18/09/2020 | Yazar: Mati Solak

Pandeminin 8. ayından yüksek riskli bölgeden bildiriyorum.

Beni Türkiye sağlık sistemine emanet etmeyiniz Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Bir süredir Ankara’da yaşıyorum. Haziran ayının 6’sında buraya taşındım. Pandeminin ilk aylarında işsiz kalan sokakta gördüğünüz herhangi bir insanım aslında. Deneyimlemek zorunda kaldığımız şu günlerde #EvdeKal çağrılarıyla kendi karantinamı elimden geldiğince sağlayarak COVID-19 riskine karşı savunma geliştirdim. Kendimle baş başa kalma hali varoluşsal sancılarım bir tarafa, bir süre sonra işsizliğin bende yarattığı tükenmişliği suratıma vurdu. Önceleri bir şekilde en azından gıdaya erişimim olsa da sonralarında biriken faturaların ve kiraların beni bambaşka bir yere sürüklediğini fark ettim. Tükenmişlik hali bile artık bende baskın olan hal değildi. Salgının ne kadar süreceğini ve ne zaman sahnelere dönebileceğimizi meslektaşlarımla yaptığım konuşmalarda 2021 diyordum. Bakanlığın açıkladığı genelgelerde bu durumun aksi iddia edilse de resmi kaynaklara güvenim hiç olmadığı için realist davranmam gerekiyordu.

İlk ayların başında kendi mental gücümüzü korumak için çeşitli meditasyonlar, hobi uğraşlarıyla bir şekilde kendimizi oyaladık. Sürecin üzerimizde yarattığı etkiyi minimuma indirebilmek için belki sayısız yemek tarifi denedik. Fahrettin Koca’nın açıklamalarını seçim analizi takip eder gibi takip ettik. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sektörümüze dair desteği ne olacak diye yönelttiğimiz soruların cevaplarını alamayışımızı izledik. İzledik te izledik. Faturaların ve kira bedellerinin uzun vadede talep edileceği açıklamasını duyduğumda ise bunun bir çözüm olmadığını biliyordum. Bu sadece derin kesik açılmış dikiş atılması gereken parmağınıza yara bandı yapıştırmanızı istemekti. Pandemi destek paketleri başlığı altında sürdürülebilirlikten çok uzak olan politikalarla, sanki bize mucize sunmuşlar gibi onlarca yayından yayın yaparak manipüle edilmemizi sağladılar. İban rezilliğini hatırlamak ve hatırlatmak dahi istemiyorum.

Bugün pandeminin 8. ayındayız. Bakanlığın iddiasına göre mart ayında ilk vaka görülmüştü. Ancak bugün elimizdeki veriler gösteriyor ki aslında şubat ayında ilk vakalar Türkiye’de görülmüş. Şeffaflık politikasından uzak bir yerde yapılan açıklamalar önümüzdeki aylarda salgının daha birinci dalgasını atlatamadan ikinci dalgasını da birlikte yaşayacağımızın habercisi.

Sağlık(!) sistemi…

Türkiye’de sağlık turizmi oranları net bir rakama ulaşamasam da, pandemi öncesinde yüksekken pandemi sonrasında haliyle ciddi oranda düşüş yaşadı. Yurt dışındaki hastaların Türkiye’de ki hastaneleri, Türkiye İstatistik Kurumunun araştırmalarından çıkan yüzdelik rakamlarla fazlaca tercih etmesi şimdiye kadar şişirilip şişirilip medyaya servis edildi. Rant karşılığı inşa edilen devasa hastaneler sağlık sistemimizin ne kadar mükemmel olduğu algısıyla gözümüze sokuldu. AVM’den bozma mimarileriyle belki bir çok vatandaşı büyüledi. Her açılış konuşmasında yaptıkları gibi “milletlerine hizmete devam ettiklerini” belirtip devletin aleni ve zorunlu görevleri olan hizmet politikalarını sanki bize bahşettiler.

