21/11/2019 | Yazar: Umut Güner
Feministlerin ve LGBTİ+’ların “yerli ve milli” olmadığını söyleyen “adamların” kendi teorileri yerli ve milli değil!
“Sosyal Hizmeti Yeniden Düşünmek” konferansının başlığını çok değerli buluyorum. Bu değer aslında büyük bir potansiyeli barındırıyor. Benim için potansiyel “norm olan her şeyin sorgulanabileceğine” ilişkin davet içeriyor olmasından geliyor.
Sosyal hizmet uzmanlarının
mesleki dezenformasyonları; meslek içindeki sorunlar kadar, toplumsal normları
sorgulamıyor olmalarından kaynaklanıyor. Ve sosyal hizmetler kendi ön
kabullerine ilişkin eleştirel bir süzgeç geliştirmelerine çok olanak sunmayan
bir alan ve bunu yapmadıklarını hiçbir zaman fark etmeme ihtimalleri de aynı
zamanda çok yüksek.
Kadının İnsan Hakları –
Yeni Çözümler Derneği ve Kaos GL Derneği olarak, son yıllarda Türkiye’de
giderek örgütlü bir şekilde çalışan ve toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı
olduğunu ifade eden, sağ muhafazakâr örgütlenmelere karşı feministler ve LGBTİ+
aktivistleri olarak nasıl ortak mücadele yürüteceğimizi konuşmak üzere 8-9
Kasım tarihleri arasında İstanbul’da iki
gün süren bir çalıştay düzenledik. Bu çalıştaydan çok kısa bahsetmek
istiyorum. Çünkü bu konferansın temasıyla birebir örtüşüyor. Bu iki örgüt davet
yazısında şunun altını çiziyorlar:
“Uluslararası ve ulusal mecralarda İstanbul
Sözleşmesi, kadın hakları ve LGBTİ+ hakları karşıtlığı ile aile bütünlüğünün
korunması söylemi üzerinden din odaklı, erkek egemen, heteronormatif bir dünya
görüşünün yaygınlaşarak birçok ülkede iktidara geldiğini ve politikaların
toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığı üzerinden kurulduğunu görmekteyiz.
“Bu örgütlenme ve politikalara karşı nasıl ittifaklar kuracağımızı ve ortak bir mücadele yürüteceğimizi tartışıp, bir yol haritası çizebilmek için bu Çalıştay’ı düzenliyoruz. Medya, hukuk, aktivizm, yerel siyaset/örgütlenme, akademi/eğitim, uluslararası süreçler gibi başlıklar etrafında ele alacağımız toplantıyı, aynı zamanda her iki derneğin üyesi olduğu Müslüman Toplumlarda Cinsel ve Bedensel Haklar Koalisyonu’nun her yıl 9 Kasım’da uluslararası ortak eylem günü olarak belirlediği Ortak Mücadele Hep Birlikte kampanyası kapsamında düzenliyor olacağız.”
Bu iki paragraf bize neyi
söylüyor? Sondan başlayacak olursak, Müslüman Toplumlarda Cinsel ve Bedensel
Haklar meselesini ayrıca çalışmak için kurulmuş bir ağ var. Ulusal düzeyde
sürekli nafaka karşıtı, dini merkeze aldığını söyleyen ve aileyi kutsayan
söylem aslında uluslararası alanda da karşımıza çok fazla çıkan bir olgu.
Feministlerin ve LGBTİ+’ların
“yerli ve milli” olmadığını söyleyen “adamların” kendi teorileri yerli ve milli
değil! Nafaka karşıtı hareket, istismara uğrayan kız çocuklarının tacizcilerle evlendirilmesine ilişkin tartışmalar, cinsel şiddet ve istismarın cezasız
kalmasına yönelik talepler ve girişimlerin hepsi aile odaklı bir kurguyla
hareket ediyor.
Aile sadece anne, baba ve
çocuktan oluşan çekirdek aile modernliğinde bir yapı değil. Kadınların,
LGBTİ+ların özgürlük taleplerini, haklarını kısıtlamak için her daim ileri sürülen
gerekçelerin zeminini de aile oluşturuyor. Genelde herhangi bir alanda
LGBTİ+’ların sorunlarından bahsederken genellikle şöyle bir yanılsama karşımıza
çıkıyor: Ailede o kadar çok sorun var ki LGBTİ+’lara sıra gelmez. Bunun bahane
olarak sunulması, LGBTİ+ların sırasını beklemesinin tembihlenmesi yerine
ailenin tanımını buradan yapmayı yeğliyorum. Aileyi aslında eleştirel
düşünmeden tanımlamak mümkün değil.
