02/08/2021 | Yazar: Erdem Korkmaz

LGBTİ+ özelinde değerlendirdiğimizde, günlük yaşamın içinde pek çok alanda yaşanan şiddet, ayrımcılık ve ötekileştirme gibi ‘yaşamsal’ zorluklarla mücadele içindeyken durup bedeni ve duyguları değerlendirmek için uygun zaman belki hiç gelmiyor.

Beden burada, zihin nerede? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Günlük yaşam içerisinde yaklaşık 16-17 saat uyanık kaldığımız bir zaman dilimi var. Bunu çeşitli günlük eylemlerle dolduruyoruz. Bulunduğumuz yerler, iletişime girdiğimiz insanlar, gördüklerimiz, duyduklarımız, söylediklerimiz ve tüm bunlara bağlı olarak hissettiklerimiz bizi çeşitli duygu durumları içerisine sokuyor. Öte yandan, şehir hayatındaki bitmek bilmez koşturmaca ve son yıllarda sosyal medya üzerinden gelen görsel ve işitsel mesaj bombardımanını da ekleyince adeta bir savaş alanının ortasındaymışız gibi hissedebiliyoruz. Sanki her şey çok ‘normal’ ve yolunda giderken son bir yılda bir ‘yeni normal’ de bunların yanına eklenince ‘şu günler bir geçse’ diye düşünürken bulabiliyoruz kendimizi çoğu zaman. LGBTİ+ özelinde değerlendirdiğimizde, günlük yaşamın içinde pek çok alanda yaşanan şiddet, ayrımcılık ve ötekileştirme gibi ‘yaşamsal’ zorluklarla mücadele içindeyken durup bedeni ve duyguları değerlendirmek için uygun zaman belki hiç gelmiyor. Zihinsel ve fiziksel uyumu, dengeyi, ahengi korumak zamanla daha güç bir hal alabiliyor.

Kendimize biraz soru sorarak başlayalım. Tüm bu telaş ne zaman ve nasıl bitecek? Ancak ölünce mi? Emekli olunca mı? O çok istediğimiz eve, arabaya, işe, sevgiliye ya da bir şeylere sahip olunca ya da hiç istemediğimiz şu evden, arabadan, işten, sevgiliden ya da bir şeylerden kurtulunca mı? Huzurlu, mutlu, rahat, iyi ya da keyifli hissetmek ve bunu sürdürmek neden bu kadar zor? Bir şeyi yaparken ondan keyif almadan bir sonrakini ya da sonrakilerden birini düşünüyor muyuz? O anda her neyle ilgileniyorsak onu bitirene kadar yapmaya edebiliyor muyuz yoksa sık sık –belki de her zaman- araya başka şeyler mi giriyor? Sorular çoğaltılabilir ancak şimdilik burada bırakalım.

Bedeni konuşacaktık ama böyle sıkıcı hissettiren durumlar içinde bulduk birden kendimizi. Bedeni yine konuşacağız, hem de gözle göremediğimiz ya da dokunamadığımız yerleri üzerinden.

Fiziksel bedenin ötesinde

Binlerce yıllık sözlü, yazılı ve uygulamalı kültürel geçmişe dayanan Yoga bakış açısı bedeni üç bölümde ele alıyor. Bir tanesi fiziksel beden. Aynada baktığımızda dışarıdan ya da x ışınları altında içeriden gördüklerimiz fiziksel bedeni oluşturuyor. Anatomiye giriş dersi gibi olmasın ama bilindiği üzere; solunum, sindirim, iskelet, kas, dolaşım gibi çeşitli sistemlerden oluşuyor. İkincisi ise, fiziksel bedenin işlevlerini yerine getirmesini sağlayan çeşitli unsurlardan oluşuyor. Nefes, zihin, benlik algısı ve zekâ gibi unsurlar sözünü ettiğimiz bu ikinci bedene ait. Adıyla konuşmak gerekirse ince, soyut, latif, süptil, astral gibi farklı isimler alan bu beden yaşadığımız sürece fiziksel bedenle iç içe geçmiş durumda. Ancak ölümle birlikte, aradaki nefes bağının kopmasıyla birbirinden ayrılıyor. Bir üçüncü beden daha var ama onu başka zamana bırakalım. Yoksa bu sayfaları biraz fazla ‘işgal etmek’ gerekebilir. Bu yazıda soyut bedenin (isim olarak kişisel tercihim bu) üzerinden gideceğiz.