COVID-19 salgını sürecinin başından bugüne artık görüyoruz ki aslında Türkiye de sağlık sistemi diye bir şey yokmuş. Yapılan ihmaller pek çok sağlık çalışanının hayatını da riske atarak tedavi etmesi gereken insanlarında salgınla yüz yüze geldiği, hatta can kayıpları yaşadığı döngüye dönüştü. Hastanelerde bulunan ekipman eksikliğini defalarca dile getiren sağlık personellerini haber kanallarında sansürleyerek susturmaya çalıştılar. Sistemin kendi içinden kurduğu bilim kurulunun kararlarını eleştiren doktorlara mobbing uyguladılar. İzinsiz ve uzun saatler süren nöbetler ile tabiri caizse hastanelerde yatırdılar. Kamu hastaneleri dışında çalışan sağlık personelleri özel hastanelerin yönetiminin vicdanına bırakılarak, bu süreçte iyice yalnızlaştırıldı ve testlerinin pozitif çıkmasına hatta raporlu olmalarına rağmen, maaşlarından ciddi oranda kesintiler yapılmasına göz yumuldu. Bu durum sadece özel sektör çalışanı olan sağlık emekçileri için geçerli değildi. Daha geçen gün kamuda çalışan aile hekimlerinin de aynı çığlığı attığını gördük.

Testler, Sayılar, Muameleler…

Her geçen gün artan vaka sayısı, yapılan testler ile doğru orantılı değil. Şeffaflık politikasının hiçbir yönetimde güdülmediği ülkemizde tablodaki rakamlar süzgeçten geçirilerek servis ediliyor. Yine bakanlığın kendi uygulaması olan “Hayat Eve Sığar” aplikasyonunda yaşadığınız bölgeyi incelediğinizde rakamlarla uygulamanın çeliştiğini görebiliyorsunuz. Özellikle daha geçen gün başka bir sebep için gittiğim Hacettepe Üniversitesinin aciline, acil giriş kapısının önündeki test sırasını görmenizi tavsiye ederim. Yapılacak test için riskli bulunan insanları hastane kapısının önüne gelişi güzel yaymak ve bekletmek hangi aklın ürünü?

Bugüne kadar bakanlık verilerinin, test sayılarının ve vaka sayılarının hatalı servis ettiğine dair yazılı basında çıkan haberleri yalanlasa da, hastanelerin durumu öyle söylemiyor. Kontrolden çıkan sosyal hayatta önlem almamızı söyleyen Fahrettin Koca, ofansif bile olmayan tırnak içinde şakalarıyla Twitter’dan takipçi toplamaya çalışan influencer olmaya çalışıyor. Bu süreçte kendi payına düşen “çok çalışma” rantını ise almış durumda. İstanbul’da bulunan kendi özel hastanesinin yanında bulunan arazi, bir hayırsever tarafından devlete “okul” yaptırılması şartıyla bağışlanmış. Fakat Medipol Hastanesi yanında ki bu arazi nasıl olduysa hastaneye otopark olarak tahsis edilmiş.

Test yaptırmak o kadar kolay değil…

Beştepe de yahut Türkiye Büyük Millet Meclisinde çalışmıyor iseniz bugün belirti gösterseniz dahi test yaptıramıyorsunuz. Belirtilerden yalnızca ikisini göstermeniz hastanelerde çalışan uzmanlar tarafından yeterli kısasları sağlamıyorsunuz demek. En yakın süreçte iki yakın arkadaşım test için sağlık kuruluşuna başvurduğunda onlara “gelmeden önce 184’ü aramalıydınız” uyarısını yapıp muayene bile etmeden eve göndermek istemişler. Yaşanan süreci aktardıklarına göre, test yapmayacaklarını anlayınca her ikisi de vücutlarında henüz olmayan belirtileri varmış gibi anlatmak zorunda kalıp ancak test yapmalarını sağladılar. Test sonuçlarında ise beklenen oldu ve biri pozitif çıktı. Bugün belki olmayan belirtileri varmış gibi göstermeseydi hem tedavisi için geç olacak hem de bir sürü insana yayılması da sağlanacaktı.

Şu anda Türkiye’de sağlık sistemi diye bir şey yok. Hastane açarak, ihmallerinizle ölümüne yol açtığınız sağlık çalışanlarını alkışlayarak, hatalarınızı unutturarak aklamaya çalışarak bir yere varamazsınız. Ortada bir sistem var ise o da sağlık sistemi değil, ticarethane sistemidir. Beni Türkiye sağlık sistemine emanet etmeyiniz efendim.

Pandeminin 8. ayından yüksek riskli bölgeden bildiriyorum.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: insan hakları, sağlık
İstihdam