02/04/2024 | Yazar: Kaos GL

Anneannenin evinde yaşanan küçüklük anıları. İşte yavaş yavaş büyüdük. Ne avludan bir kuş sesi geliyor, ne havuzda balıklar var, ne de çocuklukta yaşadığımız o coşku. Geriye kalan tek şey çocukluğa dair birkaç tane tatlı anı. Bu hikayenin devamı var…

Mülteci LGBTİ+’lar, Sait Faik Abasıyanık’ın öyküsünü devam ettirdi Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Fotoğraf: Yelda Masası/Kaos GL

Kaos GL Mülteci Hakları Programı, 21 Aralık 2023’te Denizli’de Farsça konuşan mülteci LGBTİ+lar ile Hikaye Anlatıcılığı atölyesi düzenledi. Yürütücülüğünü öykücü, yazar Pelin Buzluk’un üstlendiği atölye, İran kültüründe önemli bir gün olan Yelda Gecesi’nde gerçekleştirildi. Gece için biraradalık, kışa veda ve zorlukların aşılmasını simgeleyen Yelda Masası da hazırlandı.

Atölyede, öykücü Sait Faik Abasıyanık’ın “Yılan Uykusu” adlı öyküsünden bir kesit kendileri ile paylaşılan mülteci LGBTİ+’lar öykünün devamını Farsça dilinde yazdı.

Türkçeye tercüme edilmesi zaman alan öyküleri Kaos GL Mülteci Hakları Programı sizlerle paylaşıyor.

Sami

İşte karşı karşıyasın. İşte o da senin gibi; elli ayaklı, kaşlı gözlü, sıhhatli hasta, sarışın esmer, kafası var, saçları var, kirpikleri var, yalan söyleyen ağzı var. Yüzünde küçük küçük kavga, taş, düşme izleri. Yaramaz bir çocukluğun her şeysi, ufak ufak her şeysi. İşte elleri, parmakları, işte ayaklan. Kim bu? İnsanoğlu! Senin gibi tıpkı tıpkısına apaynı.

İşte gözlerinde yaş, işte gülüyor. İşte ekmeği ısırıyor. Bak patates salatasını attı ağzına. İşte çatalında uskumru. İşte şarap bardağı dudağında. İnsanoğlu, tıpkı senin gibi apayrı. Üstelik seviyorsun da onu. Dudağının kıvrımını seviyorsun. Saçının karasını seviyorsun. Kaşının bükülüşünü, alnının genç kırışığını.

İşte! Sami bak!

Avlunun ortasında, küçük havuzun yanı başında. Havuzun ortasında kırmızı, beyaz, küçük ve orta boylu balıklar. Havuzun içinde bir iki karpuz. İşte havuzun yanındaki Sami'ye bak. İşte balığın kuyruğunu tuttu. O çiçekli şortu giymiş, havuz kenarında durmuş suyla oynuyor, bak. İşte havuzun ortasında bak. İşte suyun şapur şupur sesi. Havuzun yanındaki bahçe. Avludaki serçelerin sesi. Bahçenin yanındaki toprakla oynamalar. Bu da Sami'nin elinden kaçmaya çalışan küçücük bir solucan. Hmm! Anneannenin evinde yaşanan küçüklük anıları. İşte yavaş yavaş büyüdük. Ne avludan bir kuş sesi geliyor, ne havuzda balıklar var, ne de çocuklukta yaşadığımız o coşku. Geriye kalan tek şey çocukluğa dair birkaç tane tatlı anı.

Bu hikayenin devamı var…

Shahrzad ve Artan

İşte karşı karşıyasın. İşte o da senin gibi; elli ayaklı, kaşlı gözlü, sıhhatli hasta, sarışın esmer, kafası var, saçları var, kirpikleri var, yalan söyleyen ağzı var. Yüzünde küçük küçük kavga, taş, düşme izleri. Yaramaz bir çocukluğun her şeysi, ufak ufak her şeysi. İşte elleri, parmakları, işte ayaklan. Kim bu? İnsanoğlu! Senin gibi tıpkı tıpkısına apaynı.

İşte gözlerinde yaş, işte gülüyor. İşte ekmeği ısırıyor. Bak patates salatasını attı ağzına. İşte çatalında uskumru. İşte şarap bardağı dudağında. İnsanoğlu, tıpkı senin gibi apayrı. Üstelik seviyorsun da onu. Dudağının kıvrımını seviyorsun. Saçının karasını seviyorsun. Kaşının bükülüşünü, alnının genç kırışığını.