Aksaray’da ailelerin
otizmli çocukları yuhalamalarına ilişkin haberleri sanırım birçoğumuz paylaştık.
Bu haber bize ne diyor: Benim şefkatim kendi çocuğa kadar, önemli olan benim
çocuğumun yüksek yararı. Aileler Trakya’da sınıfta Roman öğrenci istemiyor,
Yozgat sevgi evlerinde kalan çocuklarla kendi çocuklarının aynı sınıfta
olmasını istemiyor, Aksaray’da otizmli çocukları istemiyor. Sıra tabii ki
LGBTİ+lara gelince de çocuğunun okuduğu üniversitede LGBTİ+’lar olmasın, bunlar
örgütlenmesin istiyor. Bu örneklerin hiçbiri dizi film değil. Hepsi hayatın
içinde ve gerçek. Ve bence aile bu! Heteronormatif, seksist, cisseksist bir
aile tanımımız var. Ve bu aileyi yeniden düşünmek değil. Yıkıp yerle bir etmek
ve belki de yeniden inşa etmek ya da inşa etmemek gerekiyor.
Aile her şeydir, ya da hiçbir şeydir!
Çukur dizisinden bahsetmek istiyorum. Çukur çünkü bir aile dizisi, aile kanallarında gösteriliyor ve sürekli olarak bir aile tanımı yapıyor. Çukur aslında biraz önce söylediğim aile tanımını anne, baba ve çocuk üçgeninden ibaret görmüyor, bir mahalle, bir semt ve bir yaşam kültürü olarak çiziyor. Dizi bir çoğumuza abartılı geliyor olabilir. Bana da abartılı geliyor. Ancak dizi de hiçbir şekilde abartılmayan, heteroseksüel izleyicinin ve RTÜK’ün gözünden kaçabilecek bir durumdan bahsetmek istiyorum. Aklı selim olmayan bir karakterden Selim’den. Her an ibnelik yapma potansiyeli olan Selim’den. Dizinin ilk bölümünde 1 numaralı esas oğlan ölür. Yerine ailenin aslında 3 numaralı esas oğlanı anne geçirir. Ve 3 numaranın gelmesinin aileyi rahatlattığı, 2 numaralı Selim’den bir cacık olmayacağı herkesin gözüne sokulur. Sonra Selim’in bir türkü barına gittiğini, bardan bir erkekle çıktığını görürüz. Sonra tehdit, şantaj… Selim ailesi cinsel yönelimini öğrenmesin diye de tehdit ve şantajlara boyun eğer. Bir yerden sonra da o ailede hiçbir zaman “akl selim” olamayacağını fark eder ve ailesini satar. Ailesine “ibnelik” yapar!
Bu arada Selim için
Çukur, dizinin tariflediği, dağlara taşlara yazdığı gibi “aile her şeydir”
demek değil. Aile, özgürce yaşayamamak, aşık olamamak, bütün bunlardan
vazgeçtiğin halde aileni mutlu edememe halidir. Her daim annenin ve babanın
gözünde bir olmamışlığı görme halidir.
Sonrasında Sultan anne ile (Sultan bütün bir semtin hatta İstanbul’un annesi, herkese şefkatle yaklaşıyor ama bir Selim’e mesafeli) Selim’in bir konuşmasına şahit oluyoruz. Sultan annemiz, “Baban her ‘bu çocuk olmayacak’ dediğinde ben seni savundum, o farklı ama olur. Bir elin beş parmağı var. Beşi de birbirinden farklı derdim ama sen gerçekten olmamışsın” deyiverdi. Selim de “Anne baba olarak ne güzel düşünceleriniz varmış benim hakkımda” diyerek sahneyi terk etti. Şimdi bunun Selim’in cinsel yönelimi ile ilgisi yok diyebilirsiniz ama meselenin ortasında cinsel yönelim yumru gibi oturuyor. Selim’in olmama hali de, her daim güvenilmez olma hali de, yamukları da… Aslında kendisinin iradesiyle her gün girdiği erkeklik sınavını baştan kaybedeceğinin hükmü Sultan Anamız ve İdris Babamız tarafından verilmiş. Kutsal aile selimin aklı selim olmayacağını taa baştan belliymiş.
Selim’in dünyasında bir
de Ayşe var. Evlenmek zorunda bırakılan bir Ayşe. Ayşe ve Selim dizinin bir
önceki sezonunda aynı adama aşık olurlar ve bir dizi olaylar sonrasında aşık
oldukları Cemil sahneden çıkar. Cemil’in Selim’in eşcinsel olduğunu İdris
babaya söylemekle tehdit etmesi sonrasında Ayşe Cemil’i yaralar, Selim de
öldürür. Ailelerini korurlar, Selim’i korurlar. Ayşe, Selim’e “Seni anlayan bir
ben varım bu dünyada, babana söyleyecekti, seni korudum, ailemizi korudum” der.
