14/09/2020 | Yazar: Seyhan Arman

Her şey bitti, artık aileme kavuştum diye düşünüp güle oynaya geldiğim memleketimden kandırılmış, aşağılanmış, yok sayılmış bir şekilde geri dönüyorum.

Ben artık çok daha benim! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

O kadar heyecanlıyım ki sanki Samsun’a çıkartma yapıyorum. Tam on yedi sene sonra doğduğum memlekete yeniden gitmek, işgal edilmiş toprağımı düşmandan kurtarmak gibi geliyor. Atalarımız düşmanı denize dökmüş deniliyor ya ben bütün dertlerimi, sıkıntılarımı, on yedi yıldır yaşadıklarımı ve ailem öğrendikten sonraki 4 yılı da dahil edersem yirmi bir yıldır yaşadığım bütün travmalarımı denize dökmeyi düşünüyorum. İstanbul’a gelince Boğaz Köprüsü’nde: "Seni yeneceğim İstanbul!" diye bağıran Yeşilçam karakterleri gibi: “Seni yendim Samsun!” demek istiyorum Murat ve Aylayla gittiğimiz o sahil kahvesinde. Tabii bağırarak değil, fısıldayarak söyleyeceğim; belki de sessiz bir çığlıkla haykırırım: “Seni yendim Samsun!” Ben de biliyorum yendiğim Samsun değil, ailem.

Babam, annemi nihayet terk edip gittikten sonra cesaretimi toplayıp o ilk telefonu açmamla yendim; abime: "Benim adım artık Reyhan" demekle yendim; bilet alıp bu uçağa binmekle yendim; yıllar önce beş kuruşsuz bütün yolu ağlayarak geldiğim o otobüsü unutarak yendim seni Samsun. Evet çok acı çektim belki ama unuttum. Hiçbir şey umurumda değil şu anda. Uçaktan inip evime koşa koşa gitmeyi, annemin bana sarılmasını ve hoş geldin yavrum demesini umuyorum; bu sebeple içim kıpır kıpır. Hiçbir acı duygusu yok, yıllarca hissettiğim gibi zavallı hissetmiyorum. Aksine aşırı mutluyum. Annemle telefonda tam üç kere konuştum son on günde. Bir kere de hiç tanışmadığımız küçük gelinimizle konuşurken, annem arkadan: “Selam söyle.” dedi. Şu an bu uçak düşse, ölsem, hiç gam yemem, mutlu ölürüm inan. On gün önce olsa, dünyanın en acılı insanı, en dertlisi, en özlem dolusu, annesine en kırgını olarak geçerdim Sırat Köprüsü’nden. Şimdi öyle bir inanç var ki içimde, perendeler atarak geçerim tüm köprüleri. Acaba tanıyabilecek miyim doğduğum şehri? Beni tanıyabilecek mi eski dostlar? Okulum duruyor mudur hâlâ? Mahalledeki o boş arsada beş taş oynuyor mudur çocuklar? Asaf Amca ölmüştür kesin; o zaman bile çok yaşlıydı, bakkalların en tontonuydu. Ölmüşse Allah rahmet eylesin ama yaşıyorsa gider elini öperim. Az borcum yok yediğim gofret paralarından. Bir de Güngör Abi’nin annesini merak ediyorum hep, neydi adı unuttum. Çok ilginç, mahallede en sevdiğim kadının adı aklıma gelmiyor. Yaptığı mıhlamanın tadı az önce sofradan kalkmışım gibi damağımda. Kadının adı neydi dört beş yıldır düşünüyorum inan. Bir keresinde yine babamdan dayak yemiştim, orta bire gidiyordum galiba. Konu neydi hatırlamıyorum ama çok kötü dövmüştü o zaman. Mahalle ayağa kalktı o akşam. Hiç kimse de bir şey yapmamıştı, babamın elinden almak için. En sonunda Meryem Teyze gelip: "Dur dur Sinan Efendi, azıcık dur, kuldan utanman yok Allah’ dan kork, bir sabi sübyan böyle dövülür mü?" diye çıkışmıştı. "Sen bilmiyorsun Meryem Bacı, bilsen iki katı döversin!" diye karşılık vermişti. A hatırladım işte Meryem’di kadının adı, Meryem. Demek ki aklıma kazınmış ama bir sebep unutmuşum. Canım Meryem Teyzem. Annem bir köşede ağladığını bile belli etmemeye çekinirken, hiç kimseye sormadan çekti aldı babamın elinden, aldı götürdü evine. Fakirlerdi çok, evde de pek bir şey yok dedi, zorla yedirdi tadını hiç unutamayacağım mıhlamasından. Sonra koynunda uyuttu beni resmen. Bir ara hiç unutmam, bak şimdi bile hüngür hüngür ağlatır o laf beni: “Ben seni biliyorum yavrum.” dedi. Ne iyi gelmişti o laf bana. Sanki ilk savaşımı o zaman kazanmıştım. İnşallah ölmemişsindir Meryem Teyze, dünya gözüyle bir kere daha göreyim seni. Gerçi mahalleye gelme dedi küçük gelin. Abin, gelsin bizde kalsın diyor dedi. Yeni sitelerdeymiş evleri, çok genişmiş zaten, büyük oğlanın odasını vereceklermiş bana. Yanlış anlama rahat etmezsin eski evde, diye de ekledi. Hiç yanlış anlamadım, bence de daha iyi olur dedim. Aman zaten annem yanımda olduktan sonra gerisi fasa fiso. Bir ara gizliden kaçar görürüm eski mahalleyi, yaşıyorlarsa bakkal Asaf Amca’yı, Meryem Teyze’yi. Gerisinin önemi yok zaten. Asaf Amca’ ya tanıtmam kendimi ama Meryem Teyze’ye gizliden söylerim "Benim" derim. O biliyor zaten beni, kucağını açar belki yine. Bir de mıhlaması varsa hiç utanmam yerim vallahi, hatta kendi ağzımla isterim.

