılmasının önünü açar. Ancak bu şekilde LGBTİ+’lar, ayrımcılığa uğramayacağını bilerek destek mekanizmalarına başvurabilir.”[10] 

Kaos GL Dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL Dergisinin Tahayyül dosya konulu 188. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.




[1] https://arastirma.disk.org.tr/?p=9511

[2] Ayrımcılıktan Yoksulluğa: Türkiye’de LGBTİ+’lar, s.12, 17 Mayıs Derneği, 2022

[3] Ayrımcılıktan Yoksulluğa: Türkiye’de LGBTİ+’lar, s.12, 17 Mayıs Derneği, 2022

[4] Ayrımcılıktan Yoksulluğa: Türkiye’de LGBTİ+’lar, s.13, 17 Mayıs Derneği, 2022

[5] Ayrımcılıktan Yoksulluğa: Türkiye’de LGBTİ+’lar, s.18, 17 Mayıs Derneği, 2022

[6] Ayrımcılıktan Yoksulluğa: Türkiye’de LGBTİ+’lar, s.23, 17 Mayıs Derneği, 2022

[7] Ayrımcılıktan Yoksulluğa: Türkiye’de LGBTİ+’lar, s.25, 17 Mayıs Derneği, 2022

[8] Ayrımcılıktan Yoksulluğa: Türkiye’de LGBTİ+’lar, s.42, 17 Mayıs Derneği, 2022

[9] Ayrımcılıktan Yoksulluğa: Türkiye’de LGBTİ+’lar, s.61, 17 Mayıs Derneği, 2022

[10]  Ayrımcılıktan Yoksulluğa: Türkiye’de LGBTİ+’lar, s.69, 17 Mayıs Derneği, 2022

 


Etiketler: insan hakları
İstihdam