Bu arada Selim’in bir
kızı var. Selim’le aralarında söyle bir diyalog geçiyor: “Yaptıklarından,
yapmadıklarından dolayı, ne olduğun ya da ne olmadığından dolayı artık kimseden
özür dileme” diyor.
Bu dizinin her yeri, siyahlı takım elbiseleri adamları vs. abartılı ancak bana çok gerçek gelen bir yanı var. Selim’in yaşadıkları, Selim’in yaşayamadıkları ve Selim’in yaşayıp yaşamadıklarını heteroseksüel izleyicinin görmeme hali ve kutsal aile kurgusunda varolamama, kendini ifade edememe halleri…
Türkiye’de LGBTİ+ hareketi ve aile tartışmaları
Selim’den biraz uzaklaşmak istiyorum. 2000’lerin başına Türkiyeli eşcinsel buluşmasına ve aile toplantısına gitmek istiyorum. Aileye açılmak LGBTİ+’lar için her zaman sancılı ve zor bir süreç olmuştur. 2002 Güztanbul’unda ilk kez aileler ve LGBTİ+’lar bir araya geldiler ve LGBTİ+’lar ailelerine açılırken nerelerde nasıl zorlandıklarını, aileler de bu sürecin kendileri için ne ifade ettiğini birbirleriyle paylaştılar. Salonda sanırım 100’ü aşkın insan vardı ve neredeyse herkes ağlıyordu. Bir arkadaşım ailesiyle olan ilişkisi için şunu söylemişti: Ankara’da hangi semtte oturduğumu, hangi üniversitede okuduğumu bilmenin dışında hayatımın yüzde 90’ını bilmeyen bir ailem var.
Üniversite için aileden
ayrılma, büyük şehre kaçma LGBTİ+’lar için özgürleştirici ve özgürleştirdiği
için de güçlendiren bir durumdu. Her şehre bir üniversite yapılıyor olmasının,
aslında üniversitenin özgürleştirme ve aileden kaçma potansiyelini de azaltan
bir yanı var.
Sosyal hizmet uzmanlarına
yönelik yaptığımız bir insan hakları eğitiminde, Cinsel İstismar Merkezlerinde
çalışan bir sosyal hizmet uzmanı, bir vakası olduğunu 18 yaş altında olan
lubunya çocuğun seks işçiliği yaptığını ve çocuğun anlatısında, seks işçiliği
yaptıktan sonra, eve para götürdüğü için babasının artık ona farklı ve
diğerleriyle eşit davrandığını, kahvaltı masasında babasının yanına
oturabildiğini anlatmış.
Sosyal hizmet uzmanı; “hiçbir
baba, çocuğunun bedenini satmasına izin vermez, bundan dolayı çocuk ailede
itibar kazanmaz” diyerek çocuğun aslında yalan söylediğini ima etmişti.
Gerçekten hiçbir baba bunu istemez mi?
Bana bu hikaye çok gerçek
geliyor. Trans kadınların çoğu ile aileleri geçmişte görüşmek istemiyordu. “Anne,
baba ve abileri transların yüzünü görmek istemiyor ama onun her ay gönderdiği
parayı alıyor, onun aldığı evde oturuyor”.
İntersekslere aileler
doktorlarla birlikte cinsiyet atıyorlar. Ben de Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Hizmet bölümünde bir yüksek lisans dersinde “ölçüyorsunuz, kesip biçiliyorsunuz”
dediğimde, bunu söylediğimde yeni doğan ünitesinde çalışan bir sağlık
personeli, “Öyle yapmıyoruz. Hormonlarını ölçüyoruz, vücuduna bakıyoruz. Ona
göre cinsiyet atıyoruz” demişti ve devam etmişti: “Ama geçen gün bir bebek doğdu,
babaannesi, herkese benim erkek torunum oldu demişti. Hormonlarını ölçtük, kız
çocuğu idi ama baba ve babaanne ısrar etti. Çocuğu erkek yaptık”. Babaanne
konuya komşuya yalan söylemesin diye bunu yaptılar.
Sevgilimin ailesine
açıkken, ailesi bize bir kilo tarhana, boşanmış kızı ve torunu için 2 kilo
tarhana gönderiyordu. Çünkü boşanmış olsa da orada “anne- oğul”dan oluşan bir
aile varken ne yapsa bir türlü aile olamayacak, bir yere oturtamadığı biz
vardık. Buradaki mesele tabii ki tarhana değil. Annesi tarhanayı değil de mal
varlıklarını paylaştırsaydı da tarhana adaletini işletmeyeceğinin garantisini
kim verebilir?