Uçak alana indiğinde heyecandan kalbim yerinden çıkacaktı. Bavul beklerken daha, iki kere aradı küçük gelin, abinle kapıdayız çıkınca sola doğru gel diye. Abim değil o kardeşim, aramızda üç yaş var demedim. Bavulumun geç geldiği her saniye beni zaferime biraz daha uzaklaştırıyormuş gibi hissediyordum. Bir an önce eve gitmek, anneme sarılmak, kardeşlerimle kaybettiğimiz yılların acısını çıkartmak istiyordum. Gerçi bu on gün içerisinde abimle hiç konuşamadım, o yüzden onun tepkisini çok merak ediyorum. Ablam azıcık soğuk belli, bir kere öylesine yalandan konuştu işte. Kardeşim zaten çok küçüktü ben Samsun’dan ayrıldığımda. Ama sever beni. Nihayet cart pembe bavulum göründü. Aceleyle alıp, kırık çıkık var mı diye kontrol bile etmeden çıkışa yöneldim. Sola doğru beş yüz metre yürüyünce tanımadığım genç bir kızın gülümsemesinden küçük gelinimiz olduğunu anladım. Yanında kardeşim yok, arabada galiba. Sağ olsun hemen bavulumu aldı, karşıya geçeceğiz dedi. Ne bavul için ne de sarılmak için falan inmedi kardeşim. Arka koltuğa geçtim, merhaba dedim. Kafasını salladı belli belirsiz. E telefonda gayet sıcak konuşmuştuk halbuki. Neyse ilk karşılaşmanın gerginliği diye düşünüp, üstelemedim hiç. Yol boyunca ağzını bıçak açmadı zaten. Bir tek annem evde mi diye sorduğumda yok gelmedi daha, seni bırakınca onu alacağım dedi. Kardeşimin aksine gelin pek bir konuşkan, yedi sülalesini anlattı neredeyse. Abisinin arabasının markasını bile öğrendim düşün. Evlerinin olduğu mahalle beklediğimden daha kötü geldi bana. Daha önce hiç gelmediğim, baya şehir dışında sayılacak bir yerde. Yazık diye düşündüm, kardeşimin işleri iyi değil galiba. Sanayide lokantamız var demişti gelin, demek ki küçük bir esnaf lokantası. Neyse zamanı gelince işleri büyütürüz, diye geçirdim içimden. Aman Allah’ım evin olduğu apartman korkunç. Ne kadar zamandır burada oturuyorsunuz diye sordum, cevaplamadı küçük gelin. Asansör bozuk diye bavulu yavaş yavaş getirecekmiş kardeşim. Zaten beli ağrıyormuş. Üf bir kasvet, bir huzursuzluk, nasıl bir ev burası böyle. Evin içi resmen bekar evi gibi, benim hatırladığım pek titizdi kardeşim. Eve girdik, uyduruk iki tane eski çekyat, küçük bir televizyon, ortada rengi gitmiş bir sehpa. Kesin burayı düzeltmeliyim, nasıl böyle bir evde oturuyorlar, iki tane de çocukları var yazık. Çocuklar annesindeymiş küçük gelinin. Burada kalırsın dediği oda, oda değil, bu nasıl iş yahu. Otele gidecek olsam ayıp olur. Bavulda temiz havlum var, onu serer yatarım diye düşündüm. Geline bavulu alalım dedim: “Abin çıkartır şimdi, ay çantam arabada kalmış telefonunu verir misin abinden isteyeyim dedi. E bakmıyor bu telefona, dur inip getireyim iki dakikada.” diyerek hızlıca çıktı dışarıya. Ben aval aval etrafa bakıp nasıl burada kalacağım diye düşünürken bir kilit sesi, bir tane daha. Nasıl yani? Koştum hemen dışarıya, kapı kilitli. “Esmanur, Esmanur!” diye seslendim ses seda yok. Pencereye koştum hemen, arka tarafa bakıyor burası göremedim, resmen dağ manzarası var. Aklıma getirmem mümkün mü? Bu olamaz değil mi, diye düşünürken yeni alındığı belli market alışveriş poşeti; bir tane büyük su, iki tane şu üçgen soğuk sandviçlerden, bir tane kutu ayran, bir iki tane kek.