Yıllar sonra eski mahallesine geri dönmüştü. Judi yıllar evvel eğitim amaçlı başka bir ülkeye göç etmişti. Döndükten sonra her şey değişmişti. Ancak o kent ormanında, hala çocukluğunu anımsatan o nostaljik hisleri yaşıyordu. Canı sıkkın olduğunda oraya gidiyordu. O gün de geçmişteki gibi ormana gitti. Orada yürüyüş yaparken küçük bir şey dikkatini çekti. Yakınlaşınca küçük, çamurlu ve pis bir kumaşla karşılaştı. Kumaşı eline alıp baktı. Biraz daha dikkatli bakınca, çer çöp ve kumaşın ortasında küçük bir oyuncak bebeğin olduğunu fark etti. Bebeğin üstünden çalı çırpıyı ve çamuru temizlemeye çalışırken, ansızın bir ses duydu: “yavaş, yavaş”. Judi şaşırdı. Çevresine baktı. Oyuncak bebek elinde titredi.

Bebek: ne yapıyorsun?

Judi: sen de kimsin?

“ben Charli’yim” diye yanıt verdi bebek. “senin gibi birisi...” Judi şaşkın bakışlarıyla “nasıl yani? O zaman burada ne arıyorsun?” diye sordu.

Charli: “burada olalı uzun yıllar geçti. Kayboldum. Hikayemi duymak istiyorsan eğer azcık yanımda kal” diye yanıt verdi.

Judi biraz düşündü, sonrada Charli’nin yanında oturmaya karar verdi. Judi biraz odun toplayıp ufak bir ateş yaktı. Yine Charli’nin üstündeki tozları biraz temizleyip taşlardan ona küçük bir bank yaptı. Çantasından haşlanmış patates, salata gibi yiyecekler çıkardı. Charli’nin önüne koydu ve Charli nemli gözlerle Anlatmaya başladı. “Ben de senin gibiydim. Elim, ayağım vardı, kaşım gözüm vardı...”

Fereshteh

İşte karşı karşıyasın. İşte o da senin gibi; elli ayaklı, kaşlı gözlü, sıhhatli hasta, sarışın esmer, kafası var, saçları var, kirpikleri var, yalan söyleyen ağzı var. Yüzünde küçük küçük kavga, taş, düşme izleri. Yaramaz bir çocukluğun her şeysi, ufak ufak her şeysi. İşte elleri, parmakları, işte ayaklan. Kim bu? İnsanoğlu! Senin gibi tıpkı tıpkısına apaynı.

İşte gözlerinde yaş, işte gülüyor. İşte ekmeği ısırıyor. Bak patates salatasını attı ağzına. İşte çatalında uskumru. İşte şarap bardağı dudağında. İnsanoğlu, tıpkı senin gibi apayrı. Üstelik seviyorsun da onu. Dudağının kıvrımını seviyorsun. Saçının karasını seviyorsun. Kaşının bükülüşünü, alnının genç kırışığını.

Ayın ışıkları karanlık, geniş odanın içine yavaşça kayıyor; odanın soğuk ve gri seramiklerinin üstüne. Avludaki akçaağaç yaprakları arasında dolaşan rüzgarın kısık ve mırıltılı sesi geliyor kulağa. Sanki uyku ve uyanıklık burada birbirine girmiş gibi.

Odanın bir köşesinde şöminenin alevlenmiş ateşinin gölgesi, uykuya dalmış bir gencin vücudu üzerinde kendini gösteriyor. Genç uykuya dalmış. Karşılaşılan bilinmedik bir yol gibi, derin bir uyku. Kulağında bir ses sürekli: "İşte gözleri, yaşla dolu!" diyordu.