Soyut bedende nefes, duyu organları, eylem organları, hafıza, zihin, benlik algısı ve zeka yer alıyor. Diğerlerini şimdilik bir kenara bırakıp, biraz zihin üzerinde duralım. Beş duyudan aldığımız dünyanın verileri zihinde işleniyor, bellekten çağırdığımız önceki deneyimlerimizin de etkisiyle duygu haline geliyor ve biz kendimizi sıklıkla bu duygular üzerinden tanımlıyoruz. Birisi nasıl olduğumuzu sorduğunda ‘öfkeliyim, üzgünüm, mutluyum, heyecanlıyım’ gibi yanıtlar veriyoruz. Duygu durumlarındaki değişiklikler ve dalgalanmalar bizi tanımlayan sıfatlar haline geliyor. Bu sıfatlarla kurduğumuz özdeşlikler bizi zamanda dengesiz hale getirmeye başlıyor. Bu dalgalanmalar öncelikle fiziksel olarak bedende izler bırakıyor. Halsizlik, mide ağrıları, boyun/sırt/bel ağrıları, yeme bozuklukları vb. şeklinde örnekler çoğaltılabilir. Sonrasında bu fiziksel sorunlar hayatlarımızın merkezine gelip yerleşiyor. Başka bir boyutuyla da, huzursuz zihinsel haller içinde, adeta bir kısır döngüye girerek yaşamlarımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Sonrası malum anksiyeteler, antidepresanlar, bol bol terapiler, bağımlılıklar, bağımlılıklar, bağımlılıklar…

Zihinsel odaklanma ve getirebileceği değişiklikler

Krizler, acılar, sarsıntılar elbette yaşamın gerçekleri olarak gelecek ancak bunlara karşı çeşitli hazırlıklar yapabiliriz. Tarihsel süreç içinde zaman sınavını geçmiş ve günümüze gelebilmiş çeşitli yöntem ve teknikler bize yardımcı olabilir. Bunlardan biri meditasyon. Meditasyon dediğimizde mutlaka aklımıza bir şeyler geliyor. Daha önce deneyimlemiş olanların aktardıklarından ve bir süredir yaşamına bunu sokmuş biri olarak teorik açıklamalarla birlikte uygulamada neler getirdiğini paylaşmak bizi ortak bir anlayışa getirebilir.

Öncelikle meditasyonun ne olmadığı üzerinden başlayabiliriz. Meditasyon uçmak, değişik renkler görmek, hayal dünyasına dalmak, uyku halinde olmak ya da düşünceleri susturmak değil. Oturup hiçbir şey yapmamak da değil. Meditasyonu, çoğu zaman kontrol dışı bir halde olan zihinsel alanı kontrol altına almak ve irade dahilinde tercih edilen bir hal olarak ifade edebiliriz. Odaklı bir zihin alışkanlığı için çeşitli nesneler üzerinden zihnimizde tek bir noktaya odaklanma alışkanlığı geliştirmek mümkün. Çünkü zihin mutlaka bir nesne arıyor, onun için gün içinde binlerce düşünce gelip geçiyor. Meditasyon hali ve onun yaşamımıza getirebilecekleri öncelikle zihinsel düzeyde olacak. Tercih ettiğimiz duygusal alan içerisine girmek, orada kalabilmek, sarsıntılar geldiğinde bunların üstesinden gelebilmek için anahtar kavramımız ‘odaklanma’. Odaklanmayı aslında meditasyonun karşılığı olarak da ifade edebiliriz. Nefese, yürümeye, oturmaya, konuşmaya, o anda yaptığımız her neyse ona odaklanmak. En mutlu, rahat, huzurlu hissettiğimiz anları düşünelim. Çoğu zaman bunlar, o anda her ne olup bitiyorsa bedenimizin ve zihnimizin aynı anda ve aynı yerde olabildiği zamanlar. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız, hatırladığımızda sonradan yüzümüzde tebessüm bırakan anlar. Bu anları özel yapan deneyimlerimiz gibi görünebilir ancak ardında odaklı bir halde olmak yatıyor. Yoksa aynı deneyimler hep aynı hislere neden olurdu. Zihnimizin geçmişte ya da gelecekte değil, o anda orada olabildiği zamanlar bunlar.

