26/07/2010 | Yazar: Zozan Özgökçe
VAKAD'ndan Zozan Özgökçe, Başbakan'ın Dolmabahçe toplandısından izlenimlerini yazdı: "Kürtçe eğitim, Kürt tarihinin benimsenmesi ve buna yöneli
VAKAD'ndan Zozan Özgökçe, Başbakan'ın Dolmabahçe toplandısından izlenimlerini yazdı: "Kürtçe eğitim, Kürt tarihinin benimsenmesi ve buna yönelik akademik atılımlar, silahsız çözüm, kamusal alanda Kürtçe’nin kullanması ve çatışma dilinin değişmesi konularında bu hükümetten bir açılım bize yakın değil."Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kadın örgütleri ile toplantı yapacağını basından duydum. Milletvekili Fatma Şahin bizi telefonla arayarak bu toplantıya davet etti ve toplantıya katılmaya karar verdik. Van'daki kadın örgütlerine neleri talep etmemi istediklerini sordum ve 18 Temmuz sabahı Dolmabahçe Sarayı'ndaki toplantı salonuna gittim. Toplantı salonu çok özenilerek hazırlanmıştı. Başbakan içeri geldiğinde herkesle tek tek tokalaştı ve kürsüye geçti, basına açık olarak yaptığı konuşmaya basın yer verdi zaten.
Ben aldığım notlara göre toplantıda yaptığım konuşmayı ve Başbakan'ın benim söylediklerime istinaden toplantının sonunda yaptığı konuşmayı yazmak istedim, çünkü basın ile görüşmelerimde odak noktası yapmak istediğim konuşma ve öneriler basında yer almadı.
Benim konuşmam:
Öncelikle Kürt sorununun konuşulmasına sebep olacak ve bunun önünü açacak her adımı cesur bir hareket olarak değerlendiriyorum. Hatta Kürt Açılımı konuşulmaya başlandığında biz dernek olarak bunu destekleyen bir açıklama yaptık. Ancak geri adım atmamak gerekirdi. Biz şimdiye kadar yapılanlardan neler yapılmayacağını anladık. Yoksa bu açılım meselesi bizlerin hayatına maalesef yansımadı. Bu süreçte şunları anladık:
*Herkesi kapsayan bir anayasa yok,
*Kürtçe okul yok,
*Seçim barajı düşmeyecek,
*Yurtdışındaki Kürtler için bir şey yok,
*Dağdan gelenler ve gelmek isteyenler için veya dağdan gelmeler için bir şey yok,
*Koruculuk sistemi gündemimizde yok,
*Sorunu algılayış biçimimizde bir değişiklik yok. Hala "terör", "terörist" deniliyor. Hala "harekât", "operasyon", "özerk ordu" deniyor,
*Yargı reformu da yok.
Öncelikle şunları sormak istiyorum,
*Demokratik açılım sürecinin kabul sınırları nelerdir?
*Hükümeti buna iten sebepler nelerdir?
*Nerede hata yapıldığının farkına varılmış hali midir?
*Kürtler tarihsel, kültürel varoluşları ile benimseniyor mu? *
*Daha önce yapılanların hangisi yapılmayacak?
*Hangi tutum ve uygulamalar değişecek?
Bana göre şu anda "Kürtler vardır" noktasındayız. Daha ileri gitmek için önerilerimiz var. Van'daki kadın örgütlerinin de görüşünü aldım.
Önerilerimiz şöyle:
*Artık şunu anlamamız lazım. Hiçbir sorun şiddet ile çözülmez. Şu dönemde en sıcak gündemimiz; gerilla bedenlerine yapılanlar ve cenazelerin verilmeyişidir. Bu durum oradaki herkesi çok etkiliyor. AKP il örgütleri bunun yarattığı travmaları hükümete iletmiyor mu? İletiyorsa neden hala aynı uygulama yapılıyor?
*Rahat konuşma ortamının oluşması lazım. Ben her zaman böyle toplantılarda veya yaptığımız çalışmalarda bağımsız bir dil kurmaya çalışıyorum ve her kelimeyi tek tek seçiyorum, sorguluyorum. Acaba bunu mu kullansam, şunu mu, diye kafa yoruyorum. Dilimizi değiştirmemiz lazım. Özellikle Cemil Çiçek'in söylemleri bölgede negatif etki yaratıyor. Örneğin; bölgede çalışan biri olarak ben "terörist" diyemem. Yeni bir dil oluşmalı.
*Kürtlerin dilini, tarihini tanıyan ve benimseyen fiili adımlar atılmalı.