Başını çevirdi ve gülüşmeler, renkler ve vanilya kokusu havaya uçuştu. İlk defa gülüşünü gördüğü gibi. Vücudu titreyerek havada uçuşurken, o’nun bütün gülüşlerini ve saçlarının çizdiğini daireleri görüyordu. Ancak aniden tıkırtıyla uykudan sıçrayarak uyandı. Odanın buharlı camı üzerinde yağmur damlalarının sesi. Gözlerini yavaşça açtı. Yarı açık gözlerinin arasından kendisinin karanlık ve sessiz bir odada olduğunu anladı. Artık ne o vardı, ne saçlarının kıvrımı, ne de güneşimsi gülüşü. Şu an oda soğuk ve sessiz gölgelerle doluydu. Ay ışığı vardı. Uyanık olduğu atmosferde bile uykudaki özel varlığı hissedebiliyordu. Ellerini yavaşça ay ışığı altında oynatmaya başladı ve o an uyku ve uyanıklık arasında olduğunu hissetti. Islak gözlerini sıkıca kapattı. Belki bir başka düş daha… Belki…

Raha

İşte karşı karşıyasın. İşte o da senin gibi; elli ayaklı, kaşlı gözlü, sıhhatli hasta, sarışın esmer, kafası var, saçları var, kirpikleri var, yalan söyleyen ağzı var. Yüzünde küçük küçük kavga, taş, düşme izleri. Yaramaz bir çocukluğun her şeysi, ufak ufak her şeysi. İşte elleri, parmakları, işte ayaklan. Kim bu? İnsanoğlu! Senin gibi tıpkı tıpkısına apaynı.

İşte gözlerinde yaş, işte gülüyor. İşte ekmeği ısırıyor. Bak patates salatasını attı ağzına. İşte çatalında uskumru. İşte şarap bardağı dudağında. İnsanoğlu, tıpkı senin gibi apayrı. Üstelik seviyorsun da onu. Dudağının kıvrımını seviyorsun. Saçının karasını seviyorsun. Kaşının bükülüşünü, alnının genç kırışığını.

Bir gün ünlü bir Türk yazarın öyküsünün devamını getirebileceğime hiç inanamazdım. İşte bu benim, Güzel Raha, burnu bantlarla dolu. İşte şu an konuştuğum için burnum biraz acıdı. Öf, hep ameliyat odası ve hastane anıları canlanıyor. İşte içimde bir yazar hissiyatı uyanmış. İşte gerçekten de yazıyorum. İşte bu ben; burnuna ameliyat yaptırmış bir yazar. Ne kadar da güzel,

ne kadar da keyifli. Şu an düşünüyorum da yazar olmak ne kadar da keyifli bir şeymiş. Sanki başka bir dünyaya giriyormuşsun gibi. İşte burası benim dünyam. İstediğim gibi anlatabileceğim bir dünya. İşte bu benim hikayem. Bir Türk yazarı örnek alarak yazdığım hikaye. Umarım benim hikayemi sever. Belki de kendi kendine "Bu ameliyat yaptırmış burunla, bu yazma tarzıyla, bu da kimmiş böyle?" der. İşte! Bu öykü yazmak işi ne kadar da keyifli bir şey oldu. Yılan öyküsünden Raha’nın burnuna vardık. İşte bak, sanki formundan, dik duruşundan, renginden, hatta acısından bile hoşlanıyorum. Evet işte; sanki seviyorum. İşte bak, şimdi kötü kötü düşünmeye başladın! Burnumu kastettim. Benim ona karşı iyi hislerim var.

Umarım hikayenin sahibi de hem beni, hem de hikayemi sever. İşte bak, sanki o da sevmiş, hissediyorum bunu. Aslında sevmezse de elinden bir şey gelmez. Yazık; ona acıyorum. Sadece benim bu zırvalıklarımı dinlemesi gerekiyor. İşte bak sanki bana küfür ediyor. Ama ben Türkçe bilmiyorum, ne kadar küfür ederse etsin anlamam. İşte ne kadar da keyifli. Sadece benim hikayem. Sevdim bu işi. Devam etmek istiyorum. Daha fazla ve daha fazla. Ama işte doktor “başını çok aşağı doğru tutmamalısın” dedi. “Bu burnun için iyi değil” dedi. İşte artık hikayemi bitiriyorum.

Leila

İşte karşı karşıyasın. İşte o da senin gibi; elli ayaklı, kaşlı gözlü, sıhhatli hasta, sarışın esmer, kafası var, saçları var, kirpikleri var, yalan söyleyen ağzı var. Yüzünde küçük küçük kavga, taş, düşme izleri. Yaramaz bir çocukluğun her şeysi, ufak ufak her şeysi. İşte elleri, parmakları, işte ayaklan. Kim bu? İnsanoğlu! Senin gibi tıpkı tıpkısına apaynı.