Eğer kendimizi odaklı bulduğumuz anlar içinde, tercih ettiğimiz duygu durumları içinde olmak istiyorsak bakış açımızı değiştirerek daha uzun zamanları ya da daha farklı deneyimleri de odaklı bir halde geçirebiliriz. Öncelikle kısa sürelerle başlayabilecek meditasyon uygulamalarını, zamanla alışkanlık haline getirdikçe günlük yaşamımızda da değişimler yaratıyor olacak. Meditasyon bir amaç değil, uzun uzun oturabilmek de kendi başına bir marifet değil. Zihinsel alandaki dalgalanmaları, sarsıntıları dindirebilmek için sadece elimizdeki araçlardan, enstrümanlardan biri. Zamanla yaşamlarımızda olup bitenlerin içerideki izdüşümlerini yönetebilir hale gelebilmek çok ciddi bir yeti kazanmayı ifade ediyor. Önce zihinle aramızda bir ateşkes sağlamak gerekiyor. Büyük bir vaat gibi görünebilir ama tüm yaşamımızı değiştirebilecek bir yeti bu. Olan bitenlerle özdeşlik bağımızı zayıflatmak, aramıza biraz mesafe koymak ve tüm bunların sonuçlarını bir gözlemci gibi izleyebilmek. Bu, pasif bir hal değil. Tam tersine pek çok aktif görünen eylemden daha fazla dönüştürücü etkiye sahip bir güç. Herhangi bir etki geldiğinde otomatik olarak, öğrenilmiş tepkiler vermek yerine gözlem halini koruma becerisi de diyebiliriz.

Aklımıza tüm bunların nasıl gerçekleşebileceği sorusu gelebilir. Pek çok farklı meditasyon tekniği var. Bunun için de ayrı bir yazı kaleme almak gerekir. Yoga ve meditasyon uygulamaları kimi zaman fiziksel bir egzersiz gibi beden üzerinden yapılan hareketleri aklımıza getirebiliyor. Yoga üzerinden gittiğimizde, bedenin ve nefesin kullanılarak yapıldığı tüm uygulamalar aslında meditasyon yolunda kolaylaştırıcı olma amacını taşıyor. Ön hazırlık olarak kendimize zaman ayırmak, yemek ve uyku düzenini sağlamak, fiziksel aktivite içinde olarak bedeni rahat bir hale getirmek sıralanabilecekler arasında. Yoga ve meditasyon uygulamaları için geçerli olan “idrak etmenin” ancak pratikle geleceği. Yoksa üzerine ciltler dolusu kitap da okunsa bizi götürebileceği bir yer yok.

Kendimizi tanımak, duyuları ve duyguları anlamak, bunların üzerimizdeki etkilerini görebilmek hayatımızda şimdiye kadar göremediğimiz pek çok yeni ufuklar açma potansiyeli taşıyor. Aslında tüm dünyayı, hatta tüm evrensel düzeni anlayabileceğimiz bir bilgi veriyor bize. Bugüne kadar çeşitli alışkanlıklar geliştirmiş ve bunlara sıkı bağlarla tutunuyor olabiliriz. Bedensel ve zihinsel tercihlerimizde nasıl cesur oluyorsak farklı bakış açılarının getirebileceklerine de açık olabiliriz. Böylece düşüncelerimizde, sözlerimizde, kararlarımızda ve eylemlerimizde sahip olacağımız irade sayesinde, yaşamı ve onu getirdiklerini daha az sarsıntıyla ve daha yoğun bir tamlık, bütünlük hali içinde karşılayabiliriz. Tüm bunlar bedeni ve zihni aynı zamanda ve aynı yerde tutabilmek ile mümkün olacak. Böylece, her neyle ilgileniyorsak onunla ‘gerçekten’ ilgilenmek için bir alan açılacak. Bunun yolu fiziksel bedeni, nefesi, bakışları ve dolayısıyla zihni aynı noktaya taşımak ve ‘orada olabilmekten’ geçiyor.

Kaos GL dergisine ulaşın

Bu yazı ilk olarak Kaos GL dergisinin Beden dosya konulu 177. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam, spor
İstihdam