08/07/2020 | Yazar: Serdar Soydan

Yolgeçen Hanı’nın önemli ve mutlaka bahsedilmesi gereken iki özelliği lubunca kelimelere rastladığım en eski metin olması. Diğeriyse yazarının tüm homofobisi ve transfobisine rağmen Sabiha’nın ağzından deneyimini bize aktarması.

Bedbaht İnsanlar Teşrihhanesinde Bir Sabiha Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Reşat Enis’in edebi mirasını, Ziya Osman Saba’nın “Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi”ne nazire yaparak “Bedbaht İnsanlar Teşrihhanesi” diye adlandırmak yerinde olur sanırım. Reşat Enis’in romanları gerçekten de acıların, öfkelerin, yalanların, alçaklıkların, kötülüklerin, kötülerin, düşkünlerin, ezilenlerin, çırpınanların, boğulanların en tatsız, en rahatsız edici ayrıntılarına dek üzerinde sergilendiği bir otopsi masası gibidir. 1930 yılında basılan ilk eseri Kılıcımı Sürüyorum’dan itibaren aşağı yukarı bu çizgide, karamsar, karanlık eserler vermiştir yazar.

*

Yolgeçen Hanı[1] da diğer romanları gibi yoksullukların, yoksunlukların, sonsuz bir düşüş ve bunalımın romanıdır. Baş karakter Emin bir yandan doktorluk, bir yandan oyunculuk yapmaya çalışan, ancak hayatı sefalet içinde geçen birisidir. Bir gün yine bir iş peşinde koşuşturmakta iken, liseden arkadaşı olan Nedim’le karşılaşır. Nedim’in, daha o akşam Emin’i evine çağırması ile, Emin, Nedim’in karısı -belki de metresi- Sabiha’yla tanışır:

“Nedim’in karısı -belki de metresiydi- Sabiha’ya güzel denemezdi. Çirkin de değildi. Gür, kara kaşları ustalıkla inceltilmişti. İri kahverengi gözleri, şehvetli dudakları vardı. Yassı bir burun olmasaydı Sabiha'nın yüzü daha güzel görünecekti.

Sırtına muare organdi tuvalet, büyük ayaklarına bağları sarı yaldızlı, yüksek ökçeli siyah iskarpinler giy­mişti.

Cana yakın ve sokulgandı. Daha ilk karşılaşmada kadının senli benli davranışını Emin yadırgadı. Sabiha, sık sık, pırlantalı yüzüklerle süslü iri kemikli ellerini Emin'in dizlerinde dolaştırıyor, gözlerini gözlerine dike­rek konuşuyordu.” (s. 251 – 252)

O gece Nedim ve Sabiha’nın evinden ayrıldıktan sonra yolda Sabiha’yı düşünür, “… Sabiha’yı düşündü. Nedim’in metresinde –karısı olamazdı- bir sapaklık vardı.” (s.254)

Sapaklık…

Tam o sırada eski bir ahbabını görür. Pezevenklik yapmakta olan bu ahbabı onu çalıştığı randevuevine götürür. Randevu evinde yine bir tanıdığı ile karşılaşır Emin. Bu seferki tanıdık, bir zamanlar birlikte sahne aldıkları Naciye adlı bir kadındır ve evin işletmesini yürütmektedir. Havadan sudan konuşmaya başlarlar ve konu bir süre sonra randevuevinin Neriman adlı sahibine gelir.

“Naciye'nin anlattığına göre, bu karanlık sokaktaki randevuevinin asıl sahibi yirmi beş yaşında efemine ho­moseksüel biriydi. Milyoner bir fabrikatörün oğluydu bu... Kadın gibi giyiniyor; kadın gibi, erkeklerle düşüp kalkmak istiyordu. Haftanın birkaç gecesi gelir, özel odasına çıkardı. Bir kadın kadar ustalıkla makyajını yapar, güzel bir tuvaletle salona inerdi. Makyajı ve sarı peruğu ile Cafer'in bulup götürdüğü müşterilerden pek çoğunu kendine çekebilirdi. Onun odasına çıkan zampara, bir saat sonra kapı aralığında Kraliçe Gertrud'a bahşişini verirken, ömründe ilk kez böyle ilginç bir kadına rastladığını saklamazdı. Birçok erkeğin hiçbir kadında görmediği zevki —kendisi için iğrençliğine rağmen— bu kadın tattırıyordu.

