22/07/2010 | Yazar: Zozan Özgökçe

Şu sıralar Mihail Bakunin ile bayağı laflaşıyoruz.   Laf lafı açıyor ve bilime geliyoruz.   Bakunin diyor ki; “Bilim yaşamın

Şu sıralar Mihail Bakunin ile bayağı laflaşıyoruz.
 
Laf lafı açıyor ve bilime geliyoruz.
 
Bakunin diyor ki; “Bilim yaşamın pusulasıdır- yaşamın kendisi değildir. Yaşam, tümüyle uçucu kaçıcı ve gelip geçici, ama aynı zamanda, tümüyle, gerçeklikle ve bireysellikle, duyumsanırlıkla, eziyetlerle, zevklerle, özlemler, gereksinimler ve tutkularla ilişkili bir şeydir. Kendiliğinden gerçek şeyleri- ve varlıkları- yalnızca o yaratır. Bilim ise hiçbir şey yaratmaz; onun tek yaptığı, hayatın yarattıklarını belirlemek ve tanımaktır. Ve ne zaman bilimle uğraşan bir adam kendi soyut dünyasından çıkıp gerçek dünyada yaşayan varlıklara karışsa, önerebileceği ya da yarabileceği her şey zavallı, aptalca soyut, kansız, yaşamsız, taş gibi donmuş bir şey olur”  
 
Ben de;
 
“Haklısın Bakunin, Bizim kentimizde bir üniversite var. Bilirsin üniversiteler bilim yuvaları olarak adlandırılır bizim ülkemizde. 30 yıllık geçmişi olan Yüzüncü Yıl Üniversitesi toplumu çok ilgilendiren birçok konuda bize maalesef bir pusula sunmuyor. Kaldı ki biz onlardan bir şey yaratmalarını da beklemiyoruz. 
Ülkemizde neredeyse her gün çatışmalarda sınır boylarında kaç kişi ölüyor,  Ekonomik olarak ilimiz kalkınamıyor. İnsanlarımız travmatik, kadın cinayetleri aldı başını gidiyor. Sokakta çalışan çocuk sayısı her geçen gün artıyor. Dilencilerin sayısı her gün katlanıyor, işsizlik oranları yükseliyor. Sağlıksız gıdalar her yerde v.s.
Biliyorsun bizim ülkemizi, sadece bir gün birkaç gazeteye şöyle bir göz gezdirsen zaten az çok bilgi sahibi olabilirsin. Ama maalesef üniversitelerden tık yok. Ne bir pusula görevi, ne bir ışık görevi ne de iyi bir gelecek kurmamızda umut bağladığımız gençlerimize iyi eğitim verme görevlerini bile yerine getirmiyorlar” diye dert yanıyorum.
 
Bakunin diyor ki;
 
“Zozancım, çok şey bekliyorsun bilimden. Bilim varlıkları en fazla entelektüel ve toplumsal gelişmenin malzemeleri olarak görür. Ayşe’nin Fatma’nın ne yaptığı ona ne olduğu bilimin umurunda değildir. Sizin ülkenizdeki bilim insanları ayrıcalıklı insanlardır. Ayrıcalıklı tüm konumların en başta gelen özelliği; insanın aklını ve yüreğini öldürmesidir. Maalesef yüreği ve beyni ölmüş bir bilim insanından ne beklersin ki?  Onlar kobay farelerini nasıl görüyorsa varlıkları da öyle görür. Sevgili Zozan, sen iyi niyetli bir beklenti ile onların bu toplumu aydınlatmasını beklersin ki çok haklısın. Bilimin tek görevi yaşamı aydınlatmaktır. Ancak ben yıllar önce söylemiştim bilim hiçbir şey yaratmaz, sadece hayatın yarattıklarını belirler, tanır ve tanıtır. Sizin Yüzüncü Yıl Üniversitesi bunu bile yapmıyorsa çok yazık oluyor bu sizin adınıza”
 
Peki, Bakunin, ne önerirsin bize? Onları nasıl harekete geçiririz?
 
Vallahi Zozancığım çok zor bir soru bu diyor Bakunin ve ekliyor.
 
“İnsana saygı insanlığın en üstün yasasıdır. Tarihin büyük ve gerçek amacı, toplumda yaşayan her bireyin insanileştirilmesi ve kurulmasıdır; gerçek özgürlüğüdür, refahıdır, mutluluğudur. Sizin üniversite de göl kıyısında kendi iktidarları ile mutlu mesut yaşıyorlar. Onlara ne, Van yanmış mı? İnsanlar ölmüş mü? Hayat durmuş mu Van da?    Onlar kendi ağ tutmuş yuvalarında kadrolarını alıp emekli olduktan sonra kendi illerine gidip çiçek sulayacaklar. Vazgeç onlardan Zozancım” diyor son olarak.
 
Üzgün üzgün başımı önüme eğiyor başka bir sohbete geçiyoruz. O sohbeti de bir sonraki yazımda sizlere iletirim.
 
Dostça kalın.   
 
Kaynak; M. Bakunin, Tanrı ve Devlet, Çev: Sinan Ergün, Öteki Yayınları, 2007                     
 


Etiketler: yaşam
İstihdam