03/06/2009 | Yazar: Kaos GL
AB’ye üyelik sürecinde beş ay önce başmüzakerecilik görevine atanan Devlet Bakanı Egemen Bağış, en büyük amacının Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerini tamamlaması olduğunu belirterek, ‘AB’ye üyelik
AB’ye üyelik sürecinde beş ay önce başmüzakerecilik görevine atanan Devlet Bakanı Egemen Bağış, en büyük amacının Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerini tamamlaması olduğunu belirterek, ‘AB’ye üyelikte havlu atmayacağız’ dedi. Muhalefeti birlikte reform yapmaya’ çağıran Bağış, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkanlara ‘Tarih sizi hor görecek, ayıplayacaktır’ diye çıkıştı.
Bağış, AB’ye üyelik yolunda Türk ve Avrupa kamuoylarını canlandırmak, daha çok reform yapmak ve Türkiye’yi tam üyeliğe taşımak için neler planladıkları, nasıl çalıştıkları ve yeni AB iletişim stratejisinin nasıl şekilleneceğine ilişkin Radikal’in sorularını yanıtladı.
AB’ye üyelik sürecinde kendinizi nerede görüyorsunuz?
Türkiye’nin, Adnan Menderes’in AB’ye üyelik için 1959’da ilk başvuruyu yapmasıyla başlayan bir hedefi, iddiası var. O da tam üyeliktir. Ben kendimi, bu iddianın en yoğun takipçilerinden biri olan Başbakan Erdoğan’ın görevlendirdiği bir kabine üyesi olarak, bu iddianın bir an önce gerçekleşmesi için çalışan biri olarak görüyorum.
Bu süreçteki en büyük iddianız nedir?
Türkiye’deki AB heyecanı; iktidarıyla muhalefetiyle, kadınıyla erkeğiyle, askeriyle siviliyle, genciyle yaşlısıyla, Alevisi’yle Sünnisi’yle, Müslümanı gayrimüslümiyle, işçisiyle memuruyla, Kürdü’yle Türkü’yle, doğulusuyla, batılısıyla herkesin bir ortak heyecanı.
Peki, bu süreçte sizin rolünüz nedir?
Türkiye’de, AB’ye üyelik için ortak bir heyecan var. Bunu biraz daha canlandırmak lazım. Kolay bir süreç değil. Benim çabalarımın bir parçası; 70 milyon Türk’e AB sürecinin ülkemizi zayıflatmayacağını, bölmeyeceğini, ülkemize zarar vermeyeceğini; tam aksine, bizden evvel bu süreçten geçmiş 27 ülke gibi bizim de bu sürecin sonunda daha da güçleneceğimizi, daha demokratik olacağımızı ikna etmek. Ama aynı zamanda 490 milyon Avrupalı’ya da Türkiye’nin onların birliğine zarar vermek değil tam aksine, AB’nin sorunlarını çözmeye geldiğini anlatmak.
Yeni iletişim stratejisi
AB’ye üyelik sürecinde kendinizi nerede görüyorsunuz?
Türkiye’nin, Adnan Menderes’in AB’ye üyelik için 1959’da ilk başvuruyu yapmasıyla başlayan bir hedefi, iddiası var. O da tam üyeliktir. Ben kendimi, bu iddianın en yoğun takipçilerinden biri olan Başbakan Erdoğan’ın görevlendirdiği bir kabine üyesi olarak, bu iddianın bir an önce gerçekleşmesi için çalışan biri olarak görüyorum.
Bu süreçteki en büyük iddianız nedir?
Türkiye’deki AB heyecanı; iktidarıyla muhalefetiyle, kadınıyla erkeğiyle, askeriyle siviliyle, genciyle yaşlısıyla, Alevisi’yle Sünnisi’yle, Müslümanı gayrimüslümiyle, işçisiyle memuruyla, Kürdü’yle Türkü’yle, doğulusuyla, batılısıyla herkesin bir ortak heyecanı.
Peki, bu süreçte sizin rolünüz nedir?
