09/08/2022 | Yazar: Sa Bahattin
Sex and the City’nin gey versiyonu olmak gibi bir duruşla yapıldığı iddia edilen bu dizi koca bir hayal kırıklığından başka bir şey değil.
Fotoğraf: Un-Coupled, Netflix
Belki haberiniz vardır. Netflix’te, başrolünü “How I Met Your Mother”dan (aşırı çapkın, hetero ve yavşak bir karakter) olarak tanıdığımız Neil Patrick Harris’in oynadığı Un-Coupled isimli sözüm ona bir “komedi” dizisi var. Sex and the City’nin gey versiyonu olmak gibi bir duruşla yapıldığı iddia edilen bu dizi koca bir hayal kırıklığından başka bir şey değil.
Sadece orta-üst sınıf, ayrıcalıklı, sağlıklı cis-erkek eşcinsellere odaklanan dizide suya sabuna dokunulmadığı gibi; dizi ne ağlatıyor, ne güldürüyor, ne düşündürüyor.
Stonewall olaylarının gerçekleştiği New York kentini ışıklı, parıltılı, süslü ve steril bir özel alan gibi gösterme gayreti olan bu yapım ayrıcalıklı gruplar için üretildiğini öylesine belli ediyor ki, bunlar dışındaki karakterlerin kimlikleri resmen deforme ediliyor.
Örneğin; başroldeki beyaz cis-erkek eşcinsel (milyon-dolarlık evler satarak bin dolarlar kazanan başarılı bir emlakçı), siyah kadın bir arkadaşa sahip. Bunun yanında, yine yakın arkadaşlarından biri olan bir başka cis-erkek eşcinsel de siyah. Ama bu iki kişinin siyahlığına bakarsanız, küçük bir nüanstan başka bir şey olmadığını görürsünüz. Ne tenleri “o kadar” siyah, ne konuşmalarında/telafuzlarında buna ilişkin bir ipucu var. Hayatlarının hiçbir aşamasında ayrımcılığa kalmadıklarını bize hissettiren; beyazlar arasında, beyazlar gibi yaşayabilen bu siyahi karakterler, neredeyse dizideki herkes gibi, temelde seks hayatlarıyla var oluyorlar. Kadın karakter; üniversite mezuniyetinden sonra sırt çantasıyla Avrupa’yı dolaşırken (tam bir Amerikalı beyaz klişesi) hamile kalmış. Ötekisi (cis-erkek eşcinsel) ise gençliğe düşkün bir narsist.
New York’ta geçip de Yahudiliğe gönderme yapmayacak bir dizi henüz yoktur herhalde diye düşünürken, karşımıza çıkan Jonathan’lara da bir göz attığımızda ise, bunların Yahudiliklerinin bir-iki “Mazel Tov” tezahüratından öte hiçbir derinlik taşımadığını görüyoruz.
Erkek eşcinselliğini magazinsel bir var oluş gibi sunan; bir ürün kataloğu hissi oluşturan dizinin önemli karakterlerinden biri, tahmin ediyorum ki dizinin kapsayıcı olduğunu iddia etmek adına, kilolu bir erkek eşcinsel olarak ‘kurgulanmış’. Bu kişi (tıpkı siyahların makul siyahlıkları gibi) makul derecede kilolu, ama gelin görün ki grupta kanser geliştiren kişi de bu oluyor (Bu kanser vakasında açığa çıkan bir hikâyede, siyah kadının -ki o da diğerlerine kıyasla daha yüksek bir kilo/boy oranına sahip- da kanser tedavisi görmüş olduğunu öğreniyoruz. Dizi iki “tombul” birey barındırıyor, ikisi de kanser geliştiriyor. Vay be!). Üstelik bu “chubby / tombul” gey, erkeklerde çok küçük yüzdede görülen meme kanseri geliştirdiğini söylüyor. Herhalde dizi kendini komedi olarak sunmaya utanmadığı gibi, kilolu bir erkeğe meme kanseri vakası vermeyi de komik buluyor. İğrenç.
Hiçbir yerde hiçbir ayrımcılığa maruz kalmayan hayatta çok da önemli dertleri olmayan bu sağlam (burada görünen bir fiziksel engelleri olmadığına vurgu yapmaya çalışıyorum), başarılı, kabul görmüş orta-üst sınıfın tek derdi, tahmin edebilirsiniz ki romantizm.
Zaten ana karakterin terk edilmesi teması üzerine oturtturulmuş bu zavallı dizi, maalesef ki, insani durumların gerçekçi bir analizini bile yapamıyor. Ne acıyı acı gibi, ne öfkeyi öfke gibi hissediyoruz. Her şey komik bile olmayan sahte, plastik bir illüzyon.
Belki söylememe gerek yok ama; mümkün olduğunca güzel görünümlü bireyle kadrosunu oluşturmuş bu sığ ve yavan dizideki erkek eşcinsellerin hepsi de “erkeksi”.
Bunun yanında; kadın eşcinselliğinin, eski (erkek) eşin kıskandırılması adına “akışkan”lık özelinde var edildiği tek bir sahne var. Ve bu sahne, hiç tesadüf olmayacak bir şekilde, sadece özel kişilerin alındığı bir gece partisinde gerçekleşiyor.
“Non-binary’lik ve translık ne âlemde?” diye sorarsanız, sorduğunuza yanarsanız:
Ana karakterin müşterilerinden birinin bir çocuğu non-binary olarak lanse ediliyor. Bu müşteri (kadın), çocuğundan bahsederken “she/her” “they/them” arasında hafiften sıkışsa da sonra doğru olanı yapıyor ve ona they/them zamirleriyle hitap etmeyi seçiyor. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken nokta şu ki, biz ilk sezonun sonuna kadar bu (non-binary) karakteri kesinlikle görmüyoruz ya da onun sesini duymuyoruz. Hayalet bir kimlik olarak onun varlığı ile ancak annesinin ağzından temas kurabiliyoruz.
Translığa en fazla yaklaşılan nokta ise tam bir fiyasko. Ana karakterin, onu terk eden sevgilisiyle gittiği başarısız ilişki-terapisti (erkek), bir akşam bir barda drag performans sanatçısı olarak görülüyor. Burada kendisine “Drag Queen” olarak hitap edilmesinden de hoşlanmıyor. Ve ne şaşırtıcı ki, bu Drag Performer aynı zamanda gıcık ve aşağılayıcı bir karakter olarak resmediliyor. Yani tüm klişeler üst üste.
Dahası, ilişkiye girilen onca sahnede kondom kullanımına illişkin birçok gönderme olsa da HIV’in adı ağza alınmıyor. Hastalıklar sayılırken bile, sadece o değil denilerek bize hissettirilen HIV’den bahsetmek büyük ihtimalle dizide sunulan elitist-steril-ışıltılı yaşamın bir tabusu.
Son derece başarısız, kaypak ve derinliksiz bu diziyi kimseye önermiyorum.
Dünyadaki LGBTİ+ kültürüne sadece “kötü bir örnek” ya da “ayrıcalıklılığın adaletsiz yüzü” olarak hizmet edecek bu diziyi izlemek yerine favori aktivist grubunuzun Instagram gönderilerine etkileşimde bulunabilirsiniz. Daha çok işe yarayacaktır.
Hepinize sabır, hoşgörü ve dayanışma dolu günler dilerim,
*Türkçe’ye eşsiz, ayrılmış, tek bırakılmış şeklinde çevrilebilecek İngilizce bir kelime.
**KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: kültür sanat