01/06/2010 | Yazar: Selçuk Candansayar

Son zamanların bu en tuhaf alınganlığının, bir de “hakara makara yapmak” gibi daha önce duyulmamış bir deyimi doğurmasının, ardında ne olabilir?

Son zamanların bu en tuhaf alınganlığının, bir de “hakara makara yapmak” gibi daha önce duyulmamış bir deyimi doğurmasının, ardında ne olabilir?

Belki hiçbir anlamı yoktur, belki de çoğu zaman tarihsel sürecin kırılma anlarının ilk bakışta hiçbir bağ kurulamayacak gibi görünen olaylar, sözler olduğunun sonradan anlaşılması gibi çok anlamlıdır.
Galiba anlamlı, dil, bilincin henüz ayırdında olmadığını yakalayan ve bu yolla bilinci, kendisini üreteni, kuran en temel yapıdır, çünkü.

Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nun kullandığı dil aracılığıyla kendisinin iktidarı elde etmesini sağlayan söylemi ele geçirmesine öfkelendiği anlaşılabiliyor. Bu öfke Kılıçdaroğlu’nun kullandığı dilin Erdoğan’ı sıradanlaştırıp, ona siyasi mücadelenin aktörlerinden herhangi biri olduğunu hatırlatmasıyla perçinleniyor. Aktörlerden herhangi biri, yani Erdoğan’a yarın seçimi kaybedip sıradan bir milletvekili, Genel Başkanlığı kaybedip sıradan bir parti üyesi olabilirsin, demeye getiriyor. Küçük adıyla seslenerek yere indiriyor.
Peki hâlâ kimsenin anlamını bulamadığı, olasılıkla ilk kez türetilmiş olan ‘hakara makara yapmak’? Nasıl oldu da Erdoğan’ın dili, alınganlık ve öfkeyle puslanan bilincinde oluşan ‘ruh halini’ daha önce olmayan bir kelimeyle karşılamak zorunda kaldı? Olup biten budur. Yaşantılanan ya da gözlemlenen bir durum, nesne, eylem, duygu dilimizin karşılayamadığı bir hal ise, dil kendi yapısının özelliklerine göre bir kelime üreterek, olanın ne olduğunu önce söyleyenin tanımlayabilmesini sağlar.

Bu durum sağlıklı insanlarda iki halde ortaya çıkabilir. İlkin kelime dağarcığı yeterince zengin olmayan kişiler gündelik hayatlarını 30- 40 kelime ile sürdürebildiklerinden o sözcükler, ne kadar esnetseler de yeni olanı karşılayamadığında ya “şey” diyerek sıyrılırlar ya da yeni bir kelime ürettirir dilleri onlara. Bu üretme halinde kişinin edilgen, dilin tutsağı olduğu unutulmamalıdır.
İkincileyin, toplumun dilinde olmayan, kimi zaman anlam olarak da belirsiz olan sözcükler “jargon” olarak ortaya çıkabilir. Küçük gruplar, konuşmalarını genelin anlamasını istemediklerinde anlamını yalnızca grup üyelerinin bildiği çoğu zaman başkasına tuhaf gelen sözcükler üretebilirler. Ergen ve akran grupları jargon kullanımının en masum örneğidir.
Jargonun bir adım ötesinde ise argonun geldiği söylenebilir. Ancak argo, iktidar olandan korunmaya yarayan yapısıyla kimi zaman devrimci kimi zaman ise grubun iç iktidarını üreten ve hiyerarşi kuran bir özellik gösterebilir.

Ortamda sivil polisin olduğunu, polisin anlayamayacağı bir sözcük ya da deyimi, sanki ilişkisiz bir durumdan söz ediyormuş gibi kullanarak grup üyelerine haber vermek, argonun grubu koruyucu özelliğine bir örnektir.
Aynı argo, genelden dışlanmış olduğunu düşünen, hisseden grup ya da kişinin kendi iktidarını üretmek, kendi hiyerarşisini korumak amacıyla da kullanılabilir.
Ama argo her durumda genel dilbilgisi ve sözcük dağarcığının kısıtlılığıyla dolaysızca bağlıdır. Hem jargon hem de argo sanatsal yaratıcılık amacıyla türetilmemişse sözcük dağarcığının sınırlı olmasından kaynaklanıyor demektir.

Bu nedenle olmayan sözcük üretimi ya da jargon, argo kullanımı çoğunlukla görece eğitimsiz, kitap okumayan, soyut düşünme becerisi kısıtlı kişi ve gruplarda yaygın olarak görülür.
“Recep Bey” e gösterilen alınganlık ve tepki olarak ortaya çıkan “hakara makara yapmak” deyiminin kaynağında, yukarıdaki çözümlemenin yetersiz kalacağı, biraz daha karmaşık bir geçmiş olduğunu söylemek gerekir.

Bu kaynağın Yılmaz Güney ile İbrahim Tatlıses üzerinden anlaşılması mümkündür. Kim kime denk geliyor, aradaki bağlantı ne olabilir, haftaya devam edelim.
Etiketler: yaşam, siyaset
nefret