Türkiye’de, AB’ye üyelik için ortak bir heyecan var. Bunu biraz daha canlandırmak lazım. Kolay bir süreç değil. Benim çabalarımın bir parçası; 70 milyon Türk’e AB sürecinin ülkemizi zayıflatmayacağını, bölmeyeceğini, ülkemize zarar vermeyeceğini; tam aksine, bizden evvel bu süreçten geçmiş 27 ülke gibi bizim de bu sürecin sonunda daha da güçleneceğimizi, daha demokratik olacağımızı ikna etmek. Ama aynı zamanda 490 milyon Avrupalı’ya da Türkiye’nin onların birliğine zarar vermek değil tam aksine, AB’nin sorunlarını çözmeye geldiğini anlatmak.
Yeni iletişim stratejisi
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’yla nasıl bir işbirliğiniz var?
Biz yedi yıldır, aynı başbakanın danışmanı olarak zaten birlikte çalışıyorduk. Bu eşgüdümü yeni kurmuyoruz. Aynı ekibin oyuncularıyız. Şapkalarımız değişti sadece. Biz 2002 Kopenhag, 2004 Brüksel zirvesinde, Burgenstock heyetinde, 2005’te saatler dondurulduğunda da beraberdik. Hepsi Türkiye için kritik tarihler. Müzakerelerin her faslının açılmasındaki sancıları da beraber yaşadık, mutlulukları da.
Türk ve Avrupa kamuoyuyla doğru iletişim kuruluyor mu?
Herkes kendi muadiliyle doğru iletişimi kurabilirse AB süreci çok daha hızlanacak. Benim bir iddiam var. Ülkemize gelen her turist Türkiye’nin dostu olarak dönüyor. Her turist İstanbul’u, Hatay’ı, Mardin’i görse, Siirt’e, Rize’ye, Artvin’e, Kırklareli’ne gitse Türkiye’nin üyelik süreci hızla tamamlanır. Çünkü onların Türkiye’yle ilgili imajları, hassasiyetleri, beklentileri çok farklı, Türkiye’yle ilgili gerçekler çok farklı. Baştan aşağıya yeni bir iletişim stratejisine ihtiyacımız var.
Yeni AB iletişim stratejisi nasıl olacak?
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nin (ABGS) başlattığı AB İletişim Grubu çalışmaları üzerine bir çalışma başlattık. Onu, ilgili bakanlarımızla görüştükten sonra bir devlet stratejisi haline getirmemiz ve devletin AB’yle ilgili iletişiminin stratejisini yapmamız gerekecek. Bunda herkesin rolü olacak. Yurtdışında yaşayan 5.5 milyon vatandaşımızın her biri elçimiz. Üniversitelerimizin Avrupa’daki üniversitelerle kuracakları diyalog, ticaret odalarımızın, borsalarımızın yurtiçinde ve dışındaki AB etkinlikleri, sivil toplum örgütlerinin çabaları iletişim stratejimizde yer alacak. Bu strateji iletişim uzmanlarının önerilerini, sinemacıların yeni çalışmalarını, AB’yle ilgili tüm kaynak ve kitapların ortak bir veri bankası olarak toplanmasını, AB kurumlarıyla kamuoylarına dönük ortak mesajlar üzerinde çalışılmasını da içerecek.
Toplumun her kesiminin birbiriyle diyalogu, devletin onlarla diyalogu mümkün mü?
6 Mart’ta Ankara’da 600’ün üzerinde sivil toplum kuruluşu, 1200’ün üzerinde temsilcisiyle bir araya geldi. Rumi Vakfı da, Hz. Muhammedi Sevenler Derneği de, gey ve lezbiyenler derneği de, Diyarbakır Barosu da. Ben de onlarla beraberdim. Herkes huzur içinde AB üyeliğinden beklentilerini, devletten istediklerini sıraladı. Ben de not aldım. Ortak heyecanla kastımız bu. Artık, yeni temiz bir sayfa açıp, geçmişimizle helalleşmemizin vakti geldi. Benim kimsenin ne farklı siyasi görüşünü, ne kültürel yaklaşımını, ne etnik geçmişini, ne kullandığı dili, ne inancını, dinini değiştirme gibi bir iddiam yok, olamaz da. Kimsenin de benim yaşam stilimi değiştirme gibi bir iddiası olmamalı. Hepimiz biribirimizi olduğumuz gibi kabul etmeli ve sevmeye devam etmeliyiz.