İşte gözlerinde yaş, işte gülüyor. İşte ekmeği ısırıyor. Bak patates salatasını attı ağzına. İşte çatalında uskumru. İşte şarap bardağı dudağında. İnsanoğlu, tıpkı senin gibi apayrı. Üstelik seviyorsun da onu. Dudağının kıvrımını seviyorsun. Saçının karasını seviyorsun. Kaşının bükülüşünü, alnının genç kırışığını.

İkimiz de yaramaz görünüşlü, oyun oynayan birine bakıyoruz. Koşarken masanın üzerinden yiyecek alıyor ve dikkatsizliğinden her yere çarpıyor. Arkadaşım, bu nedir diye şaşırmış! Ağrısı çok ancak yine mutlu. O’na "bak ne kadar da sana benziyor, hem eli, ayağı var, hem de kaşı, gözü" diyorum. Öylesine böm böm bakıyoruz ona. Aniden yemek masasına çarpıp, vücudunda bir ağrı hissediyor.

"Bak gözleri senin gibi yaşla doluyor ama hala devam ediyor, kahkaha atıp heyecanlanıyor" diyorum. Odanın tam ortasında dönüyor, dans ediyor. Etrafa dikkat etmeden kendi işine bakıyor. İçindeki duygulardan haz alıyor. Ama birkaç dakika sonra gidip bir köşeye oturuyor. Şarap kadehinden doldurup içerken, düşüncelere dalıyor. Kaşları çatılıyor. Hüzünlü bir ifadeyle bir köşeye çömeliyor ve elindeki şarabı yudum yudum içmeye koyuluyor.

Uyku bastırıyor. Koltuğun üzerine uzanıyor. Birkaç dakika sonra uykuya dalıyor. Sabah saatleri uyanıyor. Sıcak duş alıp kendisi için bir kahve yapıyor. Bir kek parçası eşliğinde kahvesini yudumluyor.

Kıyafetlerini değiştirip hazırlanmaya başlıyor. Evden çıkıyor. Her günkü yol üstünde bir gazete büfesine varıyor. Bir gazete alıyor. Parayı ödüyor. Otobüs durağına doğru gidiyor. Otobüse biniyor. Otobüsteyken gazetenin sayfalarını çevirip okumaya koyuluyor. Aniden otobüsün önünde bir kaza oluyor. İki araç çarpışıyor ve otobüs sert bir frenle duruyor. Kafası otobüsün camına çarpıyor. Kaşları çatınca alnındaki kırışıklıklar gün yüzüne çıkıyor. "Bak ne kadar da sana benziyor" diyorum. Bir süre otobüsün hareket etmesini bekliyor.

İşe biraz geç kalıyor. Birisi saatine bakarak bir şeyler mırıldanıyor. Bu o’nu üzüyor. Derin bir nefes alıyor. İşine varıyor. Çalışmaya başlıyor. Telefonu çalıyor. Biraz konuşuyor ve kalbi hızlıca

atmaya başlıyor. Bir gülümseme oturuyor dudağına. Birisiyle konuşuyor telefonda. Morali alt üst oluyor. Ama aslında bu onu mutlu ediyor.

İşten eve giderken yolda biraz alışveriş yapıyor. Mırıldanarak, kendi kendine şarkı söylüyor.

Çok yaşı yok. Görünüşü çekici ve yakışıklı birisi. Dolgun simsiyah saçları yüzüne çekici bir hal vermiş. Ancak o’nun yalnızca hayalini kurmak o’nu üzüyor.

Üstünü değiştiriyor. Kendisi için yemek yapıyor. Bu arada yarın yapacağı işlerle ilgili bir liste yapıyor. O sırada yarın babasına gitmeyi ve onun işlerinin birazını yapmayı da düşünüyor.

Bir müzik açıp dans etmeye başlıyor. Kendini müziğe bırakıp geçen günleri düşünüyor.

Erika

İşte karşı karşıyasın. İşte o da senin gibi; elli ayaklı, kaşlı gözlü, sıhhatli hasta, sarışın esmer, kafası var, saçları var, kirpikleri var, yalan söyleyen ağzı var. Yüzünde küçük küçük kavga, taş, düşme izleri. Yaramaz bir çocukluğun her şeysi, ufak ufak her şeysi. İşte elleri, parmakları, işte ayaklan. Kim bu? İnsanoğlu! Senin gibi tıpkı tıpkısına apaynı.