Şimdi geldiler, gelecekler diye beklerken gece yarısını çoktan geçti zaman. Düşüne düşüne dalmışım o pis çekyatta. Kapının kilit sesine uyandım. Önde eniştem, arkada abim, yanlarında tanımadığım iki genç erkek. Ayakkabılarını çıkartmadan bir hışımla içeriye girdiler. “Abi!” dedim, hiç ses etmedi. “Yüzümüzü yere eğdin ne abisi!” dedi eniştem. “Sana ne oluyor be! Abi!” dedim yine, yüzüme bir pislikmişim gibi baktı iki saniye. Eniştem: “Bir de hediye mi getirdin, tatile gelmiş gibi? Çocuklarıma senin o pis paranla alınmış bir şeyi verir miyiz zannettin? Biz sana ses etmedik diye sen bizi boynuzlu mu zannettin? Hiç mi aileni düşünmedin? Biz seni öldü derken herkese, bu saçla başla buraya mı geldin utanmadan? Ne ablan, ne ben, ne annen, ne kardeşlerin yüzünü görmek istiyor. Annen hasta diye bir şey demedik önce ama sen sınırı aştın! Buraya gelmek nedir, kafayı mı yedin sen? Sen öldün bizim için, öldün!” “Sen ne diyorsun enişte ya, bana karışma hakkını kim verdi sana? Hayırdır. Abi ne demek bu? Annem nerede? Haberi var mı abi?”

-Bana abi deme Samet. Eniştemi duydun.

-Benim adım Samet değil abi. Annem, gelin, Sami bir şey demediler mi?