Peki, AB’ye üyelik için çalışırken nerede sıkıntı yaşanıyor?
Lafa gelince herkes AB’yi istiyor ama işleme gelince de kimileri o alıştıkları eski bulanık sistemden vazgeçmekte biraz zorlanıyor. Hem içerdeki hem dışardaki direnç odakları ellerinden gelen her türlü çabayı sarf ederek bu süreci yavaşlatmaya çalışıyorlar. Türkiye’nin demokratikleşmesini istemeyen çevreler var. Kendini AB’nin kurucusu olarak gören ülkeler de, Türkiye’nin tam üye olduğu gün, çok daha güçlü olacağını düşündüklerinden bizi istemiyorlar. Bize havlu attırmaya çalışanlar var. Türkiye, kesinlikle havlu atmayacaktır. Tarih, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkanları çok hor görecek, ayıplayacaktır.
Halk bu direnç odaklarından etkileniyor mu?
Arkamızda çok ciddi bir halk desteği var. Halkın yüzde 60’ından fazlası Türkiye’nin AB üyesi olmasını istiyor, yüzde 45’i de üye olacağına inanıyor. Yüzde 15’i de Avrupalı miyop siyasetçilerin verdikleri olumsuz mesajların, içerideki AB karşıtlarının etkisi altında kalıyor.
Türkiye’nin reform süreci nasıl hızlanacak?
Ben, sürecin yavaşladığına inanmıyorum. Eğer bir yavaşlama varsa, o 45 yıl boyunca yaşanan darbeler, yaşanan vizyonsuzluklar, bir müzakere tarihi bile alınamamasına sebep olan yaklaşımlar önce değerlendirilmeli.
2007 ve 2008’de yavaşlama olmadı mı?
2007’de dört seçim yaşandı, 2008’de de her iki seçmenden birisinin oyunu almış iktidar partisine karşı bir kapatma davası süreci yaşandı. Bütün bunlara rağmen 2007 ve 2008’de biz TCK 301 gibi, TRT Kanunu gibi, Vakıflar Kanunu gibi kanunları Meclis’ten geçirdik. 2009’a bakalım. Bu yılın başında bir ulusal program yayınlandı. AB işine odaklanacak yeni bir bakanlık tahsis edildi. Başbakan, Cumhurbaşkanı, ana muhalefet lideri arka arkaya Brüksel’e gidip pozitif mesajlar verdi. Şubatta Meclis’te kadın -erkek fırsat eşitliği komisyonu kuruldu. Yıllardır tartışılan Kyoto Protokolü onaylandı, insanların bir zamanlar Kürdüm’ demeye korktukları bu ülkede devletin televizyonu 24 saat Kürtçe yayına başladı. 10 yıl önce belediye başkanı ders kitaplarındaki bir şiiri okudu diye hapsedilen İstanbul, Avrupa’nın kültür başkenti ilan edildi. 1 Mayıs tatil oldu. Nâzım Hikmet’in vatandaşlığı verildi. Basit bir şey ama Ayasofya’nın içerisindeki 17 yıllık tadilatı bitti.
Muhalefete çağrı: Gelin birlikte çalışalım
Biz yedi yıldır, aynı başbakanın danışmanı olarak zaten birlikte çalışıyorduk. Bu eşgüdümü yeni kurmuyoruz. Aynı ekibin oyuncularıyız. Şapkalarımız değişti sadece. Biz 2002 Kopenhag, 2004 Brüksel zirvesinde, Burgenstock heyetinde, 2005’te saatler dondurulduğunda da beraberdik. Hepsi Türkiye için kritik tarihler. Müzakerelerin her faslının açılmasındaki sancıları da beraber yaşadık, mutlulukları da.
Türk ve Avrupa kamuoyuyla doğru iletişim kuruluyor mu?