İşte gözlerinde yaş, işte gülüyor. İşte ekmeği ısırıyor. Bak patates salatasını attı ağzına. İşte çatalında uskumru. İşte şarap bardağı dudağında. İnsanoğlu, tıpkı senin gibi apayrı. Üstelik seviyorsun da onu. Dudağının kıvrımını seviyorsun. Saçının karasını seviyorsun. Kaşının bükülüşünü, alnının genç kırışığını.

İşte bak. Tam senin gibi. Gözündeki hüzün, bakışındaki titreme. Bakışının güzelliğinden aşkı hissedebilirsin. İşte yıllardır beklediğin kişi. Neden donup kaldın? Hep konuşkan olduğunu söylüyorlardı ya, neden şu an dilsizsin? Ayakların niye titriyor? İşte ta kendisi. Hiç şüphe etme. İlerle. Neden ayakların titriyor? Hadi, çabuk ol. Şimdi tren gelirse onu bir daha göremeyeceksin.

İşte! Hep hikayelerde duyduğun ve okuduğun duyguların aynısı işte. Neden bütün kasların taş kesildi? Öf, masadan kalktı.

Sanırım tren gelmek üzere. Kımılda artık. Evet ta kendisi. Bu güzel duyguların sessizliğini tren düdüğünün sesi bozuyor. Keşke zamanı durdurabilseydim.

Hayır! Biniyor işte! Neden hareket edemiyorum? Neden sesim çıkmıyor? Bütün vücudumla bağırıyorum ancak ses tellerim donmuş gibi.

Hayır! Tren kapıları kapandı. Sandalyeye oturdu. Valizini yanına yerleştirdi. Tren hareket düdüğü de çaldı. Kalbim artık çarpmıyor. Nefesim durdu. Boğazım düğümlenmiş. Ağlamaklıyım.

Tren hareket etti. Uzaklaşan trenin darang darang sesi bıçak gibi kalbimi söküyor. Tren gitti ve her yer sessizliğe büründü. Ben kaldım, boş bir istasyon, bir de beni arkasınca sürükleyen hisler.

İşte, bir sene daha da geçti. Yirmi sene geçtikten sonra hala aynı his, aynı parfüm, aynı sahne yine tekrarlandı.

İşte yine sen kaldın ve de yirmi senedir onunla yaşadığın anılar. İşte bu da benim hikayem.

Athena

İşte karşı karşıyasın. İşte o da senin gibi; elli ayaklı, kaşlı gözlü, sıhhatli hasta, sarışın esmer, kafası var, saçları var, kirpikleri var, yalan söyleyen ağzı var. Yüzünde küçük küçük kavga, taş, düşme izleri. Yaramaz bir çocukluğun her şeysi, ufak ufak her şeysi. İşte elleri, parmakları, işte ayaklan. Kim bu? İnsanoğlu! Senin gibi tıpkı tıpkısına apaynı.

İşte gözlerinde yaş, işte gülüyor. İşte ekmeği ısırıyor. Bak patates salatasını attı ağzına. İşte çatalında uskumru. İşte şarap bardağı dudağında. İnsanoğlu, tıpkı senin gibi apayrı. Üstelik seviyorsun da onu. Dudağının kıvrımını seviyorsun. Saçının karasını seviyorsun. Kaşının bükülüşünü, alnının genç kırışığını.

Anne hala her şey eskisi gibi. Hiçbir şey değişmedi. Sadece artık damat yerine gelin sahibi oldun. Artık iki kız oluruz. Zaten sen de kız seviyorsun. İnan bana her şey eskisiyle aynı. O’nun şimdi sizin desteğinize çok ihtiyacı var. Ben hiçbir zaman o’nu bırakmayacağım. O da bunu biliyor. Ama sizin desteğiniz bambaşka bir şey. Rica ediyorum, bizi yalnız bırakmayın lütfen. Eğer sen bize inanırsan, yolumuz çok daha kolaylaşacak. Sonrasında babaya da anlatırız. Eğer siz yanımızda olursanız artık kimse bizi rahatsız edemez. Artık ondan sonra ailemize güvenerek ilerleriz. Hani sen hep onun tanıdığın en şefkatli, en düşünceli, en akıllı kişi olduğunu söylerdin ya, hani hep ne işin varsa ilk ona danışırdın ya, hani hep bizim ilişkimizle gurur duyardın ya; o hala aynı insan. Sadece bu bedende rahat hissetmiyor.