-Neyse ne. Sen utanmıyor musun ya? Nasıl bakıyorsun yüzüme? Bizi ne hale koydun düşünmüyor musun? Hâlâ kimsenin yüzüne bakamıyoruz senin yüzünden. İbnenin abisi yaptın sen benim adımı. Neye dayanarak geldin buraya. Annemi kandırdın, bizi de mi kandırırsın zannettin? Bizim senin gibi kardeşimiz yok. Allahtan korkmasam şuracıkta kendi ellerimle öldürürüm seni.

-Abi ne diyorsun sen, ben bir şey yapmadım. Madem Allahtan korkuyorsun, beni de Allah yarattı Allah. Ben mi istedim böyle olmayı. Abi bak...

- Tamam kes Samet, beni sinir etme daha fazla

-Samet değil abi benim adım. Gözün görmüyor mu? Karşında Samet var mı senin?

-Birazdan göreceğiz Samet misin, Ahmet misin. Ya ben gidiyorum enişte, sen konuştuğumuz gibi işte...

- Abi saçmalama ya ne diyorsun sen. Nereye gidiyorsun abi, ne yapacak bunlar bana? Abi bırak beni tamam, giderim kendim, bir daha da gelmem. Abii... abiii..

Çıktı gitti. Eniştem ,”Muhammet!” diye seslendi çocuklardan birisine. Kısa boylu olan elindeki çantayı açtı....

Bundan sonrasını ne ben anlatabilirim, ne de sen dinlemek istersin. Üstümde çuval gibi bir eşofman, saçlarımın birazı var birazı yok üç numara. Ne çantam, ne telefonum, sadece yüz lira para ve bol bol tehditle geri dönüyorum yıllar önce kaçıp kurtulduğum bu şehirden.

İlginçtir hiç şaşırmadım. Her şey bitti, artık aileme kavuştum diye düşünüp güle oynaya geldiğim memleketimden kandırılmış, aşağılanmış, yok sayılmış bir şekilde geri dönüyorum. Ne gözümde bir damla yaş var, ne de kalbimde. Sanki yıllardır gördüğüm kabuslardan birisinin içerisindeyim ve az sonra sıçrayarak uyanacağım. Bu defa biraz daha gerçek sadece. Abimin bana bakışı ölene kadar silinmez hafızamdan biliyorum ama unutacağım bunu. Bu şehri, bu aileyi, bu yaşadıklarımı unutacağım. On yedi yıl önceki hayattan bir habersiz kız değilim artık. Yaşadığım bu travmanın her saniyesi beni biraz daha büyüttü. Bu otobüsten indiğim anda yepyeni bir ben olacağım artık.

Söz veriyorum kendime. Yıkılmak bir yana, daha da dik duracağım bu lanet hayata karşı. İşte şimdi korksun dünya benden. Asla yenemeyecek bu kötülük beni. Siliyorum yaşadıklarımı, siliyorum makas vurup kafama kazdıkları izleri, siliyorum Muhammet denen o çocuğun vücuduma nefretle attığı her tekmeyi, siliyorum eniştemin ben aşağılanırken aldığı zevki, siliyorum arabadan bile inmeyen kardeşimi, siliyorum beni o evde o adamlarla bırakan abimi, siliyorum telefonda bile konuşmaya tenezzül etmeyen ablamı ve siliyorum tıpkı yıllar önce tüm mahallenin önünde babamdan dayak yerken ağlamasını bile gizleyip komşu kadın kadar olamayan annemi. Evet anne seni bile siliyorum, gömüyorum sana olan aşkımı, öldürüyorum beslediğim hasretlerimi, kaldırıyorum bir perde gibi gözümün önünden hiç gitmeyen yeşil oyalı beyaz tülbendini ve unutuyorum seni sonsuza kadar.

Bekle beni yeni hayatım.

Ben artık çok daha benim.

Ben artık çok daha güçlüyüm.

Yıkamaz beni senin kalleşliklerin.

Söz veriyorum kendime seni yeneceğim kahpe dünya!!!

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: kadın, yaşam
İstihdam