Herkes kendi muadiliyle doğru iletişimi kurabilirse AB süreci çok daha hızlanacak. Benim bir iddiam var. Ülkemize gelen her turist Türkiye’nin dostu olarak dönüyor. Her turist İstanbul’u, Hatay’ı, Mardin’i görse, Siirt’e, Rize’ye, Artvin’e, Kırklareli’ne gitse Türkiye’nin üyelik süreci hızla tamamlanır. Çünkü onların Türkiye’yle ilgili imajları, hassasiyetleri, beklentileri çok farklı, Türkiye’yle ilgili gerçekler çok farklı. Baştan aşağıya yeni bir iletişim stratejisine ihtiyacımız var.
Yeni AB iletişim stratejisi nasıl olacak?
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nin (ABGS) başlattığı AB İletişim Grubu çalışmaları üzerine bir çalışma başlattık. Onu, ilgili bakanlarımızla görüştükten sonra bir devlet stratejisi haline getirmemiz ve devletin AB’yle ilgili iletişiminin stratejisini yapmamız gerekecek. Bunda herkesin rolü olacak. Yurtdışında yaşayan 5.5 milyon vatandaşımızın her biri elçimiz. Üniversitelerimizin Avrupa’daki üniversitelerle kuracakları diyalog, ticaret odalarımızın, borsalarımızın yurtiçinde ve dışındaki AB etkinlikleri, sivil toplum örgütlerinin çabaları iletişim stratejimizde yer alacak. Bu strateji iletişim uzmanlarının önerilerini, sinemacıların yeni çalışmalarını, AB’yle ilgili tüm kaynak ve kitapların ortak bir veri bankası olarak toplanmasını, AB kurumlarıyla kamuoylarına dönük ortak mesajlar üzerinde çalışılmasını da içerecek.
Toplumun her kesiminin birbiriyle diyalogu, devletin onlarla diyalogu mümkün mü?
6 Mart’ta Ankara’da 600’ün üzerinde sivil toplum kuruluşu, 1200’ün üzerinde temsilcisiyle bir araya geldi. Rumi Vakfı da, Hz. Muhammedi Sevenler Derneği de, gey ve lezbiyenler derneği de, Diyarbakır Barosu da. Ben de onlarla beraberdim. Herkes huzur içinde AB üyeliğinden beklentilerini, devletten istediklerini sıraladı. Ben de not aldım. Ortak heyecanla kastımız bu. Artık, yeni temiz bir sayfa açıp, geçmişimizle helalleşmemizin vakti geldi. Benim kimsenin ne farklı siyasi görüşünü, ne kültürel yaklaşımını, ne etnik geçmişini, ne kullandığı dili, ne inancını, dinini değiştirme gibi bir iddiam yok, olamaz da. Kimsenin de benim yaşam stilimi değiştirme gibi bir iddiası olmamalı. Hepimiz biribirimizi olduğumuz gibi kabul etmeli ve sevmeye devam etmeliyiz.
Peki, AB’ye üyelik için çalışırken nerede sıkıntı yaşanıyor?
Lafa gelince herkes AB’yi istiyor ama işleme gelince de kimileri o alıştıkları eski bulanık sistemden vazgeçmekte biraz zorlanıyor. Hem içerdeki hem dışardaki direnç odakları ellerinden gelen her türlü çabayı sarf ederek bu süreci yavaşlatmaya çalışıyorlar. Türkiye’nin demokratikleşmesini istemeyen çevreler var. Kendini AB’nin kurucusu olarak gören ülkeler de, Türkiye’nin tam üye olduğu gün, çok daha güçlü olacağını düşündüklerinden bizi istemiyorlar. Bize havlu attırmaya çalışanlar var. Türkiye, kesinlikle havlu atmayacaktır. Tarih, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkanları çok hor görecek, ayıplayacaktır.
Halk bu direnç odaklarından etkileniyor mu?
Arkamızda çok ciddi bir halk desteği var. Halkın yüzde 60’ından fazlası Türkiye’nin AB üyesi olmasını istiyor, yüzde 45’i de üye olacağına inanıyor. Yüzde 15’i de Avrupalı miyop siyasetçilerin verdikleri olumsuz mesajların, içerideki AB karşıtlarının etkisi altında kalıyor.