Sosyal haklarını talep
etmek, evlilik hakkı, partnerlik hakkı aynı zamanda aile kurma ve aile olarak
tanınma hakkıdır. Hastane, hapishane ve diğer yatılı kurumlarda partnerinize
eşlik etme, onun hakkında bilgiye erişebilme hakkıdır. Evlilik eşitliğini talep
etme hakkı aynı zamanda bir eşitlik mücadelesidir.
Ben aileyi yeniden
düşünmek yerine alternatif aileleri örgütleyebiliriz mi sorusunu sormak
istiyorum.
Netflix’te Pose diye bir
dizi var. 80’lerde Amerika’da LGBTİ+ ama daha çok trans alt kültürünü
anlatıyor. Burada aileler var. Evin bir annesi var, kızları var, oğulları var
ve bunun üzerinden kurulu bir kültür ve dayanışma inşa süreçleri var. Benzer
bir aile modelini LGBTİ+ sosyalleşmesi içinde görüyoruz.
Benim de ne derdi olsa
beni arayabileceğini bilen, zorda kaldığı an yanıma gelebileceğini bilen 5 tane
kızım/oğlum/evladım var. Bu annelik kurumu ya da aile olma halinde birbirimizin
yaralarını sarmaya çalışıyoruz. Birbirimize incelikli davranmaya çalışıyoruz.
Hassasiyetlerimize saygı göstermeye çalışıyoruz ama bazen de inadına üstüne
üstüne gidiyoruz. Bunun kendisinin güçlendirici bir hal olduğunu düşünüyoruz.
Ailelerimizin bizi sömürmesine, kötü davranmasına karşı birbirimizi uyarıyoruz.
Benim biyolojik ailem, kendi seçtiğim ailemin benim için daha değerli ve
vazgeçilmez olduğunu biliyor.
Aile örgütlenmeleri
LİSTAG, Gökuşağı Aile Grupları, hem ailenin cinsiyetçiliğini eleştiriyorlar hem
de LGBTİ+ aileleri olarak örgütleniyorlar. Aileler; “çocuklarımız değişmedi,
biz değiştik, dönüştük, özgürleştik” diyorlar.
LGBTİ+’larla çalışırken özellikle,
sosyal hizmet uzmanları ve diğer meslek elemanları, bireyin cinsel yönelimini
mutlaka ailesine açıklaması yönünde telkin verebiliyor. Bu hiçbir zaman
yapılmaması gereken bir şey. Kişinin kendisinin karar vermesi gerekir. Cinsel
yönelim, cinsiyet kimliği aileyle paylaşılması gereken bir sorun değil! Ne
zaman, nasıl, hangi koşulda paylaşılacağına kişi kendisi karar verebilir.
Sosyal hizmet uzmanı
LGBTİ+larla çalışırken aileyi merkeze alma refleksinden vazgeçmeli.
SHU kendi sınıfsal,
etnik, coğrafi ön yargılarını LGBTİ+ ve ailesine boca etmemeli. Örneğin modern,
kentli, üniversiteli aile ve babanın çocuğunu anlayacağı, kabul edeceği onun
dışında kimsenin anlamayacağı zihinsel bir kurgu ile ilerlemek SHU’nun sürekli
tökezlemesine neden olur
Aile tartışmalarında toplumsal cinsiyet tartışmalarına taraf olmalı ve nafaka karşıtı söylemi eleştirmeli.
İnsanların birey olarak
da varolabileceği şekilde bireyleri güçlendirme stratejileri geliştirebilmeli.
Yurt dışında iyi örnekleri araştırabilir. Bunların nasıl uygulanabilir olacağını görür.
Sosyal hizmet uzmanları,
diğer meslek elemanlarını sizden daha fazla bilmiyor. Kendinizi
eğitebilirsiniz, mesleki becerilerinizi geliştirebilirsiniz.
Sosyal hizmet uygulaması
sırasında okulda size ilk öğretilen şeyi her seferinde kendinize hatırlatarak
başlayabilirsiniz. Biricik olma hali ve her müracaatçının hetoroseksüel olmadığını
hatırlamak…
Sosyal hizmeti sadece
konferanslarda değil her uygulamada, müraçatçı/danışanla her karşılaşmada ve
her vakada yeniden düşünerek başlamak umuduyla!
*Bu yazı, 8-9 Kasım'da İstanbul'da düzenlenen "Sosyal Hizmeti Yeniden Düşünmek" konferansındaki sunum metninin yazıya dönüştürülmüş halidir.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan
yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe
yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına
gelmemektedir.
Etiketler: insan hakları, yaşam, sosyal hizmet, aile