*Okul öncesi Kürtçe eğitim verilmeli. Ben ilkokulda Türkçe'yi öğrendim ve okula gittiğim zaman Türkçe'nin "okul dili" olduğunu biliyordum. Hatta Kürt olduğumu da bilmiyordum. İlkokul üçüncü sınıfa kadar okuma yazmaya geçemedim.
*Ders kitapları Türkiye'deki çoğulculuğu yansıtsın. Örneğin; "Ali topu tut" varsa "Zozan topu tut" gibi. Tabii diğer etnik ve dini unsurları da kapsamalı.
*Uçaklardaki anonslar Kürtçe yapılmalı. Özellikle Ankara uçaklarına. Ben çoğu kez hostese tercümanlık yapıyorum. Hosteslere soruyorum "Nasıl anlaşıyorsunuz normal zamanlarda" diye? "Beden dili" ile cevabını alıyorum. Ancak tehlike anında beden dili ile anlaşmak nasıl olacak?
*Hükümet kamusal alanda başörtülüler ile empati yapabiliyorsa, sadece Kürtçe konuşanlar ile de yapabilmelidir.
*Yargı sistemindeki sorunlar giderilmeli. Yargı örgüt üyesi olmayanları "örgüt üyeliği"nden ve "yardım yataklık"tan cezalandırıyor.
*Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelere özel eğitimli personel gönderilmeli. Örneğin; gergin dönemlerde kamu personeli bölge insanına sert davranabiliyor. Bana bile gergin bir dönemde bir karakolda çalışan polis memuru "Devleti karşınıza alamazsınız Zozan Hanım" dedi durduk yerde.
*Üniversitelerin tıp, psikoloji, sosyoloji, kamu yönetimi gibi bölümlerinde Kürtçe zorunlu olmalı. Bölgeye gelen özellikle doktor ve psikologların tercüman aracılığı ile bile iletişim kurması zor oluyor.
*Bölgeye ciddi yatırımlar yapılmalı ve kadınlar için özel bir çalışma yapılmalı.
*Yol, cadde, sokak, park isimleri değişmeli. Çok korkunç isimler konulmuş.
*Kürtçe olan köy isimleri geri verilmeli.
*Şehit isimlerinin okullara verilmesi öğrencileri travmatize ediyor.
*Şunu sormak istiyorum; "Kürtlüğe hakaretten kaç dava var?"
*Medya ırkçı bir söylem kullanıyor. Buna bir çözüm getirmek lazım.
*Tüm Kürtçe web siteleri kapalı. Edebiyat siteleri bile kapalı.
*Doğu ve Güneydoğu Bölgesinden kadın örgütlerini toplantıda göremedim. Onlarla özel olarak görüşülmesi gerekir. Bu sorun en çok onları etkiliyor. Çünkü kadınlar başka sorunları varken kendi özel sorunlarını önceleyemiyorlar. Çocuğu cezaevinde olan bir kadın kocasından yediği dayağı şikâyet edemiyor. Gerginlikler olunca başvurularımız yüzde 50 azalıyor.
Toplantıda bu konuşmamı sesim titreyerek yaptım. Böyle konuşmalarda maalesef her zaman böyleyimdir.
Başbakan'ın toplantı sonundaki konuşmasından ise şunu çıkarttım. Kürtçe eğitim konusu, Kürt tarihinin benimsenmesi ve buna yönelik akademik atılımlar, silahsız çözüm, kamusal alanda Kürtçe'nin kullanması ve en önemlisi çatışma dilinin değişmesi konularında bu hükümetten bir açılım bize yakın değil. Dilimizin değişmesi gerektiğini söylerken, benim ve bölge insanının "terörist" diyemeyeceğimiz konusunda Başbakan "'Terörist"e "terörist" diyeceksin tabii. Vatansever mi diyeceksiniz onlara?" dedi. Ben bir not yolladım ancak kendisi okuyamadı ve çıkarken kendisine "AKP Van il örgütü hatta bölgedeki STK'lar da 'terörist' diyemez" dedim. O da "Orada terörün etkisinden dolayı mı söyleyemezsiniz?" diye sordu. Ben de "Ne orada, ne de burada söyleyemeyiz" dedim. Anladığını ifade etti. Ancak karşılıklı olarak bu meselelerin daha fazla konuşulması gerekmekte diye düşünüyorum.
Hükümet ile iletişim halinde olan STK'lar ve bireylerin toplumun her kesiminin aciliyetlerini hükümete iletmediklerini, sadece onların duymak istediklerini söyledikleri fikri bende çok yoğunlaştı. Çünkü bu kadar eski söylemlerin kullanılacağını ben düşünmemiştim ayrıca yoğun olarak annelik üzerinden bir söylemin gelişmesi biz kadınların birey olarak görülmeyişinin ayrı bir göstergesi.
Etiketler: insan hakları