Emin, böyle bir tipi yakından görmek isteğini yene­medi. Fakültede buna dair dersleri, Doktor Gley'in ‘Cinsel sapıklık gösteren erkeklerde bir kadın beyni bu­lunduğu’ tezini ansıdı. Mantegazzo'ya göre ise, anormal cinsel duygu taşıyanlarda döl örgenlerine ait sinirler düz bağırsağa yayılmıştı. Bunlar makatın uyandırılışıyla şeh­vet duyuyordu.” (s. 256 – 257)

Randevuevinde geçirdiği geceden bir süre sonra, Emin, Nedim ve Sabiha’nın yanına taşınır. Sabiha, Emin’e karşı bir “ahtapot” gibidir. Emin kadının tacizlerinden kurtulmak için evden gitmeyi tasarladığı bir sıra ona tutulduğunu anlar. Sevişmeye başlarlar. “Yabancı bir aşktı bu… Sabiha, hiçbir zaman, kendisini ona vermedi.” (s.279)

Bir gece Taksim’de, yine Naciye ile karşılaşır Emin. Naciye, Neriman’dan bahseder. Bu gece randevuevine gelecek, bütün gece “tutkunları” ile seks yapacaktır. Birlikte eve giderler. Gerçekten de üç erkek bekleme odasında oturmaktadır. Naciye’nin forsu ile ilk olarak Emin odaya girer. Karşısındaki Sabiha’dır.

Anlatıcı bu noktadan sonra Sabiha yerine ‘Sabih’ demeye başlar karaktere. Yani onun ‘trans’ varoluşunu, kimlik inşasını hiçe sayar. Sabiha olarak tanıdığı, artık aynı zamanda Neriman olduğunu da bildiği insana ‘Sabih’ demeyi seçer. Son derece transfobik bir yaklaşımdır bu. Sabiha, Emin’e öyküsünü anlatır uzun uzun…

“İlk kez yabancı bir erkekle, gizli randevuevinde yattığı geceyi ansıyordu. On altı yaşındaydı o zamanlar…

Yağmurlu bir akşamdı. Liseden çıkmış, durakta tramvay bekliyordu. Şişli - Tünel arabasına güçlükle bi­nebildi. Islak giysi, kirli nefes kokan araba hıncahınçtı. Sabih bir ara arkasında sıcaklık duydu. Uzun boylu, iyi giyinmiş, orta yaşlı bu adamın ılık soluğu ensesini ıslatıyordu.

Sabih ürkmedi, çekilmedi. Uzun boylu adam, tram­vaydan inince de onun arkasından yürüdü. Şimdi omuz omuzaydılar.

‘Sanırım ‘...’ Lisesi’nde okuyorsunuz yavrum?’

İyi konuşuyordu. Cana yakın bir yüzü vardı.

‘Evet.’

‘Demek Pangaltı'da oturuyorsunuz?’

‘Evet.’

‘Bir genç kız kadar ürkeksin yavrum...’

Kızardı. Ne hoş adamdı bu?

‘Sinemaya girelim mi?’

‘Ya görürlerse?’

‘Kim ne der? Her halde senin kadar bir oğlum olabilir.’

Pangaltı'daki sinemalardan birine girdiler. Salon yarı yarıya boştu. Yabancı erkek bir bankada şef ol­duğunu söylüyor, onu Beyoğlu'nda tanıdığı bir eve götürmek için dil döküyordu.             

