02/01/2009 | Yazar: Can Yaman

‘İçimde koca bir ümit belirdi. Pas parlak ve griydi. Ona dokunmak hayaldi. Yüzü, yeni doğmuş bir bebeğinki kadar saf ve temizdi. Ağlıyordu. İlk acısını, benle paylaşıyordu.

‘İçimde koca bir ümit belirdi. Pas parlak ve griydi. Ona dokunmak hayaldi. Yüzü, yeni doğmuş bir bebeğinki kadar saf ve temizdi. Ağlıyordu. İlk acısını, benle paylaşıyordu. Yeni yıl, bir hıçkırıkla hayat buluyordu.’

Yalın ayak yürüyordum. Yerler buz kesmişti sanki. Ellerimi hissizleştiren soğuk, dudaklarımda yankılanıyordu. Önce gözlerim doldu. Hemen tuvalete koştum. Uzun zamandır bana hasret kalan ayna şaşkındı. Yarım yamalak yansımasında bile bir tedirginlik, çekingenlik vardı. Gülümseyişinin ardındaki ince tebessüm, yavuz hırsızın ev sahibini kandıran küstahlıktaydı. Suratına tükürdüm. Sonra bugüne dek ateşkes ilan ettiğim tek organımı çıkardım. Sıkıcı bir işeme faslıydı. İşim bitip de arkamı döndüğümde, yine o ucube karşımdaydı. Krallara maskotluk yapmanın yorgunluğunu taşıyan yüz, gün geçtikçe bozuluyordu. Gözlerdeki manaysa hep aynıydı. Aynı burukluktaydı. Ellerimi musluğun altına sokar sokmaz, ayağımdan gelen soğuğu hissetmez oldum. Ama sıvı sabuna ilahi bir dokunuş sonrası yaptığım hamle, etkileyiciydi. Bastırdığım anda fışkıran madde, meni misali üzerime boşalan nice hıyarın izini taşıyordu. O hıyarlar ki bir zamanlar kalbimi söküp aldılar. İçine edip, boşaldılar. Şimdi onlara minnet borçluyum. Bu umutsuzlukta beni yalnız bırakmayıp, anılarımı tazeledikleri için.

Evde dolaşma uzadıkça bir merak sardı beni. Mutfağa dolan kokusu, acılı bir sos gibiydi. Ekmek bıçağına dolanan ipucuyla çözülmesi gerek bir bilmeceydi. Daha kaç kez sürecekti bu teşebbüs. Ya da son bulacak mıydı bileklerimde. Hani şu gizli öpücüğü verdiğinde! Hâlbuki açıklaması, yıllar öncesine dayalıydı. Bir Yunan tragedyasından çalıntı, aklımdan yanaydı. Usulca yerine konan bıçak, bilek hizasında çizgiler çekmekteydi. Ama bu sona ermeliydi. Eller özgür olmalı, vicdanlar huzur bulmalıydı. Ve bıçak tezgâha bırakıldı. Parmak hizasında tezgaha iki yaş düştü. Biri kendim, diğeri sevgim içindi.

Ay’ın yokluğu kapkaraydı. Yıldızlarsa her günkü gibi mad ve cansızdı. Israrla andığım ezan, saati beş kala haykırdı. Ona duyduğum bağlılığı hatırlattı. Ekosu, şehrin kirli apartman duvarlarına çarptı. Geri gelip temizlendi. Kim bilir daha ne kadar kirlenecekti? Daha ne kadar bu düşmanlığa çareydi. Işıltısı gökyüzüne vuran tan, bunun açıklamasıydı. Sessizdi. Derin yalnızlığında vakur haleler çiziyordu. Bir horoz eksikliği hemen hissediliyordu. Köy artık bize çok uzaktı. Ama yokluğu kentin varoşlarında canlıydı. Onlar ki terk edilmiş, boşaltılmıştı. Şimdi kent, onlarla hazmı zor bir sabahı paylaşıyordu. Ayazı asfalta vuran soğuğuyla kavruluyordu. Sokak köpeklerinin, kitle kültürünü andıran birlikteliği hep ilgimi çekmişti. Yarını olmayan çoğu, planlı ve hareketliydi. Kanı donduran vahşilikleri, merhamet yoksunu bu şehirde, uzun dışkılar bırakmıştı. Kimi ıslak kimi katıydı. Yeni gün, çıplaklığıyla aşikârdı. Kentin üzerini, yalınlığıyla yalıyordu. Asfaltında çalışan çoğu fahişe gibi, gündüz mesaisine kalanları selamlıyordu. Ananemin bu alacakaranlık masalı için söyleyeceği bir çift söz vardı. Bu yaşananlar, orospu anılarıydı. Çoğu açık ve hayâsızdı.

Şimdi yeni bir günün sabahıydı. Sanki geçmişi dününde saklıydı. Öyküsü destanlaşmıştı. Bu hikâye de böylece bitmek üzereydi. Çünkü ötesi, sonrakine nesneydi. Onun uyandırdığı heyecan daha kaotikti. Bilinmezliğine sığınan cazibesi, bize karşı olmayı bilmişti. Yatağa uzanmaksa yine farz olmuştu. Bu nimet için her gün dua etmek lazımdı. Yatak şimdi sıcaktı. Sımsıcaktı. Tıpkı kasıklarıma acısı vuran açlıktı. Elimi uzattığımda boş kalan, her selamlaşmaydı. Yeni gün, yeni bir seneydi. Her yaşanılan anın, farkına varmak gerekliydi. Şimdi uykuya dalma vakti. Bir sonraki seneye geçme hali.

İçimde koca bir ümit belirdi. Pas parlak ve griydi. Ona dokunmak hayaldi. Yüzü, yeni doğmuş bir bebeğinki kadar saf ve temizdi. Ağlıyordu. İlk acısını, benle paylaşıyordu. Yeni yıl, bir hıçkırıkla hayat buluyordu. Gülmeyi öğrenmek ve yeniden canlanmak üzereydi. Uyku rem’e beş kalaydı. O dehlizlerde düşlerim vardı. O düşlerde bir ben bir de sen vardı.


Etiketler: yaşam
nefret