10/11/2009 | Yazar: Kaos GL

Albüm niteliği edinmiş 'Stüdyo Osep'in sayfalarında o Yeşilçam'dan izler sürüp gidiyor: Ağzında purosu Yılmaz Güney, kötü adamlığını seyrettiğimiz fakat Osep Bey'in objektifinden hüzünlü Turgut Öza

Albüm niteliği edinmiş 'Stüdyo Osep'in sayfalarında o Yeşilçam'dan izler sürüp gidiyor: Ağzında purosu Yılmaz Güney, kötü adamlığını seyrettiğimiz fakat Osep Bey'in objektifinden hüzünlü Turgut Özatay...
Fakat neredeydi, Beyoğlu’nda nerede? Bella’yı hatırlıyorum, Osep’i bir türlü çıkaramıyorum.
Fatih Özgüven’in yazısına seçtiği başlığa çok benziyorum: ‘Çok iyi hatırlıyorum bunları, seneler geçti unuttum’...

Aras Yayıncılık, İstanbul’un yakın geçmişini de yansıtan çok özel bir kitap yayımladı: Stüdyo Osep. Tayfun Serttaş’ın kaleme getirdiği, hazırladığı, can verdiği, gerçekten çok önemli bir kitap. Galeri Non’da 14 Kasım’a kadar sürecek bir serginin, Stüdyo Osep’ten geriye kalanlar sergisinin kılavuzu bu kitap. Sergiye hemen gideceğim.

Tanıtımdan alıntılıyorum:
‘Stüdyo Osep, İstanbul’un yaşayan en eski stüdyo ve set fotoğrafçılarından Osep Minasoğlu’nun 80 yıllık yaşam ve fotoğraf tarihini gözler önüne seriyor. Tayfun Serttaş’ın Osep Minasoğlu arşivi üzerine on yılı bulan araştırmalarının ürünü olan çalışma, dört yüzü aşkın fotoğrafla, aynı zamanda, Cumhuriyet tarihini yansıtan resimli bir ansiklopedi olarak da değerlendirilebilir.’

Osep Bey Samatya’da doğmuş. Önce Varlık Vergisi çıkmış karşısına. Sonra da 6-7 Eylül olayları. 1955’ten sonra Paris’e gitmiş. Bu öyküye yabancı değiliz: İstanbul’un azınlık yurttaşları yaşadılar; azınlık olmadığımızı sanan bizler de izledik... Altı yıl sonra Paris’ten dönüş. Osep Minasoğlu fotoğraf sanatının ıncığını cıncığını bilmektedir artık.

Kendi anlatımından yaşamöyküsünü okurken 1960’lar İstanbul’una geri döndüm. Yeniyetmeliği yol aldığım bu İstanbul, bende birçok hatıra. Ne var ki, anılar arasında başı çeken, Yeşilçam’ın filmleri.

Albüm niteliği edinmiş Stüdyo Osep’in sayfalarında o Yeşilçam’dan izler sürüp gidiyor: Ağzında purosu Yılmaz Güney, uzak Mandrake çağrışımlarıyla Münir Özkul, gülümseyen İzzet Günay, kötü adamlığını seyrettiğimiz fakat Osep Bey’in objektifinden hüzünlü Turgut Özatay...
Kim bilir hangi filmin afişi için çekilmiş: Engin Çağlar’la Fatma Karanfil birbirlerine sarılmışlar, biraz arka planda; önde Sema Özcan...

Sonra varyete dünyasının görüntüleri çıka geliyor. Stüdyo Osep’ten bir fotoğraf belki de şöhrete yol açacak. Herhalde Anadolu turneleri, şarkıcılar, dansözler, hatta Kudret Şandra ve arkadaşları. Artık birer ikişer unutulmuş, adları silinmiş bu çehreler, bu poz veriş sahipleri, her biri kendi hikâyesini söylemeye çalışarak, siyah-beyaz fotoğraflarda donup/dondurulup kalmışlar.
Tanpınar’ın çok sevdiğim hikâyesi, ‘Bir Tren Yolculuğu’, onlarla birlikte yeniden okunmalı diye düşündüm...

Yükselişli inişli ömründe Osep Minasoğlu, Tayfun Serttaş olmasaydı, görkemli macerasıyla bize yansımayacaktı. Oysa bu görkemli maceradan müthiş bir sinema filmi çıkabilir.

Görkemli ve o kadar etkileyici maceranın son döneminde Matmazel Maya’yı da unutmamak gerekiyor. Heves ettiğim Osep Minasoğlu filminin senaryosunu ben yazsaydım, Matmazel Maya yan ‘başrol’ olurdu...

‘Bugün’ diyor Tayfun Serttaş, ‘Yaşamı boyunca fotoğraf dışında bir işten para kazanmayan Osep Minasoğlu, çalışma motivasyonunu hiçbir koşulda yitirmedi. Hayatını, günümüzde, eski atölyesine taşınan Satranç Kulübü’ndeki oyuncuların fotoğraflarını çekip 1 TL’ye satarak idame ettirmektedir.’

Bir ‘Bilet’le başlıyor bu kitabın öyküsü ve var oluşu. On yedi yaşındaki delikanlıya otobüs bileti veren yetmişlik adam... ‘Ben on yedi, o yetmiş yaşındaydı. Şimdi ise ben yirmi yedi, o seksen yaşında... Dilediğimiz an, hem geriye, hem ileriye sarabileceğimiz bir hikâyemiz var artık. İnsan daha ne isteyebilir ki?’

113. sayfada Beyoğlu fotoğrafları: Gece, Mulenruj’un ışıkları. Gözlerinizi ayırmayınca, Mulenruj’un ışıkları yanıp sönmeye koyuluyor...


Etiketler: kültür sanat
nefret