Ben zaten baştan beri bunu biliyorum ama inanın söylemek istemediğimden değil. Sadece söylemeye korktum. Senin dininin bize karşı olduğunu biliyorum. Bizim bu gittiğimiz yolun senin bütün kabul ettiklerine karşı olduğunu biliyorum. Zaten bundan dolayı da hep korktum. Ben ve onun için her şeyi bu kadar saklamak kolay mıydı sanıyorsun? Keşke ne kadar acı çektiğimizi bilsen. Hala çekiyoruz.

Dışarıdan her şey çok güzel görünüyor ama içimizde fırtınalar var. Bizi hiçbir zaman anlamadın ve anlamayacaksın çünkü bizim yerimizde değilsin ve olmayacaksın.

Anneciğim bunların hepsini yüz yüze sana söylemek için bir fırsatım olmasını sonra da senin bütün bunları kabullenmeni dilerdim, ama ne yazık ki…!

Sina

İşte karşı karşıyasın. İşte o da senin gibi; elli ayaklı, kaşlı gözlü, sıhhatli hasta, sarışın esmer, kafası var, saçları var, kirpikleri var, yalan söyleyen ağzı var. Yüzünde küçük küçük kavga, taş, düşme izleri. Yaramaz bir çocukluğun her şeysi, ufak ufak her şeysi. İşte elleri, parmakları, işte ayaklan. Kim bu? İnsanoğlu! Senin gibi tıpkı tıpkısına apaynı.

İşte gözlerinde yaş, işte gülüyor. İşte ekmeği ısırıyor. Bak patates salatasını attı ağzına. İşte çatalında uskumru. İşte şarap bardağı dudağında. İnsanoğlu, tıpkı senin gibi apayrı. Üstelik seviyorsun da onu. Dudağının kıvrımını seviyorsun. Saçının karasını seviyorsun. Kaşının bükülüşünü, alnının genç kırışığını.

İşte sana her şeyin bu kadar basit ve güzel olacağını söylemiştim, gördün mü? Ancak herkeste farklı. Birinin saçı siyah, diğeri beyaz. Birinin saçı uzun, diğeri kısa. Tam da benim diğerlerinden farklı olduğumu hissettiğim gibi. Çünkü LGBT'yim. Ben de bazı konularda diğerlerinden farklıyım. Belki de hayatımın şu anki koşullarından memnun olmayabilir veya istediğim kişi olamayabilirim. Çünkü yaşadığım yer çok sınırlı ve birtakım şeyleri yapamıyorum. Mesela oje sürmek, makyaj yapmak, giymek istediklerimi giyemek,  sevdiğim yerlere gitmek, yapmak istediklerimi yapmak. Ama zaten şimdi bile ben ve binlerce diğer insanın arasında farklılıklar var. Mesela ben gelecekle ilgili çok umutluyum ama belki başka biri umutsuz olabilir veya başka şeyler. Mesela bazıları aileyle yaşıyor, bazıları da benim gibi yapayalnız. Ancak bir ortak noktamız var belki; göç etmek. Bu kadar basit. Hepimiz yaşıyoruz, hepimiz nefes alıyoruz, yemek yiyoruz, yatıyoruz, çalışıyoruz, dans ediyoruz, ağlıyoruz…

O zaman şu kanıya varıyoruz ki (daha doğrusu vardım ki): yapabildiğin kadar diğerlerine iyilik yap, şefkatini kimseden esirgeme. Çünkü bize yardım edebilecek tek kişi kendimiziz.

Nima

İşte karşı karşıyasın. İşte o da senin gibi; elli ayaklı, kaşlı gözlü, sıhhatli hasta, sarışın esmer, kafası var, saçları var, kirpikleri var, yalan söyleyen ağzı var. Yüzünde küçük küçük kavga, taş, düşme izleri. Yaramaz bir çocukluğun her şeysi, ufak ufak her şeysi. İşte elleri, parmakları, işte ayaklan. Kim bu? İnsanoğlu! Senin gibi tıpkı tıpkısına apaynı.