Sinemadan çıktıklarında gece ilerlemişti.

‘Çantamı bırakayım eve.’

‘Beni atlatmak istiyorsun.’

‘Vallahi değil... Üç dakikaya kadar yanınızda­yım.’

Koşarak uzaklaştı. Annesine bir yalan uydurdu ve döndü.

Dolmuşa bindiler. Taksim'de indiler. Sağa kıvrıldı­lar. Sabih buralarını bilirdi. Beyoğlu'nu her dolaşışında bu sokağa uğrar, genel helaya girerdi. Tanımadığı bir sürü erkeğin pantolon düğmelerini çözüp ilikleyişin­den içi giderdi. Bir seks duygusu ile kendinden geçerdi.

Dar, karanlık sokaklara saptılar. Kirli, çamurludur bu sokaklar... Oralarda oturanların, o sokaklara girip çıkanların yaşantısı gibi... Kaldırımlar bozuktur. Gözü­nü dört açmaya, adımları dikkatle atmaya zorlar insa­nı... Güneş bile, bu mahallelere bakmaktan utanç du­yar da yüzünü göstermez sanki...

Abanoz Sokağı’nın yanından geçtiler. Bir yüzü yan sokağa bakan kerhanenin penceresinde boyalı bir kadın, tahta bir kuş kafesini temizliyordu. Boyalı kadın, dara­cık kafesi içinde öterek tünekten tüneğe sıçrayan bu kü­çük saka kuşu gibi tutsaktı, patronunun tutsağı...

Sabih, biriktirdiği paralarla bazen kerhane sokağı­na gelirdi. Gözleri pencerelerde ve demir kapıların ara­lıklarında, elleri pantolon ceplerinde dolaşanların ara­sına katılırdı. Bazen onlarla birlikte içeri girerdi. Kaba hareketlerle daha salonda sevişmeye başlayan erkeklere içi gider, orospuları kıskanırdı. Önündeki orospunun kıçını okşayarak tahta basamakları çökerten bir hızla yukarı katlara çıkan zamparayı kendisine çevirmek is­tekleri duyardı.” (s. 286 – 287)

İlk kez beraber olduğu bu adam onu ‘Baba Murat’ adlı bir pezevenkle tanıştırır. Baba ile Sabiha eşcinsellikten konuşurlar. Önlerinden biri geçer, Sabiha sorar.

‘Şu geçen erkek mi?’

‘He... Sayemde lort gibi yaşıyor. Abukatı but ber­delidir.

Şadan gülerek açıkladı.

‘Delikanlının birlikte kapandığı adam varlıklıymış, senin anlayacağın. Bir ibne deyimi ki, Çingeneceyle Türkçeden kurulmuştur.’

‘Bir marangoz yanında çıraktı bu delikanlı, evladım Sabavet... İş olunca marangoz dükkânında, olma­yınca bizde işler idi. Kalafat yerine, Perşembe pazarına ‘...’ hamamına, ‘...’ hamamına çok yollamışızdır onu. Bir gün, darısı başına oğlum Sabavet, varlıklı bir yağ­cıya baş göz ettik.’

Şadan ‘İmam nikâhıyla,’ diye alay etti. Baba Murat ‘Bizim memlekette gizli kapaklı oluyor bu iş...’ dedi. ‘On dokuzuncu asırda yaşamış bir Alman yargıcı erkekle erkek arasındaki evlenmelerin de tanınmasını ister imiş. Mazhar Osman'ın kitabını okumuşsundur Şa­dan Beyim? Gönül bu, bazı kere kızoğlan kızı, bazı kere salt oğlanı sever. Evladım Sabavet... Şu, camın yanında nargile tokurdatan adamı gördün? He, o... Otuz yıl önce, pullu fistanlar giyip düğünlerde köçekçiliğe gider idi. O da senin hastalığından... Homoseksüel... Allah öyle istiyor ki öyle yapıyor. Sen ibne isen doğuştan ibne ol­muşsun. Mazhar Osman kitabında der idi ki...

