10/09/2013 | Yazar: Osman Bulugil

Görülmesi gereken Real Madrid ve Barcelona’nın birer şirket olduğu; La Liga’nın tekelini elinde tuttukları ve rekabetle oluşturulan ‘tarih yazımıyla’ beslenerek, endüstriyel futbolun sömürü çarkının birer parçasını oluşturduklarıdır.

Futbolun gündemine düşürdükleri  ’bomba’ haber olan G. Bale’nin 100 milyon Avroya Tottenham’dan, Tanrı’nın emri Perez’in kavliyle İspanya’ya getirilişi; Barcelona’nın Neymar’ına karşılık Real Madrid’in tipik bir transfer hamlesi olarak okunabilir. Fakat görülmesi gereken Real Madrid ve Barcelona’nın birer şirket olduğu; La Liga’nın tekelini elinde tuttukları[1] ve rekabetle oluşturulan “tarih yazımıyla” beslenerek, endüstriyel futbolun sömürü çarkının birer parçasını oluşturduklarıdır. Endüstriyel futbolda söylemler de en az eğlencenin parçası kadar değer görüyor (Barcelona ve Real Madrid teknik adamlarının Bale’nin transfer ücreti konusundaki atışması gibi).
 
Sömürü ilişkilerinin show ponny’lerinin gösterisi olan futbolda, çarka çomakla gidenlere negatif bir söylem üretebileceklerse “bomba haber”oluyor, direnişe atıf yapan kelamları da yok sayılıyor. Bugünün futbolu; sürekli genişleyen, pastasını büyüten (Avrupa Ligi’nin format değiştirmesi vb.), büyütürken de başarı algısıyla süslenen ve her geçen gün daha fazla müşteriye ulaşan bir endüstri olarak karşımıza çıkıyor.
 
Bu görüntüde, “başka futbol”dan küçük esintiler sunan, “başka bir futbol mümkün” dedirtebilen direniş mihenkleri elbette mevcut. Özellikle taraftar örneklerini bolca verebiliriz. Teknik adam olarak ise Türkiye’ye mütevazıca gelip, mütevazıca top oynatan S. Bilic’i rahatlıkla işaret edebiliriz. Kendisinin Antep maçı sonrası açıklamalarına kısaca göz atalım:
 
“Sosyalist biri için takımın oyunu ne kadar toplumsal?” şeklindeki bir soruya Bilic, “Takım olarak oynuyoruz. Zaten buradaki felsefe, güç halkındır. Oyunculara bunu anlatmaya çalışıyorum. Takımda zenginler ve fakirler yok, sınıflar yok. Sınıfları ortadan kaldırarak, gücü halka vermeye çalışıyoruz. O bakımdan sosyalist bir takım yaratıyorum diyebilirim” yanıtını vermişti.
 
Öncelikle bu denemenin oldukça dikkate alınması gerekiyor. Bize vereceği “başka bir futbol (dünya) mümkün” esintisi, direnişin bir parçasını oluşturuyor. Küçük esintilerden fırtınanın nasıl oluşabileceğini çok da iyi biliyoruz. Gezi direnişiyle zamansal kardeşliğini bildiğimiz, ulaşım zammıyla başlayan ve 150 kente yayılan ama daha kısa sureli olan Brezilya direniş sürecinde, Konfederasyon Kupası maçları oynanmaktaydı. FIFA için telaşlı olan dönemde, Pele, iktidarın söylemlerini üretip direnişe son verin derken, direnişçilerin cevabı da “milli takım sokakta/direnişte”ydi.
 
2014 Dünya Kupası statları yapılırken yurdundan edilen insanlar, milyon dolarlarla inşa edilen statlar ve FIFA’nın şirketleri düşünen çekinceleri... Belki akla ilk gelecek olan Brezilya halkının uyku tulumuna gireceği, futbol coşkusu adı altında pazarladıkları gösterinin ritmine kapılacağı yönünde olabilir. Fakat gerçek bambaşka: Brezilya halkı uyku tulumunun kolonlarından birini yıktı bile, sıra diğerlerinde... Brezilya halkı için medya yoluyla üretilen futbol dili artık pek de anlam taşımıyor, Pele’nin değil, Futbolun filozofu Sokrates’in peşinden gidiyorlar.
 
Bu süreçte sahada Sokrates, Lucarelli’lere; kulübede Valeri Lobanovsky, Bill Shankly’lere fazlasıyla ihtiyacımız  var. Bilic’in duruşu, akıl yürütmesi ve pratiğini de bu düzleme taşımak, desteklemek gerekiyor. Hemen her gün spor basını dedikleri bir safsatayla cinsiyetçilik, milliyetçilik içeren bir dili sürekli yeniden üreten medyada, -Tanıl Bora’nın Kârhanede Romantizm kitabında bahsettiği gibi- “endüstriyel futbolda istenen şık laflar”ın edilmesi de tamamıyla cinsiyetçi, milliyetçi bir dil ve tüketimle ilişkili. Çünkü laf kısmı da eğlencenin bir parçası. Bu noktada Bilic’in açıklamalarının alt başlıklara itilmesi çok da doğal. Ya da eğlencenin bir parçası olarak “laf” etmeyen Aykut Kocaman’a karşı alınan tavrı hatırlayalım. Medyanın ürettiği dil yoluyla birçok sıfat ekleyerek dışsallaştırmaya çalıştıkları başka bir futbolun teknik adamlarından birisi S. Bilic.
 
Yazımızı bitirirken Bilic’in açıklamalarına paralel, sözü Bill Shankly’ye bırakalım: “Benim sosyalizmden anladığım, herkesin aynı hedefler için çalışması ve başarıyı bölüşmesidir; futbola da hayata da böyle bakarım.”
 

1 Örnek olarak TV gelirlerinin dağılımına bakalım: Real Madrid ve Barcelona TV gelirlerine baktığımızda sezon başına 140’ar milyon Avro alırken, diğer 18 takım toplamda 350 milyon Avro’yu paylaşıyor. Bunun da 80 milyon avrosu Altetico Madrid ile Valencia alıyor. TV gelirlerinin dağılımı bile bize iki kulübün nasıl tekelleştiğini gösteriyor.

Etiketler: yaşam, spor
nefret