İşte gözlerinde yaş, işte gülüyor. İşte ekmeği ısırıyor. Bak patates salatasını attı ağzına. İşte çatalında uskumru. İşte şarap bardağı dudağında. İnsanoğlu, tıpkı senin gibi apayrı. Üstelik

seviyorsun da onu. Dudağının kıvrımını seviyorsun. Saçının karasını seviyorsun. Kaşının bükülüşünü, alnının genç kırışığını.

Çocuktu. Ağabeyleriyle zaman geçirirdi. Kendisini onlardan biri olarak görürdü. Her yere onlarla beraber giderdi. Ağabeyleri onun için bir rol modeldi; giyinme tarzları, saç modelleri…

Bisiklet sevdalısıydı. Ama alamazdı. Babasının bisikletine binerdi. Ama o da kendisi için çok büyüktü. Hep eli ayağı yara olurdu. Ama vazgeçmezdi. Ulaşamayacağı şeyi dilememesi gerektiği için sanki bu yaralarla kendisine ceza vermek isterdi.

Büyüdükçe, duyguları ve yönelimi kendi cinsinden olan insanlara daha da artıyordu. Ailesi giyinme tarzı ve saçlarının kısa olmasını onaylamıyorlardı. Ama işte o rol yapamıyordu. İyi hissetmiyordu. Ancak bunu kimseyle de paylaşamıyordu. Defalarca cezalandırıldı ama teslim olmadı.

İlk defa aşık oldu. Onu görünce, gözlerini görünce, kıvırcık siyah saçlarını görünce çok tuhaf hissediyordu. Kalbi acayip bir hal alıyordu. Şehirleri birbirinden uzaktı. Özlem onu çok rahatsız ediyordu.

Sevgililer gününde onu görmeye gideceğine karar verdi. 20 saat otobüs yolculuğu yaptı. Yaklaştıkça birlikte geçirecekleri anları daha da güzel canlandırıyordu zihninde.

Vardı. O geldi. Ama çok soğuk. Sanki başka birisiymiş gibi. Kötü hissediyordu. Kafası sorularla doluydu. Sevgililer gününde o’nun kendisine ihanet ettiğini öğrendi. Bütün dünya başına yıkıldı. Sadece "onu seviyor musun?" diye sordu. "O’na aşığım" diye yanıtladı ve o başka hiçbir soru sormadan gitti…

PT

İşte karşı karşıyasın. İşte o da senin gibi; elli ayaklı, kaşlı gözlü, sıhhatli hasta, sarışın esmer, kafası var, saçları var, kirpikleri var, yalan söyleyen ağzı var. Yüzünde küçük küçük kavga, taş, düşme izleri. Yaramaz bir çocukluğun her şeysi, ufak ufak her şeysi. İşte elleri, parmakları, işte ayaklan. Kim bu? İnsanoğlu! Senin gibi tıpkı tıpkısına apaynı.

İşte gözlerinde yaş, işte gülüyor. İşte ekmeği ısırıyor. Bak patates salatasını attı ağzına. İşte çatalında uskumru. İşte şarap bardağı dudağında. İnsanoğlu, tıpkı senin gibi apayrı. Üstelik seviyorsun da onu. Dudağının kıvrımını seviyorsun. Saçının karasını seviyorsun. Kaşının bükülüşünü, alnının genç kırışığını.

Yağmurlu bir gün. Kaos GL, Yelda Gecesi sebebiyle bir program ayarlamış. Dışarıdaki soğuk hava nedeniyle bu program bir otelin sıcak salonunda gerçekleşiyor. Herkes yüzünde bir gülüşle içeri girdi ve yağmurun sesi de bu bir araya gelişe özel bir mırıltı gibiydi. Programda her grup güzel bir hikaye paylaştı. Herkes Yelda Gecesi’nin sıcak ve samimi ortamında yan yana oturdu. Kuru yemiş ve karpuzun lezzeti ile güzel bir tütsü kokusu birbirine karışmıştı. Herkes bu güzel anları birbiriyle paylaşıyordu. Yağmur hala devam ediyordu. Ancak o gün herkes yüreğinde o güne dair sımsıcak bir anı ile evine dönüyordu.

*Kullanılan isimler mahlastır


Etiketler: insan hakları, kültür sanat, yaşam, mülteci
İstihdam