Cebinden kara kaplı bir defter çıkardı. Mesleğine ait bilgileri bu deftere geçirdiği anlaşılıyordu.

‘Bazı erkeklerin vücutlarına kadın ruhu girmiştir. Bazıları bir kadın beyni taşırlar. Bazılarında da üreme örgenleri düz bağırsaktadır.’” (s. 294 – 295)

Sabiha, Nedim’le tanışıncaya kadar fuhuş yaptığını, sonra Nedim’in kendisine aşık olduğunu, ona Cihangir’de bir apartman tuttuğunu, ancak Sabiha’nın “sapak”lığını ve erkeklere olan tutkusunu bildiği için ona bu randevuevini de açtırdığını anlatır. Böylece arada bir randevuevine gelip istediği kadar erkekle cinsel ilişkiye girebiliyordur Sabiha.

Emin ertesi sabah pılını pırtısını toparlayıp Nedim ve Sabiha’nın evinden ayrılır.

*

Reşat Enis romanın ilgili bölümü boyunca “bilimsel” bazı bilgiler vererek Sabiha karakterinin varoluşunu “patolojik bir sorun” ya da “anatomik bir farklılık” olarak görmek, göstermek ister. Bir sebebi vardır Sabiha’nın Sabiha olmasının. Bir tür bozukluk ya da hastalıktır bu ona göre. “Bir Hilkat Garibesi”nde Osman Cemal Kaygılı’nın yaptığı gibi trans var oluşu hastalıklaştırır.

Fakat verdiği örnekler de kendisi gibi kavram karmaşası yaşayan insanlar tarafından yazılmıştır. Örneğin eşcinsellikten bahsederken, birden “Bazı erkeklerin vücutlarına kadın ruhu girmiştir, bazıları bir kadın beyni taşırlar,” denilir. Yıllardan beri taradığım gazete ve dergi arşivlerinde, okuduğum roman ve hikâyelerde eşcinsel, travesti ve transseksüel ayrımının seksenlere, hatta doksanlara kadar netleşmediğini gördüm. Lubunya, şorolo, hötöröf gibi çatı kelimeler tüm bu cinsel ötekileri kapsıyordu. Yani bu kafa karışıklığı, sapla samanı karıştırma bu romana özgü değil ne yazık ki.

Gelelim Sabiha’ya… Anlatıcının, öykü evreninde Sabiha ve Neriman olarak isimlerini kullanan, böyle bilinen ve kabul gören karakterini ‘Sabih’ olarak adlandırmasının fobikliğine değinmiştim. Bunun dışında dönemin tanım ve kavramsal kafa karışıklığı yazarın Sabiha’yı net bir şekilde çizmesine, onu ve deneyimini aksettirmesine engel olmuştur. Ne mutlu ki Sabiha’nın cinsiyet kimliğini yahut cinsel yönelimini ille tanımlamak zorunda olmadığımızı biliyoruz artık. Tanımlar ve anlamların, bizi kısıtlayan kavramların dışında da bir dünya olduğunun nicedir bilincindeyiz.  

Yolgeçen Hanı’nın önemli ve mutlaka bahsedilmesi gereken iki özelliği lubunca kelimelere rastladığım en eski metin olması. Diğeriyse yazarının tüm homofobisi ve transfobisine rağmen Sabiha’nın ağzından deneyimini bize aktarması. Böylece Lemiye’yi hiç tanımaz, onun iç dünyasına, geçmişine dair hiçbir şey bilmezken Sabiha’nın lubunyalığını alıkması yahut çark deneyimlerini biliyoruz.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.



[1] Reşat Enis, Yolgeçen Hanı, İstanbul: Cem Yayınevi, 1979 (ilk baskısı 1952’de İnkılap Kitabevi tarafından yapılmıştır.)


Etiketler: kültür sanat
İstihdam