Türkiye’nin reform süreci nasıl hızlanacak?
Ben, sürecin yavaşladığına inanmıyorum. Eğer bir yavaşlama varsa, o 45 yıl boyunca yaşanan darbeler, yaşanan vizyonsuzluklar, bir müzakere tarihi bile alınamamasına sebep olan yaklaşımlar önce değerlendirilmeli.
2007 ve 2008’de yavaşlama olmadı mı?
2007’de dört seçim yaşandı, 2008’de de her iki seçmenden birisinin oyunu almış iktidar partisine karşı bir kapatma davası süreci yaşandı. Bütün bunlara rağmen 2007 ve 2008’de biz TCK 301 gibi, TRT Kanunu gibi, Vakıflar Kanunu gibi kanunları Meclis’ten geçirdik. 2009’a bakalım. Bu yılın başında bir ulusal program yayınlandı. AB işine odaklanacak yeni bir bakanlık tahsis edildi. Başbakan, Cumhurbaşkanı, ana muhalefet lideri arka arkaya Brüksel’e gidip pozitif mesajlar verdi. Şubatta Meclis’te kadın -erkek fırsat eşitliği komisyonu kuruldu. Yıllardır tartışılan Kyoto Protokolü onaylandı, insanların bir zamanlar Kürdüm’ demeye korktukları bu ülkede devletin televizyonu 24 saat Kürtçe yayına başladı. 10 yıl önce belediye başkanı ders kitaplarındaki bir şiiri okudu diye hapsedilen İstanbul, Avrupa’nın kültür başkenti ilan edildi. 1 Mayıs tatil oldu. Nâzım Hikmet’in vatandaşlığı verildi. Basit bir şey ama Ayasofya’nın içerisindeki 17 yıllık tadilatı bitti.
Muhalefete çağrı: Gelin birlikte çalışalım
Türkiye’nin AB üyeliği yolunda yeni reformlar neler olacak?
Öncelik Anayasa değişikliğinde. Bu Anayasa’yla Türkiye Avrupa ülkesi olamaz. Türkiye’nin tüm bireylerine hak ve özgürlüklerini yaşatacak bir anayasaya kavuşmasının vakti geldi. Ombdusmanlık yasası önemli. Devletle herhangi bir konuda sıkıntı yaşayan bir vatandaşımızın başvurabileceği özerk, bağımsız bir kurum olmalı. Vatandaşlarımıza Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı vermemizin de zamanı. Bir de, gerçekten işleyen yargı bir sistemine kavuşmamız acil önem taşıyor.
2002- 2005 arasında muhalefetle DGM’lerin lağvedilmesi, bizden önce cezasının kaldırılması gibi, farklı dillerde yayın gibi çok önemli reformlar yapmıştık. Bu yeni süreçte de birlikte hareket etmek istiyoruz. O yüzden muhalefete ‘Gelin Türkiye’nin önünü hep beraber açalım. 2023’te dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olalım’ çağrısı yapıyorum.
Uçaklarda yaşıyorum’ Ailesi İstanbul’da yaşayan Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, iş yoğunluğunu anlatırken ‘Uçaklarda yaşıyorum’ dedi. İş yoğunluğu nedeniyle kafayı dağıtmak’ için özellikle uçaklarda roman okuduğunu anlatan Bağış, son okuduğu yazarların da İskender Pala ve Cahit Ülkü olduğunu söyledi.
Spora vakit yok
Egemen Bağış, eşiyle en son Ankara’da kadınlar ve erkekler üzerine bir film izlemiş ama en çok spor yapabilmeyi istiyor.
Önerilere açığım’
Herkesten önerilerini göndermesini isteyen Bağış, ‘Yaptığım iş Türkiye’nin işi. Üzerimde Türkiye’den beklentisi olan milyarlarca insanın sorumluluğunu hissediyorum. Kapım ve e-mail’lerim herkese açık’ diyor.
Etiketler: yaşam, siyaset